**Uzmanlar ÖSS'ye hazırlanan gençleri, soruları yanlış
cevaplamalarına yol açacak tuzaklar konusunda uyardı. İşte soru tuzakları....
Bahar Kılıçgedik/Bugün
ÖSS'ye hazırlanan gençleri, soruları yanlış cevaplamalarına
yol açacak tuzaklar konusunda uyaran uzmanlar, "Asıl soruyu doğru tespit
edin. Doğru cevabı buldum diyerek diğer şıkları okumamazlık yapmayın. Olumsuz
soru köklerine dikkat edin" diyor.
ÖSS'ye sayılı günler
kala sınav gerilimi de artmaya başladı. Özellikle soru çözmekte güçlük çeken
öğrencileri, soruyu dikkatli okumaları yönünde uyaran uzmanlar, "Bazı
sorularda birkaç şey birden sorulur. Önemli olan önce hangisine yanıt verilmesi
gerektiğini kestirebilmenizdir" diyor.
BEYNİNİZLE OKUYUN
Başarısızlığın en önemli nedenlerinden birinin, öğrencilerin
gerçek soruyu farkedememeleri olduğunu hatırlatan uzmanlar, bunun yolunun sesli
okuma alışkanlığını bırakmaktan geçtiğini söylüyor. Öğrencilere "Soruları
gözünüzle ve beyninizle okuyun" diyen uzmanlar, "Gözünüzü, tek tek
kelimeleri görmek yerine, kelime gruplarını görmeye alıştırın. Detaylarla
uğraşmak yerine, sorudaki ana fikri ortaya çıkararak çözüm yollarını
arayın" şeklinde konuşuyor.
Başarıya giden yollardan birinin de soru çözme hızını
artırmaktan geçtiğini dile getiren uzmanlar, öğrencilere sık sık soru
çözmelerini ve dersleri günü birlik tekrar etmelerini öneriyor. Uzmanlar,
"Soru çözerken tıpkı sınavdaymış gibi kendinize süre verin ve sık sık
deneme sınavı çözün" diyor.
BAŞARININ YOLU
Beyin gelişimi açısından dengeli beslenmenin önemine de
dikkat çeken uzmanlar, öğrencilere hafızaları için avakado, havuç, ısırgan otu,
yaban mersini ve limon tüketmelerini öneriyor. Yağlı besin, kola ve cips
tüketiminin bilgileri akılda tutmayı engellediğini hatırlatan uzmanlar, süt,
yoğurt, balık, badem, fındık, et, yumurta, kırmızı et, pekmez, bitkisel yağlar
ve yağlı tohumlardan oluşan besinleri tüketmenin akıl ve beden sağlığı
açısından önemli olduğunu söylüyor. Hedef Dershanesi kurucularından Berna
Dabağ, doğru soruyu bulmanın püf noktalarını ve öğrencilerin soru çözmeye
yönelik sorularını BUGÜN için cevapladı.
Sınavla ilgili önemli uyarılar
Soruları anlamamı azaltan nedenleri ortadan kaldırmak için
neler yapabilirim?
• Sesli
okuma alışkanlığınızı bir kenara bırakarak, gözünüz ve beyninizle
okumalısınız.
• Gözünüzü
tek tek kelimeleri görmek yerine, kelime gruplarını görmeye alıştırmalısınız.
• Geri
dönüşleri engellemek için okuduğunuz yazıya konsantre olmasını
öğrenmelisiniz.
• Asıl
anlamı dile getiren kelimeler üzerinde yoğunlaşarak, gereksiz kelimelerle vakit
kaybetmemelisiniz.
• Detaylarla
uğraşmak yerine sorudaki anafikri ortaya çıkarmalısınız.
Yazılı sınavlardaki başarımı test biçimindeki sınavlarda
uygulayamıyorum. Test biçimindeki sınavlarda nasıl başarılı olabilirim?
• Öncelikle
test yönergesi dikkatlice okunmalıdır.
• Yanlışlar
doğruları götürecekse, yapılamayan sorulardaki yanıtlamalar tesadüfi seçimlere
bırakılmamalıdır.
• Yanıtlamalar
için verilen sürenin yeterli olacağı bilinmeli ve telaş edilmemelidir. Ancak
yanıtlanamayan sorularda da fazla takılmamalı, diğer sorulara geçilmelidir.
Zaman kaldığında tekrar o sorulara geri dönülebilir.
• Yanıtlamalar
bittiğinde testin tamamı baştan kontrol edilmelidir.
Soruları yanlış cevaplamama sebep olan tuzakları nasıl
aşabilirim?
• Önce soru
okunmalıdır. Bazen soru kökü olumsuzdur. Buna çok dikkat edilmelidir.
• Paragraf
sorularında ilk önce soru kökü okunmalıdır.
• Tercihiniz
hangi puan türünde ise o puan türünde en etkili dersten çözme işlemine
başlayın.
• Bilemediğiniz
soruda fazla oyalanmayın, işaret koyup zaman kalırsa o soruya tekrar dönün.
• Uzun ve
şekilli sorular daha kolaydır. Bazen doğru birden fazladır. Doğru cevabı buldum
diye diğer şıkları okumamazlık yapmayın. Doğru cevabın bir yeri yoktur. Alt
alta üç soruda da aynı seçenek doğru cevap olabilir.
Yorum Ekle
2. Yıllık plan yapılacak
3. Günlük plan yapılacak
4. OGYE çalışmasına katılınacak
5. TKY çalışmalarında bulunulacak
6. Nöbet tutulacak
7. Sınıflar düzenlenip panolar hazırlanacak
8. Toplantılar hafta sonları veya ders saatleri dışında yapılacak
9. Kurumların açtığı sınavlara ucuz iş gücü olarak gidilecek,
10. Seçimlerde zorunlu olarak sandık başkanı olunacak
11. Envai çeşit tören, kutlama vb. programa katılınacak.
12. Her hafta tüm öğrenciler için ve tüm derslerde değerlendirme formları doldurulacak.
13. Kişisel dosyalar her dönem sonunda doldurulacak.
14. Öğrenci tanıma fişleri doldurulacak.
15. Portfolyo dosyalarına hiçbir çalışma getirmeyen öğrencilere çalışmalarını getirmeleri için yalvarılacak.
16. Öğretmenliği öğretmenlerden iyi bilen velilere dert anlatılacak.
17. Sosyal kulüp çalışmaları ve toplantıları yapılacak.
18. Rehberlik çalışmaları, anketleri yapılacak ve raporları tutulacak
19. Ders işlemek yerine internetteki ve kitaplardaki bilgileri bize okuyarak “bak okuyan toplumuz” imajı veren insanların zorunlu seminerlerine katılınacak.
20. Pansiyonda nöbet esnasında öğrencilerin yemek etüt, uyku, banyo, hastalık, can sıkıntısı , koğuş ve oda düzeni durumlarına bire-bir müdahil olunacak.
21. Sınırsız sorumluluk, öğrenci takılıp düştüğünde polise ifade verilecek. Hiçbir dayanağı olmaksızın dayakçı öğretmen olmakla suçlanılacak.
22. Öğrencilere çalışma kağıdı hazırlanacak
23. Öğrencilere yarın ne gibi etkinlikler yaptırabilirim diye düşünülecek
24. Velilerle görüşülecek
25. Teneffüslerde çocukların şikayetleri dinlenecek
26. Panolara asılan şeyler belli aralıklarla dosyalanacak
27. Her hafta rehberlik ve sosyal etkinlikler dersi için tutanak tutulacak
28. Toplum hizmeti için zaman yaratılacak
29. 40 dk içinde yüz kere öğretmenim diyen bücürlere efendim denilecek
30. Kavga edenler ayırt edilecek, kafası gözü yarılanlara pansuman yapılacak,
31. Değerlendirme testleri hazırlanacak
32. Değerlendirme testleri evde değerlendirilecek,
33. Üstüne saldıran veliler ikna edilecek,
34. Bilgi yarışmalarına öğrenci hazırlanacak,
35. Öğrencilerin evlerine gidilip hal hatırı sorulacak,
36. Saha çalışması yapıp okula gelmeyen öğrencileri toplayacak ve okula getirecek,
37. Temizlik, spor, fotokopi, demirbaş, sabun, tuvalet kağıdı için para toplanılacak,
38. Taşımalı öğrencileri sabah servisten inerken sayıp kontrol edilecek,,
39. Öğle yemeğinde listeden çağırıp sıraya koyulacak,
40. Okul çıkışı öğrenciler servislerine bindirilecek.
41. Belirli Gün ve Haftalarla ilgili program hazırlanacak,
42. Öğrencilere katılım için yalvarılacak,
43. Belirli günler ile ilgili pano hazırlanacak,
44. Panolar için yazı ve şiirler, bulunacak ya da kontrol edilecek.
45. Veliler okulda bilgilendirilip, eğitilecek
46. Kanuni hak olan sevk ve izin istenirken mahcup, hafif ve ince bir sesle rica edilecek ve sevk dersin olmadığı bir zamana denk getirilecek, hasta hasta derslere girilecek, bazı yerlerde muayene saati sevke yazdırılacak (diğer çalışanlara da mesai dışında mı sevk alın deniliyor acaba).
47. Veli toplantıları yapılacak.
48. Okul aile birliği toplantılarına katılınıp velilerin kahırları dinlenecek.
49. Her dönem ve gerektiğinde zümre toplantıları yapılıp tutanak hazırlanacak.
50. Yeni müfredat konusunda veliler bilgilendirilecek.
51. Gözlem dosyaları tutulacak
52. Etkinlik yaptırılacak(yapmayanlara bir şey yapılmayacak)
53. Sınıf başkanı, kitaplık görevlisi, temizlik başkanı seçilip görevlerini yapıp yapmadıkları günlük olarak takip edilecek.
54. Hizmetlilere ya da idareye bildirilen temizlik, tamirat ve görüşler bu kişiler tarafından dikkate alınmayacak.
55. Gelen giden evrak defteri doldurulacak
56. Laboratuar düzenlenecek, temizlenecek
57. Müdür ve müdür yardımcılarının yapmak istemedikleri görevler yapılacak
58. Çocukların elbise, saç, tırnak temizliği ile ilgilenilecek.
59. Deneyler, gözlemler, etkinlikler için hazırlık yapılacak.
60. Beslenme saatinde beslenme yaptırılacak.
61. Başarısızlığın sebebi araştırılacak.
62. Mahallede kavga edenlerin aileleri okulda dinlenecek.
63. Müdür Beye hesap verilecek.
65. Dersi boş olan, derslerine branş öğretmenleri giren (özellikle sınıf öğretmenleri) öğretmenler, ''İşlerim var şu boş sınıfa derse giriver'' diyen idarecilerin derslerine girilecek.
66. Birilerine ek ders ücreti verebilmek için açılan seminer, hizmet içi eğitim vb. şeylere gerçekten ihtiyacı olup olmadığını bilmeden, sormadan zorunlu olarak ders saatleri dışında katılmak zorunda kalınacak.
67. Sorumluluğu çok yüksek olan nöbetçilikler yapılacak
68. Son zamanlarda artık iyice raydan çıkan eğitim sisteminde öğretmenlikten çok dadılık yapılacak.
69. Müdür ve müdür yardımcılarının imalı ve iğneli sözlerine kulak asılmayacak, duymazlıktan gelinecek.
70. Spor parası toplanacak.
71. Yakacak ve ihtiyaçlar için aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
72. Onur kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılınacak
73. Nöbet günü ve diğer günler öğrencilerin kılık kıyafet kontrolü yapılacak
74. Nöbet defterine gelmeyen öğretmen yazılacak ve sınıf defteri imzalanacak.
75. Zaman zaman öğrenci çantalarına arama yapılacak
76. Okula getirilmesi yasak olan eşyalar için tutanak tutulacak ve bu eşyalar ailelerine teslim edilecek.
77. Aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
78. Nöbetlerde mıntıka temizliği yaptırılacak.
79. Ünitelendirilmiş Yıllık Plan Yapılan Açıklamalar
80. İş Günü Takvimi
81. Ünite Süre Çizelgesi
82. Yıllık Çalışma Programı
83. Haftalık Ders Programı
84. Ünite Çalışma Dosyası
85. Sınıf Ders Defteri
86. Deney defteri Raporu
87. Gezi Planı
88. Öğrenci Kişisel Robşayanı
89. Öğretmen Not Defter
90. Kitaplık ve Defteri
91. Çevre İncelemesi
92. Tebliğler Dergisi Fihrist
93. Sınıf Demirbaş Listesi
94. Ders Dışı Etkinlik Dosyası
95. Yazılı Kağıt ve Cevapları
96. Ödev Listesi-Ödevler
97. Dershane Araçları
98. Koordinasyon Kurulu Kararı
a. Cümle Listesi
b. Metin Defteri
c. Metinler
d. Kontrol Tablosu
Bu kadarcık iş yapmakla hiç insan yorulur mu?
Hadi kolaysa cevap verin
3. Günlük plan yapılacak
4. OGYE çalışmasına katılınacak
5. TKY çalışmalarında bulunulacak
6. Nöbet tutulacak
7. Sınıflar düzenlenip panolar hazırlanacak
8. Toplantılar hafta sonları veya ders saatleri dışında yapılacak
9. Kurumların açtığı sınavlara ucuz iş gücü olarak gidilecek,
10. Seçimlerde zorunlu olarak sandık başkanı olunacak
11. Envai çeşit tören, kutlama vb. programa katılınacak.
12. Her hafta tüm öğrenciler için ve tüm derslerde değerlendirme formları doldurulacak.
13. Kişisel dosyalar her dönem sonunda doldurulacak.
14. Öğrenci tanıma fişleri doldurulacak.
15. Portfolyo dosyalarına hiçbir çalışma getirmeyen öğrencilere çalışmalarını getirmeleri için yalvarılacak.
16. Öğretmenliği öğretmenlerden iyi bilen velilere dert anlatılacak.
17. Sosyal kulüp çalışmaları ve toplantıları yapılacak.
18. Rehberlik çalışmaları, anketleri yapılacak ve raporları tutulacak
19. Ders işlemek yerine internetteki ve kitaplardaki bilgileri bize okuyarak “bak okuyan toplumuz” imajı veren insanların zorunlu seminerlerine katılınacak.
20. Pansiyonda nöbet esnasında öğrencilerin yemek etüt, uyku, banyo, hastalık, can sıkıntısı , koğuş ve oda düzeni durumlarına bire-bir müdahil olunacak.
21. Sınırsız sorumluluk, öğrenci takılıp düştüğünde polise ifade verilecek. Hiçbir dayanağı olmaksızın dayakçı öğretmen olmakla suçlanılacak.
22. Öğrencilere çalışma kağıdı hazırlanacak
23. Öğrencilere yarın ne gibi etkinlikler yaptırabilirim diye düşünülecek
24. Velilerle görüşülecek
25. Teneffüslerde çocukların şikayetleri dinlenecek
26. Panolara asılan şeyler belli aralıklarla dosyalanacak
27. Her hafta rehberlik ve sosyal etkinlikler dersi için tutanak tutulacak
28. Toplum hizmeti için zaman yaratılacak
29. 40 dk içinde yüz kere öğretmenim diyen bücürlere efendim denilecek
30. Kavga edenler ayırt edilecek, kafası gözü yarılanlara pansuman yapılacak,
31. Değerlendirme testleri hazırlanacak
32. Değerlendirme testleri evde değerlendirilecek,
33. Üstüne saldıran veliler ikna edilecek,
34. Bilgi yarışmalarına öğrenci hazırlanacak,
35. Öğrencilerin evlerine gidilip hal hatırı sorulacak,
36. Saha çalışması yapıp okula gelmeyen öğrencileri toplayacak ve okula getirecek,
37. Temizlik, spor, fotokopi, demirbaş, sabun, tuvalet kağıdı için para toplanılacak,
38. Taşımalı öğrencileri sabah servisten inerken sayıp kontrol edilecek,,
39. Öğle yemeğinde listeden çağırıp sıraya koyulacak,
40. Okul çıkışı öğrenciler servislerine bindirilecek.
41. Belirli Gün ve Haftalarla ilgili program hazırlanacak,
42. Öğrencilere katılım için yalvarılacak,
43. Belirli günler ile ilgili pano hazırlanacak,
44. Panolar için yazı ve şiirler, bulunacak ya da kontrol edilecek.
45. Veliler okulda bilgilendirilip, eğitilecek
46. Kanuni hak olan sevk ve izin istenirken mahcup, hafif ve ince bir sesle rica edilecek ve sevk dersin olmadığı bir zamana denk getirilecek, hasta hasta derslere girilecek, bazı yerlerde muayene saati sevke yazdırılacak (diğer çalışanlara da mesai dışında mı sevk alın deniliyor acaba).
47. Veli toplantıları yapılacak.
48. Okul aile birliği toplantılarına katılınıp velilerin kahırları dinlenecek.
49. Her dönem ve gerektiğinde zümre toplantıları yapılıp tutanak hazırlanacak.
50. Yeni müfredat konusunda veliler bilgilendirilecek.
51. Gözlem dosyaları tutulacak
52. Etkinlik yaptırılacak(yapmayanlara bir şey yapılmayacak)
53. Sınıf başkanı, kitaplık görevlisi, temizlik başkanı seçilip görevlerini yapıp yapmadıkları günlük olarak takip edilecek.
54. Hizmetlilere ya da idareye bildirilen temizlik, tamirat ve görüşler bu kişiler tarafından dikkate alınmayacak.
55. Gelen giden evrak defteri doldurulacak
56. Laboratuar düzenlenecek, temizlenecek
57. Müdür ve müdür yardımcılarının yapmak istemedikleri görevler yapılacak
58. Çocukların elbise, saç, tırnak temizliği ile ilgilenilecek.
59. Deneyler, gözlemler, etkinlikler için hazırlık yapılacak.
60. Beslenme saatinde beslenme yaptırılacak.
61. Başarısızlığın sebebi araştırılacak.
62. Mahallede kavga edenlerin aileleri okulda dinlenecek.
63. Müdür Beye hesap verilecek.
65. Dersi boş olan, derslerine branş öğretmenleri giren (özellikle sınıf öğretmenleri) öğretmenler, ''İşlerim var şu boş sınıfa derse giriver'' diyen idarecilerin derslerine girilecek.
66. Birilerine ek ders ücreti verebilmek için açılan seminer, hizmet içi eğitim vb. şeylere gerçekten ihtiyacı olup olmadığını bilmeden, sormadan zorunlu olarak ders saatleri dışında katılmak zorunda kalınacak.
67. Sorumluluğu çok yüksek olan nöbetçilikler yapılacak
68. Son zamanlarda artık iyice raydan çıkan eğitim sisteminde öğretmenlikten çok dadılık yapılacak.
69. Müdür ve müdür yardımcılarının imalı ve iğneli sözlerine kulak asılmayacak, duymazlıktan gelinecek.
70. Spor parası toplanacak.
71. Yakacak ve ihtiyaçlar için aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
72. Onur kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılınacak
73. Nöbet günü ve diğer günler öğrencilerin kılık kıyafet kontrolü yapılacak
74. Nöbet defterine gelmeyen öğretmen yazılacak ve sınıf defteri imzalanacak.
75. Zaman zaman öğrenci çantalarına arama yapılacak
76. Okula getirilmesi yasak olan eşyalar için tutanak tutulacak ve bu eşyalar ailelerine teslim edilecek.
77. Aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
78. Nöbetlerde mıntıka temizliği yaptırılacak.
79. Ünitelendirilmiş Yıllık Plan Yapılan Açıklamalar
80. İş Günü Takvimi
81. Ünite Süre Çizelgesi
82. Yıllık Çalışma Programı
83. Haftalık Ders Programı
84. Ünite Çalışma Dosyası
85. Sınıf Ders Defteri
86. Deney defteri Raporu
87. Gezi Planı
88. Öğrenci Kişisel Robşayanı
89. Öğretmen Not Defter
90. Kitaplık ve Defteri
91. Çevre İncelemesi
92. Tebliğler Dergisi Fihrist
93. Sınıf Demirbaş Listesi
94. Ders Dışı Etkinlik Dosyası
95. Yazılı Kağıt ve Cevapları
96. Ödev Listesi-Ödevler
97. Dershane Araçları
98. Koordinasyon Kurulu Kararı
a. Cümle Listesi
b. Metin Defteri
c. Metinler
d. Kontrol Tablosu
Bu kadarcık iş yapmakla hiç insan yorulur mu?
Hadi kolaysa cevap verin
VERi İMLİ DERS ÇALIŞMA
YÖNTEMLERİ
NİÇİN DERS ÇALIŞMALIYIM?
Değerli öğrenciler öncelikle nasıl ders çalışmalıyız
sorusundan çok niçin ders çalışmalıyız sorusunu kendimize sormamız daha güzel
olacaktır.
İster okula yeni başlamış olsun
isterse üniversiteye hazırlanıyor olsun bütün öğrenciler bu soruların cevabını
bulması gerekir.’’Niçin ders çalışmalıyım? Hedefim ne? Hedefimi gerçekleştirmek
için neler yapmalıyım?’’ bu soruların cevabını bulan öğrencilerin tembellik
yapması mümkün değildir.Bu nedenle sizin öncelikli olarak bir hedef belirlemesi
gerekir.
Yıllar
önce Trabzon’un Çaykara ilçesinin bir köyünde bir çocuk vardı. Büyüdüğündeki en
büyük hedefi şuydu: Doya doya kavurma yiyebilmek!
Çünkü
ailesi çok fakirdi.Dar gelirli oluşlarından dolayı zaten okula zor şartlarda
gidebiliyordu.Liseyi bitirirse bile artık ailesinin onu üniversiteye gönderecek
gücü yoktu.Babasının ödenmemiş bir sürü borcu vardı.Bir gün eve gelen postacıyı
icra memuru zannedip evlerinde kalan son malları da götüreceklerini
düşünür.Sonra onun posta memuru olduğunu anlar..Posta memurunun zarfından üniversite
sınav sonucu çıkar.Kağıda bakar üniversite sınavını kazanmış.Hem de Türkiye
birincisi olarak !
Üniversiteyi
burslu olarak okur.Üniversiteyi bitirince Amerika’ya davet edilir..Yıllarca
Amerika da kaldıktan sonra Türkiye’ye döner .Devletin değişik kademelerinde
görevler yapar.Hala onun adı anıldığında insanlar saygı duyar.Çok zeki ve
çalışkan bir insan olduğu söylenir.Trafik kazasında hayatını kaybetmesiydi ülke
için çok şeyler yapabilirdi denir.
Küçüklüğünde
sadece doya doya kavurma yemeye yetecek kadar bir paraya kavuşmak isteyen Adnan
Kahveci büyüdüğünde bir ülkenin maliye bakanı olacak kadar büyük paralara
hükmedebiliyor.Ne sayesinde? Çok çalışmak..Adnan Kahveci’ nin çalışmak için
yeterince nedeni vardı ve niçin çalışması gerektiğini biliyordu.
Arkadaşlar
bu hikayeden çıkaracağımız sonuç öncelikli olarak kendimize ulaşılabilir bir hedef belirlemeliyiz ve bu
hedefe ulaşmak için çaba göstermeliyiz. Ders çalışmaya başlamadan önce ilk
olarak hedef belirlemeliyiz.
İkinci
olarak başarıya inanmak gerekmektedir.
Kişinin önündeki en büyük engel yine kişinin kendisidir.O
işle ilgili olumsuz düşünceler ve başaramama korkusu aşılması ve geçilmesi en
zor olan engeldir.
Bir
kişi şunu yada bunu başaramayacağına inandığı sürece bunları yapmamaya kararlı
demektir.Sonuçta başarılı olması imkansızdır.
Verimli ders çalışmanın en önemli kurallarından biriside
etkin dinlemedir.
Dersi
derste öğrenmek öğrenmenin temelidir.verimli ders çalışmanın ve konuyu
anlamanın temelinde etkin dinleme yatar.
________________________________________
ETKİN DİNLEMENİN KURALLARI
KONUŞAN KİŞİYLE GÖZ İLİŞKİSİ KURMAK GEREKİR
Öğrenciler derste bazen başka şeylerle ilgilenirler.
Arkadaşlarıyla konuşur dikkati dağılır.Sadece öğretmenin sesini duyar onun jest
ve mimiklerini hareketlerini göremezler.
Derste
başarı için ağzı ve gözleri arasındaki üçgene bakmamız göz ilişkisi kurmamız
gerekir.
Biz:
Okuduklarımızın
%10’unu
İşittiklerimizin
%20’sini
Gördüklerimizin
%30’unu
Hem
görüp hem işittiklerimizin %501’sini
Söylediklerimizin %80’ini
Davranışlarımız doğrultusunda söylediklerimizin %90’ını
hatırlarız.
ÖNDE OTURMALISINIZ:
Özellikle arkalarda oturmak zamanla öğrencinin ders
veriminin düşmesine ve dersten uzaklaşmasına neden olabilir.
SADECE ÖĞRETMENİ DİNLEMELİSİNİZ:
DİNLEMEYE UYGUN POZİSYON ALMALISINIZ:
Asık suratla mı yoksa güler yüzle mi ders dinlediğiniz çok
önemlidir.Ağzın kenarlarının kulaklara yakınlığı ölçüsünde öğrencinin dikkati
artar veya azalır.
Almanya’da
yapılan bir araştırmada:İyi bir öğretmen dersine her zaman ki gibi çok
güzel hazırlanıyor.Sınıfta konuyu asık
suratla hiç espri yapmadan anlatıp çıkıyor.Dersten sonra konuyla ilgili yapılan
teste öğrencileri başarı oranı %60 çıkıyor.
Daha
sonra yine aynı öğretmen derse girdiğinde öğrencilerinden bir şey istiyor.”herkes
ağzına bir kalem alıp ısırır gibi ağzında tutsun” diyor.Ağızlarında kalem
varken öğretmen dersi anlatıyor dersten sonra konuyla ilgili yapılan teste
öğrencilerin başarı oranı %70’e çıkıyor.
Deneyin
üçüncü aşamasında ise öğretmen derse giriyor.Dersi ciddi ama güler yüzle
anlatmaya çalışıyor.Dersin on beş dakikasına doğru bir espri yapıyor. Çocukları
güldürüyor,onları dersin stresli ortamından uzaklaştırmaya çalışıyor. Konuyu
dağıtmadan tekrar dersi işlemeye devam ediyor. Dersten sonra konuyla ilgili
yapılan teste öğrencilerin başarı oranı %80’e çıkıyor.
Sonuç :
Öğrencilerin derste başarılarının artması için dersi gülerek dinlemeleri
gerekmektedir.
________________________________________
VERİMLİ DERS ÇALIŞMANIN KURALLARI:
1-SAĞLIK:
Sağlam
kafa sağlam vücutta bulunur diyerek
başarının ilk kuralını belirlemişlerdir.
Öğrenmenin %80’i gözle gerçekleşiyor.Göz tembelliğinin
oluşmaması için her gün iki üç defa göz egzersizi yapmanız gerekmektedir.
Beyin
Yorulur mu?
Öğrenciler genellikle anne ve babalarına iki üç saat
çalıştıktan sonra çok yorulduklarını söylerler. Gerçekten beyin çok çalışmaktan
yorulur mu?
Kolumuzla
bir şeyi çok fazla kaldırdığımız zaman kollarımız yorulabilir.Çok koşuyorsak
ayaklarımızda bir yorgunluk oluşabilir.
Ama beyin sinir hücrelerinden oluştuğu için yorulma diye bir şey söz
konusu değildir.
Bir
öğrenci oturup beş saat matematik sonra da beş saat fen bilgisi çalışsa beyni
yorulmaz.
Derin
Nefes Almanın Faydaları:
Fiziksel
Egzersizler:
Günde yirmi dakikanızı fiziksel egzersize ayırmalısınız. O
zaman vücut serotenin diye bir madde salgılıyor.
Serotenin
ne işe yarar? Kaygı azalır öğrenme verimi artar.Uyku düzene girer. İnsan
kendini daha zinde hisseder.
İntihar
edenleri kanları incelendiğinde vücutlarında hiç serotenine rastlanmıyor. Yani
bu madde salgılanmamaya başladığı zaman insan hayattan kopmaya başlıyor.
2- SEVMEK:
•Kendisini
•Ailesini
•Öğretmenini
•Dersi
•Sınıfı
•Okulu
Çalışmayı sevmelidir
3-ÇALIŞMA YÖNTEMLERİNİ BİLMEK:
Bir
Amerikalı ve bir Japon işadamı bir toplantıya katılıyorlar. Toplantı arasında
ikisi dolaşmaya çıkıyorlar. Kaldıkları otel bir ormanını içinde olduğundan
ormanda geziyorlar. Bu ormanda gezerlerken çok uzaklardan bir aslan sesi duyarlar.
Bir de bakarlar ki aslan kendilerine doğru koşarak geliyor. Amerikalı hemen
kaçmaya başlar Japon oturuyor.Tabi Amerikalı merak ediyor. Niye öyle yaptığını
anlamaya çalışılıyor. Japon sırt çantasından spor ayakkabısını çıkarıyor ve
giymeye başlıyor. Amerikalı Japon’a “ Sen spor ayakkabılarını giyerek aslandan
daha hızlı koşacağını mı zannediyorsun ?” diyor.
Japon
cevap vermiyor. Ayakkabılarını hızlı bir şekilde giyiyor ve bağcıklarını
bağlıyor. Amerikaya önce yetişip sonra
geçerken ona şöyle diyor: “ Sevgili dostum elbette ben aslandan daha hızlı koşamam. Ama senden
daha hızlı koşsam yeter. Aslan kimi yakalarsa önce onu yer”.
Bu
hikayeyi niye anlattım ?
Türkiye’de her yıl 1,200,000 kişi ilkokula başlıyor.
Ailelerinin hayalinde çocuklarının güzel bir üniversite okuması var.
Öğrencilerin hepsi okullarını bitirip sınava giriyor. Bazıları başarılı olurken
bazıları başarısız oluyor. Kazananlarla kazanamayanlar arasındaki en büyük fark
zeka farkı değil ; öyleyse aradaki fark ne?
Verimli
ders çalışma yöntemlerini bilmeleri ve bunu sürekli olarak uygulamalarıdır.
Eğitim hayatında belli kararlılıkta çalışan ve belli bir süre sonra başarıya
ulaşan öğrencilerdir.
________________________________________
HAYATTAN NE BEKLEDİĞİNİZİ, AMACINIZIN NE OLDUĞUNU BİLİN:
Bir
yelkenli ile okyanusun ortasındasınız fırtınalar esiyor elinizde ne bir rota ne
bir pusula var hedefinizi
belirlememişsiniz “nereye gideceksiniz” diye sorarlarsa “rüzgar bizi nereye götürürse” diye cevap
vereceksiniz. Rüzgar biraz batıya biraz doğuya eserse sonuçta ortada
kalırsınız.
Hedefi
belli olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez!
Kendinizin 6ay,1yıl, 5 yıl 10 yıl sonra nerede olmak
istediğinizi düşünmeli ve ona göre plan yapmalısınız.
Öğrenci
lise üçüncü sınıfa geliyor hala bir kararı yok. Ne olmak istiyorsun diye
sorulduğunda bilmiyorum diyor.”Üniversite sınavına gireyim kaç puan alırsam ona
göre tercih yaparım” diyor
Amacınıza
ulaşmak için hangi dersi ne zaman çalışacağınızı ne kadar gayret göstermek zorunda olduğunuzu
bilmeniz gerekmektedir.
Yıllık
,aylık ,haftalık ve günlük ders çalışma planınız olmalı bu ders çalışma
planlarına uygun ders çalışmalısınız.
Unutmayınız ki her problem öğrenmek için bir
fırsattır.Risksiz kar tehlikesiz tecrübe ve çalışmaksızın ödül kazanmak doğmaksızın
yaşamda olmak kadar imkansızdır.
GÜNLÜK ÇALIŞMA PLANI YAPIN
Program :
Zamanı etkin şekilde kullanmanızı,
Neye nereden başlayacağınızı karar vermenizi,
Bilgileri ne kadar özümsediğinizi görmenizi
Ne zaman dinlenip ne zaman çalışacağınıza karar vermenizi
Geleceğinize bir adım daha yaklaşmanızı kolaylaştıran çok
önemli bir adımdır.
Unutmanın
engellenebilmesi için o günkü dersin mutlaka tekrarı gerekiyor. Ertesi gün o
ders olmasa bile
Günlük çalışma programı:
1- O gün öğrenilen
konuların tekrarı
2- Ödevlerin
yapılması ve test çözümü
3- Bir gün sonra
işlenecek konuların ön hazırlığını içermelidir.
________________________________________
TÜRKÇE DERSİ NASIL ÇALIŞILMALI:
ÖSS de yaklaşık 45 sorunun konulara göre dağılımı
•Sözcük ve cümle anlamı 15
•Dilbilgisi 15
•Paragraf 15
Dilbilgisi soruları temel bilgiler öğrenilmeden çözülemez.
Türkçe konuları birbirinin devamıdır.Birini anlamadan diğerine geçmeyiniz.
Yorum gerektiren sorular çok fazla bilgi
gerektirmez.Okuduğunu anlamak ve anladığını yorumlamakla ilgilidir. Bu da ancak
konularla ilgili çok fazla soru çözmekle mümkün olur.
•Sınavda sabırlı olmalı hiç üşenmeden bütün soruları
çözmelisiniz. Çıkmış sorular
çıkabileceklerin aynasıdır. Bu nedenle çıkmış soruları mutlaka çözmeniz
gerekmektedir..
TARİH DERSİ NASIL ÇALIŞILMALI:
•Öncelikli olarak konularla ilgili temel bilgiler
çok iyi bilinmelidir.
•Tarih konularıyla kavramlar ilgili çok iyi bilinmelidir. Örneğin manda ve himaye
gibi.
•Temel bilgiler ve kavramlar arasında bağlantılar
kurulmalıdır.
•Konular bu şekilde
tamamlandıktan sonra konularla ilgili bolca test çözülmelidir.
COĞRAFYA DERSİ NASIL ÇALIŞILMALI:
•ÖSS sınavında coğrafyanın bütün konularından soru
gelebilmektedir.
•Bazı yıllarda bazı konulara ağırlık
verilebilmektedir.
•Son yıllarda ekonomik coğrafya soruları coğrafya sorularının %25-%30 unu oluşturmaktadır.
•Geçmiş ÖSS lerde çıkmış sorular gelecek soruların
benzeri olacağından sınava girmeden mutlaka çıkmış soruların çözülmesi
gerekmektedir.
________________________________________
MATEMATİK DERSİ NASIL ÇALIŞILIR:
Matematik bir insanın yalnız başına öğrenebileceği bir ders
değildir. Öncelikli olarak öğretmenin iyi bir şekilde dinlenmesi gerekmektedir.
Öğrenmenin
ilk aşaması kişinin bilmediğini fark etmesidir.
Bu nedenle biz size bazı ölçütler verelim:
•İşlem kabiliyetim az konuları anlayamıyorum diyorsanız;
İlk tavsiyemiz temel konulara çalışmanızdır. Nasıl ki
alfabenin harflerini bilmeyen kişi okuyamaz, yazamaz matematiğin temel
kurallarını bilmeyen öğrenci de matematik dersini anlayamaz.
•İşlem kabiliyetim iyi fakat konulara yabancıyım;
Diyen öğrencilere tavsiyem bilgi eksiği olan konuların tam
olarak öğrenilmesidir.İşlem kabiliyetinin iyi olması matematik konularını
öğrenebileceğini gösterir.
*Konuları anlıyorum
fakat işlem kabiliyetim az diyorsanız;
Diyen öğrencilerimize tavsiyemiz bol bol soru çözmeleridir
*İşlem kabiliyetim iyi hem konuları da biliyorum fakat çok
yanlış yapıyorum;
Diyen öğrencilerimize tavsiyemiz soruları dikkatlice
çözmeleridir.Yanlış yapmamanın veya az yanlış yapmanın bol bol soru çözmektir
Öğrenciye bağlı nedenler:
• Fiziksel yetersizlikler:
Öğrencinin görme, işitme, konuşma ve benzeri sorunları
varsa, kas gelişiminde problem olup kalem tutamıyor, yazı yazamıyorsa veya
başka bir sağlık sorunundan dolayı derslere konsantre olamıyorsa başarısızlık
görülebilir. Bu hallerde çocuğu bir doktora götürerek sorunlarına çözüm
aranması ve yetersizliklerini gidererek öğrenmeye hazır hale getirilmesi
gerekir. Burada görme, işitme ve benzeri engeli olan öğrenciler iyi öğrenemez
gibi bir yargıya varılmamalıdır. Engelin derecesine göre uygun bir eğitim
programına yerleştirilirse yüksek düzeyde engeli olan öğrenciler bile diğer
çocuklar kadar hatta daha başarılı olabilirler.
• Zihinsel, bilişsel, duygusal ve sosyal açılardan yeterli
ölçüde gelişmemiş olma:
Çocuk, bu açılardan yaşıtlarından geri ise, okula olması
gerekenden önce başlamışsa veya okul yaşında olmakla beraber bilişsel ve
duygusal yönden gelişimini tamamlamamış ise okula uyumda ve derslerde zorlanır,
dolayısıyla başarısız olabilir.
• Öğrenmeye hazır olmama:
Öğrenci, öğrenme için yeterince hevesli ve istekli değilse,
çalışmaya güdülenmiyorsa ve bunun sonucunda derse kendini veremiyorsa başarısız
olur. Bu durumlara ailesel, gelişimsel vb. özellikler neden olabilir.
• Yanlış çalışma alışkanlıkları:
Öğrenci doğru bir biçimde ders çalışmıyorsa, çok çalışıyor
ancak çalışması verimli olmuyorsa, öğrenerek değil de ezberleyerek çalışıyorsa,
derslerin gerektirdiği çalışma biçimine dikkat etmiyorsa (örneğin matematiği
yazarak, soru çözerek değil de okuyarak çalışıyorsa) yeterli tekrar yapmıyorsa,
zamanı etkili kullanma, derse konsantre olma, dikkat toplama gibi konularda
sorun yaşıyorsa istenen başarıya ulaşamaz.
• Kendine güvenin azlığı, sosyal becerilerin ve iletişim
becerilerinin gelişmemiş olması:
Bu durumlarda öğrenci başarılı olabileceğine inanmaz,
öğrenmek için çabalama, anlamadığını sorma, derse katılma konularında zorlanır.
• Kaygının çok düşük ya da yüksek olması:
Başarılı olma için orta düzeyde kaygı gereklidir. Çocuğun
ders çalışma ve sınav konusunda kaygısı çok düşük veya çok yüksekse
başarısızlık görülür.
• Geçmişte yaşanan başarısızlıklara takılıp kalma:
Öğrenci, geçmişte olan başarısızlıkları nedeniyle kendine
güvenini kaybetmişse ve başarılı olacağına inanmıyorsa başarısızlık
kaçınılmazdır.
• Öğrencinin psikolojik durumu:
Öğrenci, travmatik bir olay (ailede hastalanma, ölüm, kaza,
afetler, anne babanın ayrılması vb.) geçirmişse veya ev ortamında ya da okulda
huzursuzluk, sıkıntı verici durumlar, ve zorlayıcı olaylar, kavgalar yaşıyorsa
psikolojisi derinden etkilenir, kendini derse veremez, konsantre olamaz ve
başarısız olabilir.
• Aşırı hareketlilik:
Bazı çocuklar, yapıları gereği aşırı hareketli olurlar.
Çeşitli nedenleri olan bu durumda çocuk kıpır kıpırdır, yerinde duramaz bu da
derse yoğunlaşmasını zorlaştırabilir.
• Ergenlik dönemi özellikleri:
Ergenliğe geçişle birlikte meydana gelen gelişme ve
değişmeler, bakış açısında, ilgi alanlarında olan farklılaşmalar, öğrencinin
yaşadığı duygusal gerginlikler onun başarısı üzerinde etki yapabilir. Ayrıca
öğrenci özgürleşme isteğine bağlı olarak kendini okuldan ve derslerden
soyutlayabilir.
• Öğrenme güçlüğü:
Bazı çocuklar yeterli zihinsel potansiyele sahip oldukları
halde dersleri öğrenmekte güçlük çeker. Öğrenme güçlüğü denilen sorun, çocuğun
normal zekâlı hatta parlak zekâlı olmasına rağmen dikkatsiz, aşırı hareketli,
beceriksiz, dalgın olması, doğru çözümü ayırt edememesi, yanlış ve eksik
yazması, okuma, yazma veya matematiği öğrenmede zorlanması gibi belirtilerle
kendini gösterir. Bu sorun beynin, merkezi sinir sisteminin fonksiyon
bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıkar.
• Çalışma ortamı:
Öğrencinin ders çalışma ortamı soğuk, karanlık, gürültülü,
rahatsızlık verici bir yerse veya iyi ders çalışabilmesi için belli bir yeri
yoksa ya da çalışırken dikkatini çevresinde olanlardan uzaklaştıramıyorsa
başarılı olma şansı düşük olur. İstenen başarıya ulaşılamayabilir.
Okuldan kaynaklanabilecek nedenler:
• Sınıf ve okul ortamı çocukları rahatsız edebilecek
durumdaysa, öğretmenin yanlış tutum ve davranışları varsa ya da uygun öğretim
teknikleri kullanılmıyorsa ayrıca çocuk çeşitli nedenlerden ötürü arkadaşları
tarafından dışlanmışsa başarısızlık gözlenebilir.
Aileden kaynaklanabilecek nedenler:
Ailenin eğitim, kültürel ve ekonomik durumu, aile bireyleri
arasındaki iletişim biçimi, anne babanın çocuk yetiştirme tarzı, eğitime bakış
açısı, çocuğa gösterdiği tutum ve yaklaşımlar, çocuğun başarısını etkiler.
• Anne ve baba arasında iyi bir iletişim yoksa sık sık
tartışma yaşanıyorsa, evde çocuğun psikolojisini olumsuz etkileyecek durumlar
varsa
• Anne ve baba kendi sorunlarından ya da başka nedenlerden
dolayı çocuğa fazlasıyla baskıcı, eleştirel, sert davranıyorsa veya tam tersine
onunla ilgilenmiyor, ihtiyaçlarını görmezlikten geliyorsa
• Çocuk, yaşadığı olay ve durumlardan etkilenir, yoğun
olarak üzüntü, değersizlik ve yetersizlik duyguları yaşar, çaresizlikler içinde
bunalır. Bu duyguların etkisiyle kendine güveni düşer, kendini derse veremez
sonucunda başarısız olur.
• Anne ve babada başarısızlık kaygısı varsa, bu okul
öncesinden başlayarak çocuğa yansır ve onun gerçek performansını ortaya
koymasına engel olur.
• Başarısızlıkta en önemli nedenlerden biri de ailenin
çocuktan yüksek beklentileridir. Bazı anne babalar, çocuklarının kapasitelerini
ve potansiyellerini dikkate almadan ondan yüksek başarı beklerler. Oysaki her
çocuğun ilgi ve yetenekleri ile başarılı olduğu alanlar farklıdır. Ayrıca çocuk
kapasitesini artırabilmekle beraber o kapasitenin çok üstüne çıkamaz. Aile, bu
beklentiler içinde başarıyı çocuğun kişiliğinin ölçüsü olarak görüyorsa çocuk
başarısız olma ve sevilmeme korkusu yaşar, kaygısı artar. Bu da başarısızlığı
beraberinde getirir.
• Ailenin çocuğuna okuma, zamanı verimli kullanma,
sorumluluklarını yerine getirme gibi konularda iyi model olmaması (çocuğa
televizyon izlemeyi yasaklayıp kendinin sürekli televizyon izlemesi gibi), her
konuda olduğu gibi ders çalışma ve başarı konusunda da önemli bir etkendir.
Bunun yanında çocuğun bilgisayar oyunlarına, televizyon programlarına çok
düşkün olması ve ailenin buna sınır koyamaması başarısızlığa neden olur.
• Çocuğun eğitimi için yeterli özen ve desteğin
gösterilmemesi; aile, çocuğu okula gitme ve ders çalışma konusunda
heveslendirmiyor, ona güvendiğini hissettirmiyor, gerektiğinde yardım etmiyor,
destek olmuyorsa ayrıca bu konularda uygun olmayan ödül ve ceza teknikleri
kullanıyorsa, yine başarısızlık meydana gelir.
• Anne babanın çocuğun ders çalışmaktan başka bir şey
yapmasına izin vermemesi; sosyal faaliyetler, resim, müzik, spor etkinlikleri
gibi başarıyı destekleyici çalışmaları gereksiz hatta zarar verici olarak
görmesi, çocuğun oyun oynamasına, az da olsa arkadaşlarıyla görüşmesine izin
vermemesi, faydalı olsun diye yapılan aslında zarar veren yaklaşımlardır.
• Tam tersine ders çalışmayı kolay bir iş sanıp çocuğa evde
çok görev ve sorumluluk vermek de yeterince ders çalışılamamasına neden olur ve
başarısızlık doğurur.
• Ailenin çocuk yetiştirme tarzı ve çocuğa gösterilen hatalı
tutum ve yaklaşımlar, başarı üzerinde olumsuz etki yapar. Çocuğun çok gevşek
bırakılması veya aşırı baskı ve otorite altında bulundurulması başarısızlığa
nenen olur. Onun her hareketinin gereğinden çok izlenmesi, en ufak hatasının
bile sert tepkiyle karşılanması, sürekli eleştirilmesi, her düşünce ve davranışta
zekâ belirtilerinin aranması zararlıdır. Bazı aileler böyle davranarak çocuğa
çalışma ve doğru yapma alışkanlığı kazandırılacağını düşünürler ancak aşırı
yaklaşımlar her zaman olumsuz sonuç verir.
• Anne babanın yaklaşımlarına karşı çocuğun verdiği tepkiler
de başarısızlığa neden olur. Bazı çocuklar, anne babalarına duydukları
kızgınlığı yaramazlık yaparak, ders çalışmayarak gösterirler. Böyle yapıp zayıf
notlar alınca onları cezalandırıp intikam alacağını düşünürler.
• Çocuğa küçük yaşlardan başlanarak sorumluluk duygusu
kazandırılamamışsa, bu duyguyu kazanmasına fırsat verilmemişse, çocuk okula
başladığında sorumluluklarının farkına varamaz, dolayısıyla sorumluluk alamaz
ve yerine getiremez.
• Kalıtımla anne babadan çocuğa geçen bedensel ve zihinsel
özellikler, onun her yönünü olduğu gibi okul başarısını da şekillendirir.
• Ailenin eğitim düzeyi, kültürel yapısı, yaşam biçimi ve
gelişmişlik durumu da başarı üzerinde etkili bir faktördür. Ailenin eğitim
hakkındaki düşünce ve yaklaşımları, öğretmene karşı geliştirdiği tutumlar
olumlu ise çocuğun bu konulara bakışı da olumlu olur. Aile, eğitim, okul ve
öğretmen hakkında olumsuz düşünce, görüş ve değer yargılarına sahipse çocuk da
olumsuz düşünür ve başarısız olur. Bunun yanında kalabalık ailelerin çocuklarının,
çocuk sayısı daha az olan ailelerinkine kıyasla daha az başarı gösterdikleri
gözlemlenmiştir.
• Bir başka etmen de çocuğun bir işte çalışmasıdır. Çeşitli
nedenlerle çalışan çocuklar, hem ders çalışmaya yeterli zaman bulamazlar hem de
yüklerinin ağırlığı ve yorgunluktan dolayı okulda istenen başarıyı
gösteremezler.
• Evde çocuğun ders çalışabileceği bir oda, oda yoksa bir
ders çalışma köşesinin olmaması, çocuğun iyi çalışamamasına, ders çalışmaya
karşı olumsuz tutum geliştirmesine yol açabilir.
• Başarısızlığın başta gelen nedenlerinden biri de anne
babanın çocuk ile birlikte yeterince zaman geçirmemesidir. Özellikle babalar
işlerinden dolayı çocuklarına zaman ayıramadıklarını öne sürerek onlarla
ilgilenmeyi reddederler. Oysaki çocukla günde yarım saat bile olsun birlikte
oynamak, kitap okumak, çeşitli faaliyetler yapmak, sohbet etmek, dersleriyle
ilgilenmek, her açıdan iyi sonuçlar verir. Çocuk, anne ve babasıyla kaliteli
zaman geçiremez ve paylaşımlarda bulunamazsa duygusal yoksunluk yaşar, ihtiyacı
olan ilgiyi okulda arar. Bu çocuklarda başarısızlığın yanında çeşitli uyum ve
davranış bozuklukları, öğretmenleri ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde sorunlar
görülebilir.
Anne ve babalar, sözü edilen ailesel faktörlere dikkat
etmeli ancak her başarısızlıkta hemen kendini suçlamamalıdır. Başarısızlığa
neden olacak tüm faktörler incelemeli, kendilerinden kaynaklanan nedenler varsa
bunları ortadan kaldırmak için çalışmalıdır.
Test çözmede üç unsur önemlidir.
Bilgi: Öğrenme ile kazanılır. Tekrar ile pekiştirilir. Test
çözme tekniğini kullanmanın temelini teşkil eder.
Yorum: Öğrenilen ve tekrar ile pekiştirilen bilgi ile ilgili
düşünce geliştirme veya bilgiye farklı açılardan bakabilme gücünü ifade eder.
Test çözme tekniğinin geliştirilmesini sağlar.
Hız: Kazanılan bilgiye ve elde edilen yorum gücüne ait
problemlerin zaman kısıtlaması içinde çözülmesidir. Hız, test çözerken zamanı
etkin bir biçimde kullanmanıza yardım eder.
TEST ÇÖZERKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
Her sorunun kendine has bir mantığı vardır. Test çözerken kendi mantığınızla değil sorunun
mantığına göre hareket etmelisiniz.
Soru kökünün iyi
okunup anlaşılması, daha sonra cevabın düşünülmesi gerekir. Soru kökü
anlaşılmadan cevabı düşünmeye çalışmak hızı düşürür. Zaman kazanmak için soruyu
okumadan cevap şıklarına koşmak sizi yanıltır.
Soruda sizden ne
isteniyorsa ne eksik, ne fazla isteneni düşünmelisiniz. Bazı sorular sizin için
çok kolay gelir ve cevabın böyle kolay bir şık olamayacağını düşünürsünüz. Oysa
bazen böyle kolay sorular sormak da bu
işin tekniğinin bir parçasıdır.
Her testte bilgi
düzeyinizin altında ve üstünde sorularla karşılaşırsınız. Ancak testin genelini
standart bilgi birikimi ve yorum gücü ile çözülebilecek sorular oluşturur.
Sorulara önyargılı yaklaşmamalısınız. "Bu soru zor yapamam” “Bu soru kolay
cevap x şıkkı" gibi zaman kazanmaya yönelik aceleci davranışlar kazanmak
yerine kaybettirir.
Turlu Soru Çözme
Yöntemi testteki her soruyu incelemenize yardımcı olur. Cevaplandırılmayan
soruları soru kitapçığında bir işaret veya simge ile simgelendirmek o soruların
ikinci turda daha kolay bulunmasını sağlar.
Hatalı okuma
alışkanlıkları da önemli sorunlar yaşamanıza neden olabilir. Olumsuz bir
ifadeyi olumlu olarak okumak soruyu veya cevabı hatalı düşünmenize sebebiyet
verebilir.
İnsan psikolojisi
soru içindeki ifadeleri olumlu yönde algılamaya eğilimlidir. Bu nedenle soru
formlarında altı çizili veya kalın yazı karakterli ifadeleri daha dikkatli
okumalısınız.
Soru kökünün veya
soru metninin uzun oluşu sizin için daha fazla ipucu anlamına gelir. Bu nedenle
uzun metinli sorular daha kolay çözülebilen sorular olarak algılanmalıdır.
Paragraf tipli sorularda genellikle
paragraftan önce soru kökünün okunması paragrafın ikinci kez okunması
zorunluluğunu önler. Soru kökünü okuyan zihin soruyu bu zihni hazırlıkla okuma
eğiliminde olur.
Cevabı konusunda
tereddüt ettiğiniz soruları gelişigüzel cevaplandırmak yarar değil zarar verir.
Cevap şıklarından
sorunun çözümüne gitmek de test tekniğinde önemli bir yoldur. Yüzde yüze emin
olmadığınız sorularda şıkları eleyerek doğru cevaba yaklaşabilirsiniz.
Cevap şıklarını
elerken eğer 2 şıkka indirgeyebilmişseniz bunlardan birisini seçmenizde hiçbir
sakınca yoktur. Ancak ikiden fazla şık cevap olabilecek nitelikteyse bu soruyu
cevaplandırmamanız, en azından sınavın sonlarına doğru tekrar soruya dönmek
üzere boş bırakmanız daha uygun olacaktır.
Test çözerken
sorunun doğru cevabını bulmak kadar önemli bir diğer olay da cevap olamayacak
şıkların tespit edilmesidir. Böylece çözüm alternatiflerini daha netleştirir ve
doğru şıkka ulaşabilme hızınızı daha artırırsınız.
Lise giriş sınavları
hem psikolojik gerilimi yüksek olan hem de içerik zenginliği bulunan
sınavlardır. Bu sınavlarda test çözümünü sekteye uğratan en önemli unsurlardan
birisi de sınav kaygısı ve bu yüksek kaygı düzeyinin soruları anlamayı ve
problemleri çözmeyi zorlaştırmasıdır. Test çözümü esnasında testte yer alan
konu içeriklerinin dışındaki düşünme konsantrasyonu bozar. Bu nedenle hangi
testi çözüyorsanız zihinsel içeriğinizin de o konunun sınırları içinde olması
gerekir.
Cevap şıklarında
cevaba benzeyecek bazen iki bazen üç şık bulunur. Bunlara çeldirici adı
verilir. Çeldiriciler ilk bakışta cevap gibi algılanabilir ama ufak bir
zihinsel egzersizle doğru cevabı bulmanız mümkündür. Bu tip sorularda cevap
genellikle soru metninde saklıdır.
SORU ÇÖZERKEN DİKKAT
ETMEMİZ GEREKEN BÖLÜMLER NELERDİR?
Her şeyden önce yapmamız gereken soruya yaklaşırken kendi
mantığımızla değil sorunun mantığıyla hareket etmemiz gerekmektedir. Çünkü her
sorunun kendine has özel bir mantığı vardır.
Öncelikle sorunun
okunup anlaşılması daha sonra cevabın düşünülmesi gerekir. Kesinlikle soruyu
okurken cevabı düşünmeyin. Her iki durumun birbirinden ayrılması gerekmektedir.
Soru içinde geçen
ipuçlarından yararlanmayı bilin. Bunlar; altı çizili, koyu puntoyla yazılmış,
"tırnak içinde," değildir, olamaz, her zaman, hiç bir zaman,
bütün, zaman zaman, yoktur, vardır,
birbirinden farklı, birbirine benzer, eşdeğer, birden fazla, ayrı ayrı, iç içe,
yan yana, ikisi bir arada, ana düşünce, yan düşünce, benzer düşünce, asla,
genellikle, çoğu, vb. ipuçlarıdır.
Soru hakkında
fazla bilgiye sahip değilseniz şıklardan yararlanın. Şıkları tek tek
değerlendirerek elemeye çalışın. İçlerinden doğru cevabı kestirmeye çalışın.
Eğer çok çelişkide kalıyorsanız boş bırakmanız daha iyidir. Çünkü her yanlış
cevap hem kendini hem de doğru cevaplarınızı götürmektedir. Bu da netlerinizin
düşmesine neden olmaktadır. Unutmayın ki her soru, her net önemlidir. Bir net
sizi en az 20 000 kişinin üstüne de çıkarabilir altına da düşürebilir.
Soruları okurken
hızınız kesecek olan dudak kıpırdatarak okumaktan uzak durun. Çünkü bu durum
hızınızı kesecektir.
Ve her okuduğunuz
kelimenin altını çizmeyin. Yapmanız gereken gözle okuma alışkanlığı kazanmanız
ve okuma hızınızı arttırmanızdır.
Soruları okurken
mutlaka kılavuz olarak kurşun kalem kullanın ve önemli ipuçlarının altını
çiziniz.
Öncelikle soru
cümlesini okuyarak ne istiyorsa altını çizin ve aklınızdan geçirin. Sonra metin kısmını okuyarak soruda
sizden istenen kelimelerin altını çizin.
Daha sonra şıkları elemeye başlayın.
Uzun paragraf
sorularını cevaplandırırken soru cümlesini okuduktan sonra paragraftan bir cümle okuyarak şıkları eleme yöntemini
kullanın ve bunu paragraf bitene kadar devam ettirin.
TEST ÇÖZERKEN KODLAMA KONUSUNDA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
Test çözümünde kodlama da önemli bir yer işgal eder. Soruyu
kitapçık üzerinde çözmüş olmak o soruyla olan işinizin bittiği anlamına gelmez.
Soruyu doğru çözmek kadar optik forma doğru kodlamak da önemlidir.
Kodlama her sorudan sonra yapılmalıdır. Bu asla bir zaman
kaybı değildir. Çünkü Kodlama için geçen süre bir ölçüde dinlenme sürenizdir.
Bu zaman dilimi içinde bir soru ile olan zihinsel bağınızın koparır, bir başka
soruya geçmek için zamanın geldiğini düşünürsünüz. Bu bilinç dışı bir
faaliyettir. Ayrıca sınavın ilerleyen diliminde boş bir cevap kâğıdı görmek
yerine dolu bir cevap kâğıdı görmek kendinize olan güveni sağlamanıza yardım
eder.
Zaman kazanacağım diye kodlamayı sona bırakmak sınav sonrası
yorgunluk ve dikkat dağılmasının fazlalığı sebebiyle hatalı veya eksik kodlama
riskini artırır, kaydırma yapmanıza yol açar. Her yıl %0,5 adayın kaydırma
hataları nedeniyle mağdur olduğunu unutmayınız.
TEST ÇÖZERKEN ZAMANLAMA KONUSUNDA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
Testi iyi çözmek için sadece doğruları bilmek yeterli
değildir. Verilen zaman dilimi içinde bu doğruları bulmanız gerekir. Bu nedenle
her bir soruya ne kadar zaman harcamanız gerektiği baştan planlanmalıdır.
Çok sorulu
testlerde "Turlu Soru Çözme Yöntemi" bilinen soruların çözümünü
hızlandırır. Bilinmeyen sorularla zaman kaybını önler. Aynı zamanda zorluk
derecesi biraz yüksek olan sorulara bakmayı ve bu sorular için daha fazla zaman
kullanımını sağlar.
Zaman kazanmak
için soru metni ve kökünü okumadan cevap şıklarına koşmak sizi yanılgılara
düşürebilir.
Soruları okurken
hızınızı kesecek davranışlar olabilir. Örneğin sesli okuma alışkanlığı, dudak
kıpırdatarak okumaya çalışmak, okunan her ifadenin altını çizmek gibi. Hızlı
okuma tekniklerini kullanmalı ve sınav öncesi okuma egzersizleri ile okuma
hızınızı artırmalısınız.
Sınavda zaman
kullanımını en fazla zora sokan bildiklerimiz ve bilmediklerimiz değil, biraz
bildiğimiz ya da tereddüt ettiğimiz sorulardır. Bu nedenle soru ile inatlaşmak
"bu soruyu çözmezsem ölürüm" mantığı bu testin sonunda hüsrana uğrama
riskini artırır.
HIZLI OKUMA TEKNİKLERİ
Sınavda hızlı okumak öğrenciye hem zaman hem de daha az
yorularak daha fazla soru yapma şansı verir. Okuma hızınızı arttırmak için şu tekniklere dikkat edilecek hususlar;
Göz mesafesi
okunacak materyalle göz arası en az 30 cm olmalıdır.
Gözle okuyarak,
dudaklar kıpırdatılmamalıdır.
Sorular okunurken
başka bir şey düşünülmemeli, o tür
düşünceleri düşünmek için kendinize
başka bir zaman ayırın ve o zamanda düşüneceğiniz yönünde kendinize telkinde
bulunun.
Çok parlak ve
yetersiz ışıkta okuma yapılmamalıdır. Işığın geliş yönü sol arkadan olmalıdır.
Kafa hep aynı
seviyede tutulmalıdır. İleri geri sallanılmamalıdır. Dik oturulmalıdır. Sağa
-sola veya öne fazla eğilmemelidir. Bu durumlar gözün çok çabuk yorulmasına ve
satırlar arasında kaymalara neden olabilir.
Okurken mutlaka
kılavuz olarak kalem kullanılmalıdır ama okunan her kelimenin altı
çizilmemelidir. Çok önemli kelimelerin ve ipuçlarının altı çizilmelidir.
Okuma yapılırken
gözler zaman zaman dinlendirilmelidir. Şöyle ki; Okuma yaparken gözlerinizi ara
sıra kaldırıp uzak cisimlere bakmalıyız.
Gözler ara sıra
açılıp kapatılmalıdır. Bu göz kaslarının dinlenmesini ve baş ağrısını önleyecektir.
Okuma sırasında belirli
zamanlarda kısa süreli aralar vermek gerekir. Bu arada kan dolaşımını
hızlandıracak teknikler (elleri sallamak, boynu hareket ettirmek vb.)
kullanılmalıdır.
Okuma amacınızın
olması okuma hızınızı arttıracaktır. Ne okuduğunuzu, niçin okuduğunuzu, ne
bulmak istediğinizi bilerek okumak.
Okunacak malzeme
hakkında daha önce bildiklerimizi aklımızdan geçirmemiz faydalıdır.
Okuma mekânındaki
ısı sıcaklığı ne çok soğuk ne de çok sıcak olmalıdır.
Kelimeleri tek tek
okuma yerine gruplandırarak okumalıyız.
Hızlı okuma hem anlamayı kolaylaştırır hem de daha az
yorulmamıza neden olur. Bir diğer faydası da dikkatimizi daha çok toplamamıza
yarar.
ETKİLİ ÇALIŞMA
TEKNİKLERİ
Ana, baba ve öğretmenlerin öğrenciden genel beklentisi,
onların "derslerine çok çalışıp, başarılı olmaları" yönündedir.
Beklenti böyle olunca başarısızlığın nedeni, "yeterince çalışmamak"
olarak görülmekte ve öğrenciden sürekli daha çok çalışması istenmektedir. Oysa
gerekli olan "Bilinçsizce çok çalışmak" değil; verimli ders çalışma
yollarını iyi bilerek ve bunlardan gereğince yararlanarak etkili çalışmaktır.
Verimli ders çalışma yollarını öğrenmek isteyen öğrencinin,
önce bu yönde olumlu alışkanlıklar kazanmaya kararlı ve niyetli olması gerekir.
Buna karar verdikten sonra ders çalışmasını aksatan ya da kolaylaştıran
alışkanlıklarının bir listesini yapmalıdır. Bir yandan listede yer alan olumsuz
alışkanlıklarını bırakmaya çalışırken öbür yandan da olumlu alışkanlıklarını
pekiştirmek için çaba göstermelidir. Çalışma ve denemeler, olumsuz
alışkanlıklar atılıncaya, olumlu alışkanlıklar iyice yerleşinceye kadar
sürdürülmelidir.
ETKİLİ DERS ÇALIŞMA YOLLARI NELERDİR?
I- AMAÇLARINIZI BELİRLEYİNİZ
Her çalışma bir amaca yönelik olmalıdır. Bu amaçlar, bir
problemin çözümünü öğrenmek, bir yazıdaki ana düşünceyi bulabilmek vs.
olabilir. Bunları iyi belirleyerek çalışmaya başlayan kişiler, bu yakın
amaçlara ulaşa ulaşa sınıfını geçmek, okulunu bitirmek ve sınavı kazanmak
biçiminde özetlenen uzaktaki amaçlarına da ulaşmaktadırlar.
II- PLANLI ÇALIŞINIZ
Birden çok iş ya da ders üzerinde aynı günde çalışmanız
gerektiğinde hangisinden işe başlayacağınızı bilemediğiniz ya da çalışmaya
başlamak için karar veremediğiniz anlar oluyor mu? Bu soruya yanıtınız
"evet" ise, sizin planlı çalışmayı bilmediğinizi kolayca
söyleyebiliriz. Bu tür bir durumla, yani aynı zamanda birden çok dersi
çalışmayla yüz yüze geldiğinizde, derslerden her birinin üzerinizde yarattığı
ruhsal baskı, bunlardan herhangi birine kendinizi tümüyle vermenizi
engelleyerek ve verimsiz biçimde işlerden birini bırakıp ötekine atılmanıza
neden olacaktır.
Bu tür kararsızlık ve karışıklık ancak hangi dersi ne zaman
yapacağınızı belirli bir sıraya koymakla yani "Karar Vermekle"
ortadan kalkar. İşte çalışmada plan; "nasıl", "ne zaman" ve
"nerede" çalışacağınıza karar vermek demektir.
Öğrenciler günlük ve haftalık bölümleri de olan aylık
çalışma planlarında;
1. Hangi
derslere, haftanın hangi günleri çalışacaklarını,
2. Geçmiş
konuların tekrarına ne zaman yer vereceklerini,
3. Sınav
tarihlerini,
4. Hazırlayacakları
ödevlerin neler olduğunu ve zamanını,
5. Planlarına
aldıkları, ancak çeşitli nedenlerden ötürü zamanında yapamadıkları
çalışmala-rını ne zaman tamamlayacaklarını,
6. Dinlenme,
müzik dinleme, televizyon izleme, spor yapma sinema ve tiyatroya gitme gibi
ders dışı etkinliklere ne zaman yer vereceklerini göstermelidirler.
Günlük çalışma çizelgelerinde; okulda geçen saatler, ders
çalışma, eğlenme, dinlenme, ev işlerine yardım ve uyku saatleri gösterilmiş
olmalıdır.
Çalışmaya başlayacağı zaman kendini yorgun ve isteksiz
hisseden öğrenci çalışma saatlerini yanlış seçmiş demektir. Beklemeden günlük
çalışma çizelgesinde gerekli değişikliği yap-malıdır.
III- ZAMANI VERİMLİ KULLANINIZ
Öğrenciler bedensel, zihinsel, duygusal yapıları, ilgileri
ve yetenekleri bakımından birbirle-rinden farklıdırlar. Bir öğrencinin
isteyerek çalıştığı ve hemen öğrendiği bir dersi bir başka öğ-renci zor
öğrenebilir. Bir başka öğrenciyse çabuk yorulabilir ya da çalışmak
istemeyebilir. Bu nedenle bir ders ya da konu içinde ayrılacak süre öğrenciden
öğrenciye değişir. Her öğrenci zamanı kendine göre ayarlamalıdır.
Bir saat çalıştıktan sonra araya 5-10 dakikalık dinlenme
koymak yararlı olur. Bu sayede bir saatlik çalışma sonunda dağılan dikkat ve
azalan verim tekrar kazanılır.
Ders çalışmak için gerekli gücün toplanabilmesi bakımından
eğlenmeye ve spora da za-man ayrılmalıdır. Ancak bu süre gereğinden fazla
olmamalıdır.
IV- VERİMİ AZALTICI ETKENLERİ ORTADAN KALDIRINIZ
Çalışmaya başlamadan önce, yorgunluk, uykusuzluk, ağrı,
sızı, elem duygusu, korku, öf-ke, aşırı kaygı, fazla heyecan, endişe, açlık,
aşırı tokluk, aile dertleri, normalin altında ve üs-tündeki fiziki şartlar (çok
sıcak, çok soğuk gibi) acelecilik, telaş, araç ve gereç noksanlığı gibi
etkenlerin elden geldiğince giderilmesi gerekir.
V- UYGUN BİR ÇALIŞMA ORTAMI SEÇİNİZ
Çalışma yerinin seçimi çok önemlidir. Çalışma yeri derli
toplu, yalın elden geldiğince sabit ve sakin olmalı, ayrıca ışık, ısı gibi
fiziksel sorunları da çözümlenmiş olmalıdır. Ayrı bir yerin sağlanamaması
çalışmadan kaçmanın bir nedeni olmamalı, elverişsiz koşullarda da ders
çalışmaya alışmalıdır.
Yatakta, koltukta ve divanda uzanarak çalışmak, dikkatin
toplanmasını güçleştirecek, öğ-rencinin çalışmak için daha çok zaman
yitirmesine neden olacaktır.
VI- DİKKATİNİZİ UYANIK TUTUNUZ
İnsanda dikkat her an vardır, önemli olan bunun çalışılan
konu üzerinde toplanabilmesidir. Sevilen ve ilgi duyulan bir konu, dikkatin
uyanık tutulmasına yardım eder. Daima belirli yerler-de çalışmak, gürültünün
bulunmadığı ortamlarda çalışmak, sandalyede oturarak çalışmak, masada gerekli
araçlar dışında başka şeyler bulundurmamak, çalışma yerini 18-20 derece
sıcaklıkta tutmak, işleri sıraya koymak, işleri bitirmede kendinizle yarış
kararı almak, her sefe-rinde bir çeşit işle çalışmak dikkatin dağılmasını
önleyici yöntemlerdir.
VII- DERSE HAZIRLIKLI GELİNİZ
Başarılı olmanın yollarından biri de derslerin işlenmesine
etkin olarak katılmaktır. Derslerde sürekli edilgin durumda kalan öğrencilerin
işlenen konuları anlamaları zordur. Öğrenciler okula gelmeden önce, o gün
işleyecekleri konuları gözden geçirmelidirler. Bu sayede hem derslerin
işlenişine katılmak için gerekli güveni kazanırlar, hem de öğretmenin
anlattıklarını daha kolay anlarlar.
Gerek işlenecek konulara hazırlanırken, gerekse işlenen
konular gözden geçirilirken, an-lamakta zorluk çekilen yerler belirlenmeli, bu
konularla ilgili sorular hazırlanıp, derste öğretme-ne sorulmalıdır.
Öğretmenlerin derse hazırlıklı gelen, soru soran, derse kalkan öğrencileri
da-ha çok sevdikleri de unutulmamalıdır.
VIII- NOT TUTUNUZ
Öğrencilerin büyük bir kısmı not tutma tekniğini
bilmemektedir.
Not tutarken;
1. Anlatılanlar
öğretmenin ağzından çıktığı gibi değil, anlaşıldığı gibi yazılmalıdır.
2. Öğretmenin
anlattığı konunun ana fikri ve anlamları kavranıncaya kadar beklenilmelidir.
3. Zamanın
çoğu yazmakla değil, dinlemekle, fikirleri kavramaya çalışmakla geçmelidir.
4. Konu;
grafik, şekil, istatistik vb. bilgilere dayalı olarak anlatılıyorsa notlar
arasına bunlarda alınmalıdır.
5. Önemli
fikir ve paragrafların aynen yazılmasında fayda vardır.
6. Yazıların
düzgün ve okunaklı olmasına önem verilmelidir. Önce müsvette yapma, sonra
temize çekilme yoluna gidilmelidir.
IX- ARAÇ - GEREÇ VE KAYNAKLARDAN YARARLANINIZ
Öğrenci, herhangi bir konunun öğrenilmesinde, basılı
araçlara ne kadar baş vurursa, öğ-renme ilgisi ve zihinsel yetileri de o kadar
çok genişleyecektir.
Basılı öğrenme araçlarından yararlanmada çizelge grafik,
harita ve resimlerin özel bir önemi vardır. Bunlar sayfalarca anlatılan
bilgileri topluca ve bir arada vererek o konunun kavranmasına yardımcı
olmaktadırlar.
X- VERİMLİ OKUYUNUZ
Okuma, öğrenmenin en temel yoludur. Öğrenmede hızlı okuma
önemli ve gereklidir. Hızlı okumayla hem okunanlar daha iyi anlaşılır, hem de
zamandan kazanılır. Okuma hızı lise öğrencileri için yaklaşık 200 - 250
sözcüktür. Bu hız okunulan yazının niteliğine ve okumanın amacına göre
ayarlanmalıdır. Vakit geçirmek amacıyla bir hikaye veya roman okurken okuma
hızı oldukça yüksek olabilir. Ama okuma yorum yapma, eleştirme özet çıkarmak
için yapılıyorsa okuma hızı yavaş olmalıdır.
Hızlı okumanın en önemli yolu sesiz okumadır. Sessiz okuma
hızı arttırdığı gibi anlamayı da kolaylaştırır. Hızlı ve anlamlı okuma becerisi
kazanabilmek için bol bol okuma çalışmaları yapılmalıdır. Önce gazete, öykü ve
roman gibi şeylerle işe başlamalı giderek boş zamanları okuyarak de-ğerlendirme
alışkanlığı kazanılmalıdır.
XI-ARALIKLI TEKRARLAR YAPARAK UNUTMAYI ÖNLEYİNİZ
Öğrenilenler zamanla unutulabilir. Unutmayı önlemenin iki
yolu vardır. Bunlardan biri öğre-nilen bilgileri yeri geldikçe kullanmak,
diğeri de aralıklı olarak tekrar etmektir.
Öğrenciler öğrendiklerini yeri geldikçe kullanırken hem
bunların işe yaradığını görecekler, hem de yeni bilgiler edinmeye motive
olacaklardır.
Aralıklı olarak yapacakları tekrarlar sayesinde ise bir
taraftan eski öğrendiklerini hatırlarken diğer yandan da sınavlara her an hazır
durumda olacaklardır.
ZAMAN DÜZENLEME VE PLANLI ÇALIŞMA
Çaba, enerji ve zamanı en ekonomik şekilde kullanmak
istiyorsak bir programa bağlanmalıyız. Zamanı boşa geçirmek, yaşamı boşa
geçirmektir. Ve boşa geçen zaman asla telafi edilemez.
Bazı öğrenciler için özellikle derslerin başlangıcında
çalışmaya düzenli bir biçimde yoğunlaşma zor gelir. Bu zorluk genellikle uzun
süreli planlama ve çalışma programının yokluğundan kaynaklanır. Öğrenciler
zamanlarını planlamayı ve bunu yazılı hale getirmeyi önemli bulmazlar. Oysa
yapılan çalışmalar derslerdeki başarı ile gerçekçi planlama arasında önemli
ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Aşağıda verilen durumlar bir çoğumuza tanıdık gelebilir;
• Arkadaşlarınız
birlikte sinemaya gitmeyi önerdi. Bu filmi görmeyi çok istiyordunuz fakat
ödevinizi bitirmek zorundasınız.
• Önemli
bir sınavdan önceki gece. Çalışmaya başlamanız gerek ama okunacak çok yer var.
Zaman yeterli değil.
Tüm zamanınızın nereye gittiğini merak ediyor musunuz ?
Çalışmalar ve ödevler son anda mı kalıyor ? Sınavdan veya ödev teslim
tarihinden önce kendinizi baskı altında hissediyor musunuz ? Zamanınızı kontrol
etmek ister misiniz ?
Zamanı iyi planlamak sizin elinizdedir. Zamanı akıllıca
kullanmak sizi daha başarılı kılacak ve düşündüğünüzden daha fazla zaman yapmak
istedikleriniz için size kalacaktır. O halde zamanı planlamayı öğrenin ve bunu
uygulamak için istekli ve sabırlı olun. Unutmayın eski alışkanlıklardan
kurtulmak zaman alır ve palanlı yaşamak başlangıçta çok zor gelebilir. Bu
nedenle kendinizi zorlamanız gerekir. Katlanacağınız kısa süreli sıkıntı daha
sonra sizi mutlu ve başarılı yıllara götürecektir.
Öğrenciler çalışma planı hazırlamadan önce ders çalışma
süresi, çalışılması gerekli dersler v.b. konularda öğrenme ilkelerini bilmek
zorundadır. Bu ilkeler;
1. Çalışma
planı hazırlarken hangi dersin hangi saatte çalışılacağı karalaştırılmalıdır.
Zor yada ağır öğrenilen dersler için en verimli saatlerin ayrılması uygundur.
Zihnin uyanık ve çanlı, konsantrasyonun en yüksek olduğu zamanlar en verimli
saatlerdir. Çalışma için en verimli ve canlı, konsantrasyonun en yüksek olduğu
zamanlar en verimli saatlerdir. Çalışma için en verimli saat bireylere göre
değişebilir. (sabah erken, okul dönüşü, akşam yemeğinden sonra vb. ) Öğrenci
bir hafta kendini gözleyerek en verimli saatleri saptayabilir. Genel olarak
bedenin dinlenmiş ve zihnin öğrenmeye açık olduğu saatler verimli kabul
edilmektedir. Günün sonuna daha mekanik ve rutin işler bırakılabilir. Bu tür
etkinlikler fazla yoğunlaşmayı gerektirmez ve birey yorulunca bırakabilir.
2. Çalışma
planında her derse belirli bir süre ayrılmalıdır. Bu süre dersin zor yada kolay
oluşuna, çalışılacak konunun uzunluğu veya kısalığına, öğrencinin konu ile
ilgili ön bilgisine ve çalışma yöntemine (okuma,yazma,yineleme) göre değişir.
Genellikle bir saatlik dersin ödev ve çalışılması için iki-üç saat ayrılması
önerilir. Öğrenci planı uyguladığı ilk haftayı deneme haftası olarak görmeli ve
çalışmayı planladığı dersin başlangıç ve bitiş saatlerini kaydetmelidir.
Böylece hangi derse ne kadar sürede çalışıldığı saptanacaktır.
3. Çalışma
sürelerinin çalışma planında aynı saatlere yerleştirilmesi gerekir. Böylece o
saatlerde çalışma alışkanlığı kazanılacak ve çalışmaya dikkatin toplanması
kolaylaşacaktır. Ayrıca alışkanlık haline geldikten sonra aynı saatte
çalışılmazsa gerginlik duyulacak ve gerginlik çalışılmaya başlandığı zaman
ortadan kalkacaktır.
4. Çalışma
için ayrılacak zaman saptanırken dersin sınıfta verileceği gün ve saate yakın
olmasına dikkat edilmelidir. Dersten önce ders veya konu çalışılırsa, dersin
içeriği hakkında bilgi sahibi olunur ve dersi anlamanın kolaylaşmasının yanı
sıra anlaşılmayan noktalar sorulabilir. Unutmanın en aza inmesi için de dersten
sonra yinelemek gerekir. Böylece hem unutma azalır hem de dersi izleme ve
öğrenme kolaylaşır.
5. En
verimli çalışma aralıklı çalışmadır. Ara vermeden uzun süre çalışma kadar uzun
süre dinlenme verilerek çalışmada verimsizdir. Ara vermeden uzun süre çalışma
zihnin yorulmasına ve dikkatin dağılmasına yol açar. Uzun süreli dinlenme ise
tekrar çalışmaya dönmeyi güçleştirir. Çalışma ve d,inlenme süresi dersin
özelliğine göre değişirse de ortalama olarak önerilen, 40-50 dakikalık
çalışmadan sonra 10 dakika dinlenmedir. Ancak matematik, fizik gibi dersler
çalışılırken problem çözmeden ara verilmemelidir. Ayrıca her yeni konuyu
çalışmaya başlamadan önce ara verilmelidir.
6. Birbirine
benzeyen iki ders üst üste çalışılmamalıdır. Örneğin psikoloji ve sosyoloji
dersi yerine, tarih ve matematik dersi arka arkaya çalışılırsa daha iyi olur.
Böylece öğrenilenler birbirine karışmayacağı gibi sıkıcı olmasının da önüne
geçilir.
7. Öğrenme
üzerinde en aza bozucu etki yapan etkinlik uykudur. Bir öğrenci yatmadan önce
on dakika süreyle o gün çalıştığı dersleri tekrarlayarak uykuya geçer ve sabah
güne bir gün önce yapmış olduğu on dakikalık tekrarı yaparak başlarsa,
çalıştıklarını daha iyi korur.
Verimli çalışma daha fazla disiplin ve hırsla elde edilir.
Bu demek değildir ki dinlenmek için zaman ayrılmasın. Verimli çalışmak için
dinlenmek şarttır. Çalışma planı hazırlanırken dinlenmek ve eğlenmek için zaman
ayrılmalıdır. Eğer birey kendini genellikle yorgun hissediyorsa bu durumun
nedenleri aranmalıdır. Havasız bir oda, ağır yemekler ve yeterince spor
yapmamak yorgunluğa neden olabilir. Yorgunluk ve isteksizlik nedenleri bulunur
ve değiştirilebilir. Şimdi yukarıda sayılan ilkeleri göz önüne alarak zamanın
nasıl planlanacağını inceleyelim.
Çalışma planı hazırlamadan önce öğrenci verimli ders çalışma
becerilerini kazanmalıdır. Verimli ders çalışma alışkanlıklar etkili öğrenmeyi
gerçekleştirmenin yanı sıra zamanın en verimli kullanılmasını da sağlar. Zamanı
planlamadaki ilk adım önceliklerin saptanmasıdır. Birey önce kendisi için neyin
önemli neyin önemsiz olduğuna karara vermeli veya yapmak istedikleri ile yapmak
zorunda olduklarını öncelik sırasına koymalıdır. Birçok öğrenci yapmak
istedikleri ve yapmak zorunda olduklarını gerçekleştirecek zamanı bulamaz.
Sosyal yaşamın sunduğu eğlenceler ve öğrenciliğin gerekleri arasında seçim
yapmak zorunda kalır. Örneğin, sinemaya gitmek veya geç saatte televizyondaki
bir programı izlemek, arkadaşları ile buluşmak yapmak istedikleri, ders
çalışmak, sınavlara hazırlanmak, ödev hazırlamak ise yapmak zorunda olduğu
etkinliklerdir. Bu seçimler öğrencilerde çatışma yaratır. Öğrenci amaçlarına
ulaşmada engellenme yaratan çatışmalardan kurtulabilmek için önceliklerini
belirlemeli ve şu soruları yanıtlamalıdır. Benim için bu etkinlikler içinde en
önemlisi hangisidir ? Hangi etkinliklerden vazgeçebilirim ? En az önemli olan
etkinlikler hangisidir ?
Önceliklerin net bir biçimde saptanabilmesi için şöyle bir
uygulama yapılabilir:
Yönerge: Gelecek bir hafta için planlarınızı düşünün. Yapmak
istediğiniz ve yapmak zorunda olduğunuz etkinlikleri listeleyin.
ETKİN DİNLEME
Dinleme bir beceridir. Ve bu beceri birtakım ilke ve
yöntemlerle çok daha etkili bir şekilde kullanılabilir. İnsan iletişiminin
yaklaşık %90 ı sözel olarak yapılmaktadır. Bu iletişinin ancak yarısı kısa bir
süre sonra hatırlanabilir. Aradan daha fazla zaman geçtiğinde ise %20-25 ini
bile zor hatırlarız. Bütün bu nedenlerden dolayı etkili dinleme ilke ve
yöntemlerini öğrenmek ve bunları uygulamak daha da önem kazanmaktadır.
Etkili dinleme sadece söylenilenleri duymak değil, aynı
zamanda bu söylenenleri önemli bulmak, kavramak ve değerlendirmektir. Ayrıca
etkin dinleme aktif bir süreçtir.
Olaya bir de başka bir boyuttan bakalım. Etkin dinleme
öğretmen-öğrenci ilişkilerini de olumlu bir yönde etkiler. Öğretmen genellikle
kendini dinleyen ve dinlediğini çeşitli biçimlerde belli eden öğrencilere daha
fazla ilgi gösterir ve onlara dönerek konuşur. Öğretmen dersi anlatırken
dinleyicilere ihtiyaç duyar. Bu nedenle başını sallayan, not tutan, dikkatini
yoğunlaştıran aktif öğrencilere daha fazla ilgi gösterir.
Öğetmenin sınıf içindeki en önemli görevlerinden biri
öğrenciye bilgi aktarmaktır ve bunu öğretmen genellikle anlatarak
gerçekleştirir Öğrenci ise öğretmenin bu anlattıklarını anlamak amacıyla
dinlemektedir. İşte önemli olan da öğrencinin bu dinleme işlevini nasıl yaparsa
daha başarılı olacağıdır.
Etkin bir dinleeyici olmak için "İFİKAN" adlı bir
yöntemi uygulayabiliriz.
Bu yöntem;
• İ -
İleriye
• F -
Fikirler
• İ -
İşaretler
• K - Katıl
• A -
Araştır
• N - Not
tut olmak üzere 6 basamaktan oluşmaktadır.
Bu basamakları kısaca açıklayalım.
Öncelikle ileriye bak basamağından başlayalım. Öğrenci
sınıfta öğretmenini dinlerken, öğetmenin anlattıklarından yola çıkarak daha
sonra neler söyleyebileceğini tahmin etmeye çalışmalıdır. Bu da öğrencinin
dikkatinin dağılmasını engeller ve öğrenciyi devamlı uyanık tutar. Hatta
öğrencinin aktif olarak katılmasını sağlar. Öğrenci daha önceden o günkü
konuları okuyarak sınfa gelirse hem anlatılanlara yabancı kalmamış olur hem de
dersteki tahminlerini daha kolay bir şekilde yapar. Bu yontemle öğrenci derste
anlatılanları daha önce okuduğu için daha kolay bir şekilde hatırlar.
İkinci olarak fikirler basamağı karşımıza çıkıyor. Bu
basamak bize önemli fikir ve düşüncelere önem vermemiz gerektiğini ve bunları
göz ardı etmememiz gerektiğini anlatmaktadır. Öğrenci öğretmenin bir ders
boyunca anlattıklarının ana fikrini bulmaya çalışmalıdır. Ders boyunca kendi
kendine bu konunun ana fikri nedir?, Burada anlatılmak istenen nedir? gibi
sorular sorması gerekir. Bu sorular öğrencinin ana fikir ve kavramları
bulmasına yardımcı olur.
Üçüncü olarak işaretler basamağına bakalım. Öğrenci sınıf
içinde devamlı uyanık olmak zorundadır. Öğretmenin hiçbir dediğini
kaçırmamalıdır. Öğretmenin işaretlerine karşı dikkatli ve uyanık olmalıdır. Bir
öğretmen konuyu anlatırken mutlaka ufak ipuçları verir. Bazı konuların üzerinde
ısrarla durur. Örneğin bir konunun önemli bir bölümünü anlatırken belirli
kelimeler kullanır, ses tonunda farklılıklar yaratarak çeşitli ipuçları verir.
Öğretmenler seslerini yükselterek ya da "burası önemli", "dikkat
ederseniz" gibi sözel vurgularla önemli noktalara işaret ederler. Bir
öğretmen hiçbir zaman bu bir sınav sorusudur demez, ama çeşitli ipuçlarıyla
bunu belli eder. Bu ipuçlarından birkaçına örnek verirsek: önemli, başlıca, can
alıcı, burada esas fikir, şunu unutmayın ki, sonuç olarak, bu sebeple, özetle
vb. ...Bu ipuçlarına dikkat edildiği taktirde öğrenci sınavda sorulabilecek
soruları tahmin edebilir.
Bir başka basamak ise "katıl" basamağıdır. Öğrenci
sınıf içinde devamlı aktif olmalıdır. Pasif bir öğrenci hiçbir zaman başarılı
olamaz. Öğrenci derse her fıratta katılmalıdır. Öncelikle derse zamanında
gelmeli, sınıfta oturacağı yeri iyi seçmeli, görebileceği, duyabileeği bir yere
oturmalıdır. Ve ders sırasında öğretmenin söylediklerine gülümseyerek,
kaşlarını çatarak, başını sallayarak olumlu ya da olumsuz tepki göstermelidir.
Böylece öğretmen de anlaşılan ya da anlaşılmayan yerleri çok daha iyi bir
şekilde görebilir. Ayrıca bu öğretmeni de memnun eder. Onun motivasyonunu
artıtırır, onu cesaretlendirir. Öğretmen dinlenildiğinin farkına varır.Oysa ki
anlattıklarına karşı hiçbir tepki göstermeyen donuk, pasif öğrenciler
karşısında öğretmen de bir şeyler anlatmak istemez. Öğrenciler öğretmene
tepkide bulunarak dersin kalitesini yükseltmekte öğrencilerin elindedir.
Beşinci olarak karşımıza "araştır" basamağı çıkıyor. Öğrenciler
nedense ders sırasında soru sormaktan çok çekinmektedirler. Ve fikirlerini,
görüşlerini rahatça söyleyememektedirler. Oysa ki bu çok yanlıştır. Ders
sırasında anlaşılmayan bir yer varsa ya da merak edilen bir soru varsa bu soru
rahatlıkla sorulmalıdır. Hiçbir şekilde çekinilecek bir durum söz konusu
değildir. Sorulara verilen cevap anlaşılmadıysa ve açıklamalar yeterli değilse,
yeni sorular sorulmalı ve açıklama yapılmasmı istenilmelidir. Eğer ders
içerisinde zaman yetmediyse, ders bittikten sonra öğretmene ya da diğer
öğrencilere de sorulabilir.
En son basamak ise " Not Tutma" basamağıdır.
Dinleme yoluyla öğrenilen bilgiler çok uzun süreler hafızada duramaz.
Öğrenilenlerin zaman zaman tekrar edilmesi gerekir. Bir öğrenci ders sonunda, o
derste dinlediğinin ancak %55 ini hatırlayabilir.Tekrar yapılmadığı sürece bu
oran bir hafta sonra %17 lere düşer. Bu yüzden not tutmanın çok büyük bir önemi
vardır. Not tutmanın iki önemli yararı vaırdır. Bunlarda birincisi eğitimin
temel şartı olan "Aktif katılımı" sağlar. Öğrenci derste pasif
durumdan aktif duruma ggeçer. Not tutma sayesinde derste devamlı uyanık olur,
dikkatini derse yoğunlaştırır ve dikkatinin dağılmasını engeller. İkinci önemli
yararı ise unutmayı engelemesidir. Unutkanlık düşmanını bizim avantajımıza
çevirerek en önemli girişim not tutmaktır. Özellikle alınan notlar eve gelince
bir de temize çekilirse hafızaya daha iyi yerleşir.
Not tutulurken dikkat edilmesi gereken bazı noktalar
bulunmaktadır.
• Öncelikle
not tutulan kağıt konusunda cömert olmamız gerekir. İleride okuduğumuz zaman
anlayabileceğimiz şekilde, boşluklar bırakılarak not tutmamız da yarar vardır.
Hiçbir zaman küçük bir kağıda sıkışık bir şekilde not tutulmamalıdır. Hatta not
tutmak için bir defter olursa daha düzenli not tutulur. Ve de sayfanın altında,
üstünde, yan taraflarında boşluk bırakılırsa buralara eksik kalan bigileri daha
sonra yazabiliriz.
• Not
tutmaya ilk günden başlanılması gerekir. Ve düzenli olarak not tutulması çok
önemlidir.
• Dinleme
ile not tutma arasında bir denge oluşturmak gerekir. Tüm dikkati dinlemeye
ayırırsak, verimli bir şekilde not tutamayız. Aynı şekilde çok ayrıntılı not
almaya kalkışırsak bu sefer de anlatılanları anlamamız güçleşir ve bu da
dinlemeyi olumsuz etkiler. Dolayısıyla dinleme ve not tutma arasındaki dengeyi
çok iyi ayarlamamız gerekir.
• Derste
not tutarken ana fikirleri, önemli noktaları not etmek çok önemlidir. Not
alırken seçici olmakta yarar vardır. Önemli noktaları belilerken öğretmen bize
çeşitli ipuçları verir. "Burası önemli","Burada esas olan",
"Dikkat ederseniz" vb. ipuçlarıyla bu bölümlerin önemini vurgular. Bu
bölümler mutlaka not alınmalı ve önemli olduğunu belirtmek için de yanına *
işareti konmalı ya da altı çizilmelidir.
• Not
tutarken zamandan tasarruf etmek ve geri kalmamak için, öğrenci kendi
anlayabileceği şekilde çeşitli kısaltmalar kullanmalıdırn. Bu kısaltmalardan
bazılarına örnek verirsek:
-ve &
-gibi .
-örneğin ör
-sonuç olarak son.ol.
-kadar =
-matematik mat
-yüzyıl yy
-birbirine 11
-buna ek olarak +
-açısından ?
• Not
tutarken öğrenci kendi cümleleriyle not almalıdır. Bu şekilde hem öğrenci
öğretmenin anlattıklarını özetleme imkanı bulur, hem de anladığı biçimde not
alma imkanı bulur. Bazı durumlarda anlatılanların aynı şekilde not alınması
gerekebilir. Ya da tahtada yazılanları aynı şekilde kaydetmek gerekebilir. Bu
durumda anlatılanlar ya da yazılanlar aynı şekilde not alınmalıdır.
• Öğrenci
not tutarken aklına takılan yerleri ya da anlayamadığı bölümleri öğretmene
sormaktan çekinmemelidir. Böylece not alırken hem eksik not alımamış olunur hem
de anlayarak not alınır.
• Öğrenci
hafızasına çok güvense bile mutlaka sınıfta öğretmen tarafından söylenen ve
vnemli gördüğü her şeyi not etmelidir. Böylece unutkanlık sonucu doğabilecek olumsuz
sonuçları engellemiş olur.
• Dikkat
edilmesi gereken en önemli noktalardan biri de tutulan notların mutlaka temize
geçirilmesidir. Öğrenci tuttuğu notları temize geçirirken bir kez daha tekrar
etmiş olur ve bu da unutmasını engeller. Eğer mümkünse tutulan notlar o gece ya
da bir sonraki dersten önce temize geçirilmelidir.
İyi dinlemek venot tutmak sadece eğitimin değil, hayat
başarısının da en önemli unsurudur. İyi bir dinleyici olmanın temel kuralı iyi
not tutmak, iyi not tutmanın yolu da iyi bir dinleyici olmaktır. Bu anlamda iyi
not tutmak ve iyi bir dinleyici olmak birbirleriyle bağlantılı iki kavramdır.
Teorikte anlatılan bu hususlar, pratikte uygulandığında
öğenciye birçok yararlar sağlar. Çok ufakmış gibi görünen ayrıntılar ileride
büyük farklar yaratacaktır. Bunu sizler de yaşayıp görebilirsiniz.
SINAVLARI NASIL ATLATIRIM?
Eğitim psikologlarından en iyi on öneri:
• Yardım
alın:
• Öğretmenlerinize
sınava nasıl çalışılabileceğini sorun.
• Çalışır
ve tekrarlarken kısa aralar verin:
• Yorgun
bir zihin iyi hatırlayamaz.
• Çalışma
programı yapın:
• En iyi
çalışabileceğinizi düşündüğünüz zamanlarda tekrarlar yapın.
• Sağlıklı
kalın:
• İyi
uyuyun ve yeterli beslenin.
• Egzersiz
yapın:
• Yürüyün,
koşun, herhangi bir sporla uğraşın.
• Olumlu
düşünün:
• Başarısızlığı
veya geleceği düşünmeyin.
• Elinizden
gelenin en iyisini yapın:
• Hiç kimse
daha fazlasını yapamaz.
• Tetikte
olun:
• Hasta
gibi hissederseniz, endişeleriniz hakkında birileriyle konuşun.
• Çok rahat
ta davranmayın:
• Sınav
konusunda biraz endişe çok çalışmanızı sağlar.
• Akıllı
olun:
• Eğer
sınavdan sonra bu konuyu konuşmak istemiyorsanız, konuşmayın. Aslında bu konuda
hiç düşünmeyin bile. Yapılan yapılmıştır. Yazdıklarınızı değiştiremezsiniz
umu yöneticilerinin atamaları
MADDE 26 – (1) Bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde;
b) Dönüştürülme yoluyla oluşan eğitim kurumu yöneticiliklerine, önceki kurum
yöneticilerinin norm kadro imkânları ölçüsünde atamaları yapılır. Dönüşen
eğitim kurumunun yönetici norm kadrosunun mevcut yöneticiden az olması
durumunda ise bu Yönetmelik eki Ek-2 Yönetici Değerlendirme Formuna göre
yapılacak değerlendirme sonuçlarına göre en yüksek puan alan yöneticilerin
ataması yapılır.
(3) (Ek üçüncü fıkra : 09.08.2011/28020 RG) Bu maddenin birinci fıkrasının (a)
ve (b) bentleri kapsamında ataması yapılan yöneticilerden daha sonra farklı
kurumlara ya da yönetim kademelerine atanmak isteyenler ile herhangi bir
nedenle görev yeri değiştirilmesi gereken yöneticilerin 7 nci ve 8 inci
maddedeki şartları taşımaları gerekir.
Ortaokullara atanan sınıf öğretmeni yöneticiler ile ilkokullara kadroları
aktarılan branş öğretmeni yöneticilerin yöneticilik görevleri üzerlerinden
alınabilir. Yönetmeliğin 29. Maddesi bu hususta açık ve nettir.
MADDE 29 Yöneticilik görevinden alınma;
(3) Yöneticiliğe atanma şartlarından herhangi birini kaybedenler yöneticilik
görevinden alınırlar.
İlgili yöneticiler yönetmeliğin 7. Maddesinde belirtilen genel atama şartlarını
kaybetmişlerdir.
ç) (Değişik : 09.08.2011/28020 RG) Atanmak istenilen eğitim kurumuna Talim ve
Terbiye Kurulu Kararlarına göre alanı itibariyle öğretmen olarak atanabilecek
bir alan öğretmeni olmak,
Değerli Eğitim işli yönetici arkadaşlarımızın dikkatine…
Norm kadro fazlası olan öğretmen arkadaşlarımızın dikkatli olmasında yarar
vardır. Lütfen şubelerimzi bilgilendirelim yardım isteyelim
Saygılarımla…..
Türkçemiz
“Bir pınar gibidir akışın senin
Duymaya doyamam güzel Türkçemiz
Seni sevenlerce yükselir yerin
Dünyayı yaşatan güzel Türkçemiz”
Bir şiirimden dizelerle söze başlamak istedim.
En önemli özelliğimiz, kimliğimizin temel taşı olan, bizi biz yapan özelliğimiz Türkçemiz üzerine yazdım bu yazıyı. Soruyorum sizlere: “Ülkemiz üzerine dönen dolapların neredeyse hemen hepsi dilimiz üzerine değil mi?..” “Neden dilimiz hedefte?”” Türkçemiz niye ihmal ettirildi yıllardır?“ „ Nasıl bu kadar Türkçe bilmeyen gençler yetişti?“Halkımızın bir bölümüne dilimiz neden bilerek isteyerek öğretilmedi veya öğrettirilmedi? „Okumuşlarımızın çoğu Türkçemize nasıl sırt döndüler?““ Bu internet Türkçesi nasıl oluştu? Sesli-sesiz harflerimizin noktalı veya noktasız olanları nasıl yok sayıldı bilgisayar yazımında?“
Aslında bu konu bizim en önemli konumuz olmalı.Her gün üzerinde konuşulmalı. Diline sahip çıkmak, bir ülke için “Olmak ya da olmamak” değil midir ?”
Türkçemiz! Dil bayrağımız!
Dil bayrağımızı bizler atalarımızın elinden emanet aldık, bu günlere getirdik…Dilimizden bir an bile düşürmedik onu, gönlümüzdeki tahttan indirmedik…Ben öğretmenim. Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu bir “Atatürk Cumhuriyeti” öğretmeni.
Ömrümüz dilimizi sevmekle, onu öğrenmekle, öğretmekle geçti…
Okula başladığımız yılları şöyle bir düşünelim:
Zaman durmuyor, oysa daha dün gibi, okula başlamamız, dilimizle okul sıralarında ilk kez kucaklaşmamız…
Kitaplarda buluşmamız, yeni ufuklara yelken açmamız…Başka dillerle tanışmamız bu arada…Başka dillerle Türkçemizi kıyaslamak imkânı bularak şaşkınlığa düşmemiz…Bizim dilimiz demek ki bu kadar güzelmiş, bu kadar akıcıymış, bu kadar bizimmiş, kanımızmış, canımızmış dememiz…
O zamanlar orta öğretimde başlardı yabancı dil dersleri. Üç dil öğrenilirdi: İngilizce, Fransızca ve Almanca. Seçmeli derslerdi bunlar. Birini seçerdin.
Çocukluktan gençliğe geçiş yıllarımızda tanışmıştık yabancı dillerle yani…
Onu diğer dillerle kıyaslama şansımız olunca , hele hele bizim gibi gurbetliğin ne olduğunu, dilinden ayrı kalmanın ne demek olduğunu yaşayarak görünce de, artık iflâh olmaz bir Türkçe sevdalısı olunuyor ister istemez….
Ömrümüzü dilimizi sevmekle, dilimizi öğretmekle, “Dilimiz kimliğimizdir!” sözünü belletmekle geçirmişiz…Ben ve benim gibi Türk öğretmenleri…
Bizler nasıl zamanında dil bayrağımızı teslim aldıysak, şimdi de bu dil bayrağımızı aldığımız güzellikte, belki daha da güzelleştirmiş olarak teslim etmeliyiz değil mi?.. Dilimizi bizim kadar sevenlere, bizim kadar dilimizin sevdalısı olan genç kuşaklara…
İşte burada duraksıyorum birden…Dilimizi emanet edeceğimiz gençlik nerede? Böyle bir gençlik yetiştirebildik mi? diyorum.
Gençliği bırakın, yetişkinlerimiz, orta yaşlılarımız, yaşlılarımız Türkçemize sahip olabildiler mi? Türkçeyi ne kadar biliyorlar? Yazımını, söylemesini, okumasını…Kurallarını, inceliklerini, ezgisini, seslerini…En önemlisi ona saygı gösteriyorlar mı?
Böyle olmasa, dilini mükemmel bir şekilde öğrense, en önemlisi onu sevmeyi bilse, Cumhuriyet okullarında adam olan bazı sözde aydınlarımız bölücü hain maşalarla birlik olup,onu terketmeyi öksüz bırakmayı düşünebilirler miydi?
Bölücü hainliğe karşı sessiz kalırlar mıydı?
Böyle düşünenlere güçlü bir sesle karşı çıkılmaz mıydı, suskun ve boynu bükük beklemek yerine…
Yıllar önce dinlemiştim. Bir dil bilimcimiz verdiği konferansta şöyle bir iddiada bulunmuştu: “Biz milletimize Türkçeyi doğru dürüst öğretemedik. Ben dilimi biliyorum, dilimi mükemmel kullanıyorum, hiç hata yapmadan yazabiliyorum diyenler de yanılıyorlar!” deyip, şöyle devam etmişti:
“Haklı olup olmadığımı denemek ister miydiniz? Çıkarın kâğıdı kalemi, söyleyeceğim şu metni yazın. Şimdi burada yazma imkânı olmayan da kendini evde denesin, bu yazıyı bir başkasına okutsun ve yazsın. Bu denemeyi ben pek çok üniversitemizde yaptım. Emin olun, bir kişi bile, yanlışım yok, ben doğru yazdım diyemedi…”
Noktalama işaretlerini söylemeden, yazdıracağı parçayı okudu sonra.
Yazdırdığı metin de öyle sıradan bir yazı değil, pek çoğumuzun ezbere bildiği Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ydi.
Başlangıç kısmı. İlk paragrafı ve ikinci pragrafın bir kısmı.
Aynı denemeyi , ben de daha sonra derslerimde lise bitirme yaşlarındaki gençlerimizle yaptım. Öğretmen arkadaşlarla denedik, toplantılarda değişik meslekteki insanlarımıza denettim…
Sonuç nasıl mıydı? Sormayın, siz de kendi kendinizi ve yakınlarınızdaki insanları deneyin, görün…
Bir dil bu kadar mı yanlış yazılır, yazımı, kuralları bilinmez, öksüz bırakılır, kuralları belli edilmez, kapanın eline bırakılır, sahip çıkılmaz, şaşırıp kalacaksınız…
En çok da bu işi meslek edinenlerin durumuna şaşırıyorum.
Gazetelerde yazı yazanlar, haber yazanlar dilimizi en iyi bilenler olmalı diyeceksiniz belki. Ne gezer…
En basit dil kurallarından habersiz kişileri buralara doldurmuşlar. Özellikle internet gazeteleri bu perişanlıkta başı çekiyor.
Bir gün en ünlü haber sitelerinden birinden haber kopyalıyorum. Haberde Almanca gazete adı geçiyor. Acaba bu yabancı kelime doğru mu yazılmış diye sözlüğü açıp baktım. Doğru yazılmış. Sonra yazıyı dikkatlice okuduğum da gördüm ki, bu yabancı kelimeler doğru yazılmış ama yazıda geçen Türkçe kelimeler, dökülüyor. Her iki kelimeden biri yanlış yazılmış. Büyük küçük yazımı yanlış. Noktalama işaretlerinin kullanımı yanlış…İfade yanlışı var. Özne yüklem uyumsuzluğu var…
Bazı ünlü yazarlarımıza son yıllarda noktalı virgül kullanma hastalığı bulaşmış. Çok nadir kullanılan ve virgül işaretinin görevi gibi görev yapan bu işaret maskaraya çevrilmiş. Olur olmaz her yerde kullanılıyor…
Bu işareti bir kez daha hatırlayalım: Yapı bakımından bağımsız, ama anlam yönünden birbirine bağlantılı bağımsız cümleleri bağlamada, virgülle sıralanan adların bir genel ada bağlanmasında kullanılır bu işaret. Virgül işareti de aynı görevi gördüğünden öyle zırt pırt kullanılmaz.
Ya o iki nokta? İki nokta yanyana işareti?
Böyle bir işareti de ilk kez bu son yıllarda farkediyorum. Bugüne dek gizlenmiş de yeni ortaya çıkmış anlaşılan(!)
Yine bazı büyük yazarlar bu iki nokta yanyana işaretini ısrarla kullanıyor. Dünyada olmayan bir işaret bulmuşlar! Bari oldu olacak patentini de alıversinler bu arada…
Ünlem işaretinden önce üç nokta yanyana kullanan da var. Üç veya daha fazla ünlem işaretini, soru işaretini yanyana kullanan da…
At atabildiğin kadar…Meydan boş ya…
Bu yanlışlar yine iyi. Büyük küçük yazımımız tam bir felâket!
İnceltme işaretimizin hali daha da beter…
Bir kaldırıldı deniyor bazı kelimeler için, bir hepsi kaldırıldı deniyor…
Bir kullanılıyor, bir kullanılmıyor bu işaret…
Kim canı ne istiyorsa onu yapıyor!
Kesme işareti de öyle! Özel isimlerin yazımı da öyle…
Yabancı dillerde isimlerin hepsi büyük harfle yazılıyor ya, o kuralı bize de uygulamaya kalkıyor bazı yabancı dil uzmanı geçinen yazarlar. Yabancı dilde öyle ama bizde öyle değil bu iş, beyler hanımlar!
Bizde tür adları yani cins isimler küçük; kişi, kuruluş, kurum yani tek olan varlıkların adları, özel isimler büyük harfle yazılır. Bu yazım kuralını da ilköğretim bitene kadar herkesin öğrenmesi gerekirdi…
Kesme işaretini kullanmada da bir karışıklıktır gidiyor. Gerekmedikçe özel adlara eklenen çoğul ekleri, li, gil gibi ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.En önemlisi dil adlarına gelen ekler ayrılmaz. Türkçemiz, Fransızcaya…gibi.
Ses düşmelerinde de kesme işareti kullanlır. N’oldu? Karac’oğlan …gibi.
Bizde siyasetçilerimiz bile bu dili yozlaştırma akımına kapılmış, uluorta yabancı sözcükleri kullanıyorlar. Kemal Anadol , TV’ye canlı yayında bağlanmış:”Flaş demeçlerle gündemde kalmak!”diyordu.
TRT, çocuk kanalına reklamlar almış. Adres veriyor:”Dabılyu dabılyu, dabılyu, terete çocuk nokta kom.” Mübarek kanal sanki Türk Devleti’nin değil, Amerika’nın ılımlı islâm kanalı! Her verdikleri reklam İngilizce sözlerle, İngilizce adlı ürünler. Her gösterdikleri film yabancı çeviri film. Her isim yabancı, her okunan ve gösterilen yazı yabancı dilden, yabancı dilin harf okunuşuyla…
Duyduğum gibi yazıyorum, okuyun bakın:
“Çocuk poni…Halfiys arabalar süpriz paketlerde…Madagaskar penguenleri hemifil kutularında…Ülker sımortten altı mini basketbol…Maks çubukları…Yopo ayıcık yumuşacık şeker…Foriyıl yavru kedi…Yumuşacık maçmilop…Kızlar, maylidıl poniden minik poli arabası…Birazdan Zula devriyesi, Zula Patrol…Oskar’a sor, Nano Çocuk’un maceraları…”
Yine ,çocuklara bir program, adı:”Bu ne bu?”
Mumdan figürler şu sesleri çıkarıyorlar:
Bu…bu…ne…ne…Özellikle « bu » sesi Türkçe’deki “bu” sesiyle, « bu » sözünün vurgusuyla değil, yabancıların çıkardıkları”bu” sesiyle veriliyor…
Türk Hava Yollarının yaptığı son reklam filmine ne demeli ?
Yabancı bir tenisçi kadın. Adı dilimizde olmayan ama bölücü maşaların can simidi gibi sarıldıkları W (çift v ) ile yazılmış. Kadın sömürge ülkesinde gezinir gibi başı yukarda, gururla gezinirken arkadan İngilizce tanıtım şarkısı çalınıyor.
Bir gün Kanal D’deki “Doktorum” programını izliyordum. Hasta hakları için dilekçe yazmayı gösterdiler canlı yayında.
Üniversite bitirmiş meslek sahibi genç bir konuk bayan tahta başına geçti. Uzman da dilekçeyi yazdırıyor. O ne? Tahtaya geçen bayan yazıyı büyük harflerle yazmaya başlamasın mı? Değil dilekçe, hiç bir yazı, eğer tabelâ yazısı, duyuru yazısı gibi özel bir yazı değilse, hem büyük harflerle yazılmaz, hem de o şekilde bitirilmez. Rica ediyor bayan bu dilekçede. Şöyle:” Tüm hasta dosyamın bir örneğinin bana verilmesini rica ederim.” Üst makamlara durum bildirilir, arz edilir, rica edilmez. Üst makamlar rica eder.
Bir iki tane de yetişmiş gençliğin Türkçesinden örnek vereyim:
Adam, internette sosyal paylaşım sitesinde mesaj tahtasına yazmış:
“aglamayı bilmeyen gözler sevmegide bilmez!”
Tut kelin perçeminden denmez de ne denir şimdi? Söze küçük harfle başlamasını mı yazalım? Yumuşak g harfini bilmemesini mi? De bağlacının ayrı yazılacağını bilmemesini mi?
“SöyLe kaç hafta yaşanıor aşk dedikleri”
Bu da bir başka mesaj tahtası yazısı. Açıp bakıyorsun sayfayı, bunu yazan yüksek öğretim görmüş. Bu da bir moda şimdi. Bir küçük harf, bir büyük harf kullanarak kelimeleri böyle garip bir şekilde yazmak.
Yine bir haber okumuştum, gençler hakkında:
Gençler için internet, “Facebook ve MSN” demek!”diye başlık atmışlardı. Liseli gençlerin, bilgisayarı, yüzde elli üç oranında yukarıdaki sosyal ağlar ve mesaj yazmak için kullandığı; ödev yapmak, araştırma yapmak için kullananların oranının ise yüzde on üç olduğunu yazmışlardı. Şimdi bu yukarıdaki MSN sözünü, baş harflerin okunmasıyla oluşturulan bu sözü çoğunluk mutlaka İngilizce okumuşlardır.(Em es en diye.)
Niye Türkçe okuyamıyorsunuz bunları hiç düşündünüz mü acaba?
Dilimizde, yabancı sözcüklerin yazımıyla ilgili de kurallar var:
Latin harflerini kullanan ülkelerle ilgili özel adlar, özgün biçimleriyle yazılır. Goethe (Göte) , Schiller(Şiller)…Pasteur(Pastör) gibi. Bu isimlerin okunuşları parantez içinde gösterilir. (Önceleri bu isimlerin okunuşları doğrudan yazılı metinlerde kullanılabiliyordu.) Öbür dillerden( lâtin alfabesi kullanmayan) gelen yabancı sözler Türkçedeki söylenişleriyle yazılır. Tolstoy, Eflatun, Konfüçyüs…gibi. Bir takım kent ,ırmak, dağ, kişi adları dilimize Türkçe biçimiyle yerleşmişlerdir. Londra, Viyana, Münih, Napolyon, Sen Nehri vb. gibi…
Sayıların yazımında da çok yanlışlık yapılıyor. Sayılar yazıyla yazılırken her birim ayrı yazılır. İki bin on yılı. Üç yüz altmış beş gün… Sayılar ek aldıklarında da kesme işaretiyle ayrılırlar.
Sayı sayarken kişiler tane diye sayılmaz, bir de bunu çok duyuyorum. Üç kişi gördüm, denir, üç tane kişi görülmez. Üç asker, beş kadın, yetmiş iki milyon insan…
Kısaltmaların okunmasında ve yazmasında da keşmekeş yaşanıyor. Kısaltmaların okunmasında adın açılmış şekli değil, harfleri okunur,ona göre de ek alır. TBMM kısaltmasının açılışı: Türkiye Büyük Millet Meclisi. Okunuşu, “ te be me me.” Ek aldığı zaman, örneğin ismin e halinde bu kısaltma kaynaştırma harfi „y“yi de alarak şöyle yazılır: „TBMM’ye“ „TBMM’ne diye değil. NATO, yabancı dilden bir kısaltmadır. Şöyle ek alır: NATO’da, NATO’ya…
Kısaltmalara nokta işareti konmaması son yıllarda yaygınlaşmaktadır. Bazı kısaltmalarda ise nokta kullanma gereklidir: Dr. (doktor), bk. (bakınız), vb. (ve benzeri) , krş. (kuruş), prof. (profesör)
Bazıları da noktasız yazılır ve küçük harfle: cm (santimetre), mm (milimetre) g (gram), kg (kilogram).
Bazı önemli kısaltmalar, büyük harfle yazılır: TC (Türkiye Cumhuriyeti), TDK (Türk Dil Kurumu), THY (Türk Hava Yolları), PTT (Posta, Telgraf, Telefon), TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri)…
Türk Silahlı Kuvvetleri: TSK
Buradaki „K“ harfinin “ke” şeklinde okunması lâzım. Türkçemizde bütün sessiz harfler „e“sesli harfinin yardımıyla okunur çünkü. Ama nasıl olduysa oldu bu harf “ka “ şeklinde okunuyor son yıllarda. Özellikle PKK terör örgütünü okurken ikiye ayrılıyoruz. Bölücü yandaşlar, „pe ke ke „diyor, biz, „pe ka ka“ diye okuyoruz.
Sözü nereden aldım, nereye getirdim. Aslında bu yazıyla dil sevgisini, dilimizin milletimizin birliği için önemini, Atatürk’ün dilimizle ilgili sözlerini, çalışmalarını ve günümüzde dilimize yapılan ihanetleri yazacaktım. Artık bir başka yazıya…
Şimdi hepinize bir teklifim var:
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin bu baş bölümünü denemek için yazın ve yazdırın bakalım. Sonucu da yorum yazarak bizlerle paylaşın…Sonuçları saklamadan, kaç yerinde yanlış yaptınız, ne yanlışlarıydı, açıkça söyleyin.( Baştan yedi-sekiz satırlık bölüm bu deneme için yeterlidir.)Bu vesileyle, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni baştan sona, doğru imlâsıyla buraya alıyorum:
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki âsil kanda, mevcuttur!
Gazi Mustafa Kemal
Nutuk- Söylev,Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1987 basımı.
Feza Tiryaki, 5 Şubat 2011
Almanca’da en çok kullanılan fiillerin İngilizce – Türkçe karşılıklarıyla listesi… Almanca fiiller…
Almanca – İngilizce – Türkçe
antworten – to answer – cevaplamak
“ich antworte nicht.”
arbeiten – to work – çalışmak
“ich erbiete heute.”
bedeuten – to mean – anlamına gelmek
beginnen – to begin – başlamak
“wann beginnt der Film?”
bekommen – to get – almak
bestellen – to order – sipariş etm, emretmek
besuchen – to visit – ziyaret etmek
“wir besuchen meine Tante in Berlin.”
bezahlen – to pay – ödemek
bleiben – to stay – kalmak
“wir bleiben hier.”
bringen – to bring – getirmek
danken – to thank – teşekkür etmek
“Ich danke Ihnen.”
denken – to think – düşünmek
essen – to eat – yemek
fahren – to travel (go) – gitmek
“Ich fahre morgen nach Dresden.”
“I am going to Dresden tomorrow.”
finden – to find – bulmak
fliegen – to fly – uçmak (uçakla gitmek)
fragen – to ask – sormak
geben – to give – vermek
gehen – to go – (yürüyerek) gitmek
“Wir gehen ins Kino.”
“We are going to the cinema.”
helfen – to help – yardım etmek
hören – to hear, listen – dinlemek
“Hörst du die Musik?”
kaufen – to buy – satın almak
kommen – to come – gelmek
“Wann kommt er nach Hause?”
kosten – to cost – mal olmak
lesen – to read – okumak
lieben – to love – sevmek
“Ich liebe dich.”
machen – to make – yapmak
nehmen – to take – almak
öffnen – to open – açmak
probieren – to try (out) – denemek
regnen – to rain – yağmur yağmak
reisen – to travel – seyahat etmek
sagen – to say (tell) – söylemek, anlatmak
schlafen – to sleep – uyumak
schmecken – to taste – tatmak
schreiben – to write – yazmak
schwimmen – to swim – yüzmek
sehen – to see – görmek
senden – to send – göndermek
setzen – to put (set) – koymak, yerleştirmek, oturmak
singen – to sing – söylemek
spielen – to play – oynamak
“Hans spielt Fußball.”
sprechen – to speak – konuşmak
suchen – to seek – aramak
“Was suchst du?”
“What are you looking for?”
trinken – to drink – içmek
vergessen – to forget – unutmak
verstehen – to understand – anlamak
warten – to wait – beklemek
wohnen – to live (in) – yaşamak, ikamet etmek
“Mein Vater wohnt in Hamburg.”
zeigen – to show – göstermek YÖK Tasarısı ve Kayıkçı Dövüşü
regnen – to rain – yağmur yağmak
reisen – to travel – seyahat etmek
sagen – to say (tell) – söylemek, anlatmak
schlafen – to sleep – uyumak
schmecken – to taste – tatmak
schreiben – to write – yazmak
schwimmen – to swim – yüzmek
sehen – to see – görmek
senden – to send – göndermek
setzen – to put (set) – koymak, yerleştirmek, oturmak
singen – to sing – söylemek
spielen – to play – oynamak
“Hans spielt Fußball.”
sprechen – to speak – konuşmak
suchen – to seek – aramak
“Was suchst du?”
“What are you looking for?”
trinken – to drink – içmek
vergessen – to forget – unutmak
verstehen – to understand – anlamak
warten – to wait – beklemek
wohnen – to live (in) – yaşamak, ikamet etmek
“Mein Vater wohnt in Hamburg.”
zeigen – to show – göstermek YÖK Tasarısı ve Kayıkçı Dövüşü
Tuncay Alp
AKP’nin “Acil Eylem Planı” içerisinde yer alan ve ilk kez
eski Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu tarafından 18 Şubat 2003 tarihinde
kamuoyuna açıklanan yeni YÖK tasarısı ile birlikte, en başta üniversite camiası
olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinde yeni ve hararetli bir tartışma
başladı. Kısa sürede alevlenen tartışma hızla büyüdü. Tasarı, 77 rektörün
imzasıyla sert bir tepkiye maruz kalınca, AKP’nin her zamanki taktiğiyle geri
çekildi. Fakat bir süre sonra bu kez de Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik
tarafından tekrar Meclis gündemine getirildi. Ancak tepkilerin dinmesi bir
tarafa, konu etrafında cereyan eden tartışma daha da genişleyip derinleşerek
hükümet ve asker-sivil bürokrasinin bazı kesimleri arasında ciddi bir gerilime
sebep oldu. Tartışmalar son günlerde gündeme gelen “Kamu Yönetimi Reformu”
konusuyla da birleşince iyice karmaşıklaştı ve tüm bunların üzerine yıllardır
devam eden “türban” meselesi de eklenince tam anlamıyla seyirlik bir hal aldı.
AKP hükümeti kamuoyunun, öğrenci kesiminin ve
üniversitelerdeki eğitim emekçilerinin YÖK’e karşı duydukları rahatsızlığı
arkasına almaya çalışarak, yasa tasarısını üniversitelerin “demokratikleşmesi
ve özerkleştirilmesi” adına hayata geçirmeye çalışıyor. Kuşkusuz yapılması
düşünülen düzenlemelerden bir kısmı, AB’ye uyum kapsamında yapılması zorunlu
düzenlemeler. Tasarının karşısında yer alan MGK, Cumhurbaşkanı ve rektörler
gibi bürokratlar ise tasarının asıl amacının laik düzeni yıkmak olduğunu ve
bunun AKP hükümetinin takiyyelerinden biri olduğunu savunuyorlar. Oysa üniversiteleri
hizaya sokmak için 12 Eylül’de yapılan gerici düzenlemeler de, bugün bizlere
demokratik kılıflarda yutturulmaya çalışılan YÖK tasarısı da sermayenin değişen
ve gelişen ihtiyaçlarının anlatımıdır. Bu tasarı, AKP’nin “Acil Eylem Planı”nda
bulunan diğer “reform” taslaklarından bağımsız düşünülemez. İş Kanununun
değiştirilmesi, Kamu Yönetimi Reformu, Kamu Personel Rejimi tasarısı ve son
olarak da YÖK tasarısı ile gerçekleştirilmek istenenler, sermayenin küresel
düzeydeki ihtiyaçlarının karşılanmasına dönük adımlardır ve birbirlerine
göbekten bağlıdırlar. Bu “reform” tasarıları devletin ve onu oluşturan
kurumların yönetsel anlamda yeniden yapılandırılmasını hedeflemektedir.
Planlanan değişiklikler, sermaye birikim sürecinin ilerlemesinin önündeki tıkanıkları
aşmak için, sermayenin önceden nispeten daha yüzeysel sömürdüğü alanlara
derinlemesine nüfuz edebilmek amacıyla giriştiği yeniden yapılanma sürecinin
bir uzantısıdır.
Öte yandan tasarıyla hayata geçirilmeye çalışılan
saldırıların asıl hedefi olan öğrenci gençliğin ve eğitim emekçilerinin geniş
bir kesimi duruma seyirci kalmaya devam ediyor. Bu kesimlerden yükselen kısık
muhalif sesler ise, tıpkı daha önceki pek çok saldırıda olduğu gibi, sınıf
temelli bağımsız politikalardan yoksun olduklarından ötürü egemen sınıfın
çeşitli kesimleri arasındaki çatışmada ortaya çıkan taraflardan herhangi
birisinin kuyruğuna takılmaktan öteye gidemiyorlar.
Hiç şüphe yoktur ki, bizler açısından, ne 12 Eylül rejiminin
mirası olan mevcut YÖK kanununun ne de sermayenin en has temsilcilerinden olan
AKP hükümetinin önerdiği yeni tasarının kabul edilebilir bir yanı vardır. Sorun
bu ikisi arasında bir tercih yapmak değil, burjuvaziden ve devletinden bağımsız
bir politika geliştirebilmektir. Bu yüzden konuyu ele alırken, öncelikle mevcut
yasanın ve yeni yasa tasarısının içeriğini teşhir etmek, ardından halihazırda
yürüyen tartışmalarda kullanılan argümanların ne anlama geldiğini açıklığa
kavuşturmak gerekiyor. Böylelikle milyonlarca genç insanı ve emekçiyi
ilgilendiren önemli bir konuda nasıl bir bakış açısına sahip olmamız
gerektiğini de ortaya koyabiliriz.
YÖK, 12 Eylül rejiminin bir kalıntısıdır
Bundan tam 22 yıl önce, 6 Kasım 1981’de, 12 Eylül cuntası
tarafından bütün üniversitelerin yönetim kurulları tasfiye edilerek yerlerine
bizzat askeri cuntanın atadığı rektörler getirildi. Yine cuntanın çıkardığı
2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile hayata geçirilen YÖK (Yüksek Öğretim
Kurulu) sayesinde de üniversiteler ve yüksek öğretim kurumlarında köklü
değişiklikler yapılarak, rejimin istediği tipte bir düzen kurulması sağlandı.
Amacını, “Yüksek öğretimle ilgili her konuda temel, ana
belirleyen olmak” ve bu amaçla “yüksek öğretim kurumlarının organize edilmesi,
eğitim ve öğretimle ilgili tüm detayların belirlenmesi” görevini yerine
getirmek olarak ilan eden YÖK’ün ilk icraatı; üniversitelerde okuyan ve çalışan
ne kadar sosyalist, devrimci, demokrat ve ilerici unsur varsa bunları
üniversitelerden dışarı atmak ve bizzat kendi elleriyle polise teslim etmek
oldu. Gerici ve baskıcı 12 Eylül rejiminin çıkardığı 1402 sayılı sıkı yönetim yasası
ile birlikte 3 binden fazla eğitim emekçisi işlerinden oldu ve son derece ağır
baskılara maruz kaldılar.
Bu anlamda YÖK’ün temel dayanağı gerici 12 Eylül Anayasası
ve rejimidir. YÖK, 12 Eylül rejiminin ruhuna uygun bir biçimde, üniversitelerde
eğitim ve öğretimle uzaktan yakından ilgili her şeyi kendi kontrolüne alarak,
ağır bir baskı uygulamaya başladı. Sadece Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Emniyet
Teşkilatına bağlı okullar bu kanunun kapsamı dışında tutulmuştu.
YÖK’ün bütün üyeleri devlet tarafından belirleniyor ve
bizzat cumhurbaşkanı tarafından onaylanıyordu.[1] Yapılan bu düzenleme ile
yüksek öğretim sisteminin tepesine YÖK oturtuluyor ve bu alanda atılacak her
adımda yegâne karar mercii olarak tayin ediliyordu. YÖK’ün bileşimi de burjuva
devlet aygıtı tarafından belirlendiğinden, üniversiteler böylece tam anlamıyla
kontrol altına alınıyor, “anarşi ve terör” ortamı sona erdirilerek,
üniversitelerde “huzur ve düzen” tesis ediliyordu!
12 Eylül cuntasının hazırladığı bu kanuna göre yüksek
öğretimin amacı, “Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türklük bilinciyle dolu,
devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline
getiren, TC devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu kabul
eden” gençler yetiştirmekti. Yeri geldiğinde hür ve bilimsel düşünceden
bahsetmekten de geri durmayan kanunun en geniş ve üzerinde çalışılmış kısmı ise
öğrencilere ve eğitimcilere öngörülen suç ve cezalardı.
Yüksek Öğretim Kanununun 53. maddesine göre, “İdeolojik
amaçlarla devletin ve milletinin bölünmez bütünlüğüne kasteden, din, dil, ırk,
sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanarak cumhuriyeti yıkmaya çalışan
faaliyetlerde bulunanlar” derhal okuldan atılıyor ve cumhuriyet savcısına
teslim ediliyordu. Ayrıca bu sebeplerle üniversiteden atılan bir öğrenci ya da
eğitimci bir daha başka bir üniversitede de okuyamıyor veya çalışamıyordu.
Okuldan atılma veya uzaklaştırma cezası almak için,
“Yükseköğretim içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve
şerefine aykırı harekette bulunmak, öğrenme ve öğretme hürriyetini, doğrudan
doğruya veya dolaylı olarak kısıtlamak, kurumların sükun, huzur ve çalışma
düzenini bozmak, boykot, işgal ve engelleme gibi eylemlere katılmak, bunları
teşvik ve tahrik etmek, yükseköğretim mensuplarının şeref ve haysiyetine veya
şahıslarına tecavüz etmek veya saygı dışı davranışlarda bulunmak ve anarşik ve
ideolojik olaylara katılmak veya bu olayları tahrik ve teşvik etmek”
fiillerinden birini işlemek yeterliydi.
Benzer şekilde öğrenciler ve öğretim elemanlarının
üniversitelerde “parti faaliyetinde bulunmaları ve parti propagandası
yapmaları” yasaklanırken, herhangi bir siyasal partiye üye olan öğrenci ve
öğretim elemanlarının üniversitelerde yönetici görevler almaları da
engelleniyordu.
Böylelikle YÖK gerçek yüzünü de teşhir etmiş oluyordu.
Kendisi baştan aşağı burjuva devlete bağlı siyasal bir kurum olduğu halde,
öğrencilerin ve öğretim üyelerinin her türlü siyasal faaliyetini
yasaklamaktaydı. Örgütlenmelerinin önüne en gerici yasaklarla türlü türlü
engeller çıkartarak onları her türlü hak ve özgürlüklerinden mahrum etmekte,
bir yandan da yetişmekte olan genç kuşağın geleceğini ipotek altına almaktaydı.
12 Eylül rejiminin bir parçası olan YÖK’ün asıl amacı,
1960’lı yıllardan itibaren hızla yükselen toplumsal muhalefetin ilerleyişini
durdurmaktı. İşçi sınıfı hareketinin siyasallaşmasına paralel olarak
üniversitelerde de öğrenci gençliğin burjuva ideolojisinden kopup devrimci
hareketin saflarına katılmasını engellemekti. Burjuvazinin çıkarları
doğrultusunda hareket eden askeri diktatörlüğün, toplumun her alanında
başlattığı karşı saldırının bir ayağı da üniversitelerdeki devrimci yükselişi
kesmekti.
Bu sayede yeni yetişen genç nesillerin bilincinde muazzam
çarpılmalar oluşmuş, tarihsel hafıza yitirilmiş, gençlik depolitize edilerek
siyasal hayatın dışına itilmiş, toplumsal sorunlara duyarsızlaştırılmış ve
pasifize edilmiş, neticede ortaya kayıp bir kuşak çıkmıştır. 12 Eylül rejimi,
politikadan ve örgütlenmekten korkan, hakları uğruna mücadele etmek yerine
edilgen bir şekilde egemen sınıfların ve devletin her dediğini hiç sorgulamadan
kabul eden, kendine ve topluma yabancılaşmış, toplumsal yaşamdan koparak
bireyselleşmiş ve atomize olmuş bir kuşak yarattı. Burjuva ideolojisinin yoğun
bombardımanı altında iyice sersemleyen insanları kendi yarattığı bu cendere ile
yıllar boyu ezerek tam da sermaye sahibi sınıfların istediği tipte bir insan
modeli yaratmıştır.
Burjuvazinin, son yirmi yıldır ciddi anlamda hiçbir
alternatifle karşılaşmadan işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde tam bir ideolojik
tahakküm kurabilmesinin önemli bir nedeni budur. Türkiye burjuvazisinin sınıf
egemenliğini devam ettirebilmesinin bir aracı olarak YÖK, kapitalist toplumda
üniversitelerin burjuva ideolojisinin yeniden-üretim merkezleri olarak işlev görme
rolünü güvence altına almakla kalmamış, bu ideolojinin gerek öğretim
görevlileri gerek öğrenciler gerekse de üniversitelerde çalışan diğer emekçiler
tarafından sorgulanmasının da önüne set çekmeyi temel misyonu bellemiştir. YÖK
bugüne kadar, burjuvazinin hakim ideolojisinin argümanı olan şovenizmin en önde
gelen savunucusu olmuş, en temel demokratik taleplerin bile dile getirilmesini
şiddetle cezalandırmış, örgütlenme ve gösteri yapma haklarını kullandıkları
için nice insanı okullardan uzaklaştırmış ve bu anlamda burjuvazinin siyasal
gericiliğinin en başta gelen kalelerinden biri olduğunu defalarca
ispatlamıştır.
YÖK’ün iki ana hedefi vardı: birincisi öğrenci gençliğin ve
eğitim emekçilerinin her türlü örgütlü mücadelesini boğmak ve bu yolla
toplumsal sorunlara en duyarlı kesimlerden birisini pasifize etmek; ikincisi
ise düzenin tekrar sağlanmasıyla birlikte üniversitelerin asıl işlevlerine
dönmesini sağlamak, yani daha fazlasıyla burjuvazinin hizmetine sunulduğu
kurumlar haline getirmek.
YÖK’ün 22 yıllık tarihi bu yönde atılmış adımlarla doludur.
12 Eylül rejimi yerini “olağan” siyasi hayata bıraktıktan sonra bile bu
adımların atılmasına devam edilmiştir. Üniversiteler polis karargâhlarına
dönüştürülmüş, uzun bir süre kurulmaları yasak olan öğrenci dernekleri
üzerindeki baskılar, bunlar yasal varlık kazandıktan sonra da eksilmeden devam
etmiştir. 1992 yılında her üniversitenin kendi bünyesinde “Özel Güvenlik
Birimleri” kurmasıyla birlikte polisin ve faşist grupların üniversitelere
kalıcı bir şekilde yerleşmesi sağlanmıştır.
Yine ANAP hükümeti döneminde (1990) 418 sayılı kanun
çıkarılarak ve harçlara %1000’lere varan oranda zamlar yapılarak, işçi ve
emekçi çocuklarının üniversitelerde okuması zorlaştırılıyordu. Öğrencilerden
alınan har(a)çlar arttıkça, devletin üniversitelere yaptığı katkı da kademeli
olarak azaltılıyordu. 1992 yılında mediko-sosyal denilen sağlık hizmetleri
tamamen paralı hale getirildi. Her geçen yıl yenileri eklenen bu tür
uygulamalarla, öğrenci gençlik içindeki sınıfsal ayrım giderek daha da
derinleştirildi. ANAP hükümeti döneminde, özel vakıf üniversitelerinin
kurulması yasalaştırılarak “bacasız fabrika” denilen bu yeni sektöre
burjuvazinin el atmasının önü açıldı. Bugün özel üniversitelerin yüksek öğretim
kurumları içindeki oranı, üniversite sayısı itibariyle yaklaşık 1/3 düzeyine
erişmiş durumdadır.
Yeni YÖK tasarısının arka planındaki gerçekler
Burjuvazi, giriştiği daha kapsamlı dönüşüm sürecinin bir
parçası olarak üniversiteleri de yeniden düzenlemek istiyor. Bu “reform”
ihtiyacının başlıca nedeni sermayenin uluslararası düzeyde giriştiği
düzenlemelerdir. Daha önce Kamu Yönetimi Reformu tartışmalarında da gündeme
gelen GATS anlaşmaları çerçevesinde verilen taahhütler bağlamında, büyük ölçüde
devlet tarafından yürütülen eğitim ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilerek
ulusal ve uluslararası tekellerin dolaysız olarak yatırım yapabileceği şekilde
düzenlenmesi de bu döneme rastlamaktadır.
Bu durumda nasıl oluyor da, sermayenin çıkarları temel
alınarak hazırlanan bir düzenleme, sermaye, hükümet ve devlet bürokrasisi
arasında böylesine sertleşen bir tartışmanın konusu olabiliyor? İşin aslına
bakılırsa, bugün Türkiye’de yalnızca üniversiteler konusunda değil, neredeyse
tüm temel toplumsal ve siyasal sorunlarda çeşitli burjuva kesimler arasında
henüz çözüme bağlanmamış bir kapışma yürürlüktedir. Gerçekte tüm kapışma, dönüp
dolaşıp mevcut devlet aygıtının ve onun çeşitli kurumlarının yeniden
düzenlenmesi noktasında yoğunlaşıyor. AKP hükümeti de bu kapışmanın ortasında
doğmuş bir hükümet olarak, hem kendi siyasal zeminini korumak ve güçlendirmek
hem de temsil ettiği sermayenin çıkarlarını geliştirmek adına zaman zaman
çeşitli denemelere girişiyor.
Bu noktadan bakıldığında, son YÖK tasarısının AKP hükümeti
açısından önemli bir siyasal anlamı var. 28 Şubat darbesiyle ordu İslamcı
çevrelere yönelik baskılarını arttırmıştı. Gerek İmam-Hatip Liselerine
getirilen sınırlamalara, gerek sekiz yıllık eğitim zorunluluğuna, gerekse de
üniversitelerde türbanın yasaklanmasına karşı tepkili kesimler, AKP hükümetiyle
birlikte bu sorunların çözüleceği beklentisi içine girdiler. AKP hükümeti hem
bu beklentileri boşa çıkarmamak zorunda, hem de devlet bürokrasisiyle köprüleri
atmaması gerektiği dersini çıkarmış durumdadır. Bu nedenle çeşitli denemelere
girişerek 28 Şubat darbesini kısmi reformlarla geriletmeye çalışmaktadır. Tüm
beyanlarına rağmen askeri ve sivil bürokrasinin bir kesimiyle aralarındaki
soğukluğu aşamayan AKP, bu meseleyi kendisi açısından bir itibar meselesi
olarak görmektedir.
30 Temmuz 2003’te yaptığı bir basın açıklamasında YÖK,
tasarının “öncelikli olarak siyasi amaçlı” ve “üniversiteler üzerinde siyasi
otoritenin etkisini ve müdahalesini arttırmaya yönelik” olduğunu, “bugünküne
göre çok daha merkeziyetçi bir yapı” öngördüğünü ifade etti. Hiç kuşkusuz
tasarının siyasi bir amacı söz konusudur. Ancak bunun tam da YÖK tarafından
garipsenmesi tam bir ikiyüzlülüktür. Çünkü bizzat YÖK bir “siyasi amaçla”
üstelik de askeri diktatörlüğün siyasi amaçları doğrultusunda kurulmuş bir
kurumdur. O halde bu ifadenin anlamı olsa olsa siyasi otoritenin el
değiştireceği ve bu elin hükümetin eli olacağı korkusudur. Demek ki YÖK başkanı
Kemal Gürüz’ün ve altındaki ekibinin feryatlarının sebebi kendi kişisel
çıkarları olduğu kadar, arkalarındaki ordunun mevcut statükoyu koruma
refleksidir. Üniversite profesörlerinin “Ordu Görev Başına” şeklinde
pankartlarla alanlarda arz-ı endam etmeleri, gerçekte kimin çıkarlarının
temsilcisi olduklarını yeterince açığa çıkartıyor.
Nitekim AKP’nin sunduğu tasarı ile yapılması düşünülen değişikliklerin
başında, mevcut düzenlemede yüksek öğretim sisteminin tepesindeki idari organ
olan YÖK’ün yerine ÜAK’ın[2] geçirilmesi, YÖK’ün daha ziyade bir akademik
kurula ve koordinasyon organına dönüştürülmesi ve bunların üyelerinin
belirlenmesinde ağırlığın cumhurbaşkanlığından başbakanlığa –yani AKP
hükümetine– devredilmesi hedefi gelmektedir. Örneğin eski haliyle YÖK’ün 7
üyesini cumhurbaşkanı, 7 üyesini başbakanlık, 1 üyesini MGK ve 7 üyesini de ÜAK
belirlerken, yeni düzenlemeyle birlikte 6 üye ÜAK, 8 üye başbakanlık, 1 üye
yine MGK ve 2 üye cumhurbaşkanlığı tarafından belirlenecektir. Ancak YÖK’e
seçilen tüm bu üyelerin ÜAK içinden seçilmesi zorunludur. Böylece yüksek
öğretim kurumlarında görev yapan bütün rektörlerin doğal üyesi olduğu bir kurul
olarak ÜAK, yüksek öğretimin ana politikalarının belirlenmesinde en yetkili
organ haline gelmektedir. Ayrıca mevcut haliyle Milli Eğitim Bakanı YÖK’e
sadece gözlemci olarak katılabilirken, yeni tasarıda bakan YÖK’ü istediği zaman
toplayıp başkanlık edebilmektedir.
Bugünkü YÖK yönetimi, hükümetle yürüttüğü tartışmalarda, 28
Şubat darbesinin bekçiliğine soyunmuş olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Nitekim
ordunun uşağı durumundaki YÖK profesörlerinin tasarıda karşı çıktıkları
maddelerin orduyu (yani sözde laikliği ve Kemalist ideolojiyi) savunma
refleksiyle sınırlı olması bu durumun kanıtıdır. Oysa tasarı bu maddelerle
sınırlı değildir! Ne var ki geri kalan maddelerde, profesörlerinden
cumhurbaşkanına, generallerinden başbakanına kadar tüm burjuva unsurlar hem fikirdirler!
Ne de olsa, iş, kapitalist dişlilerin daha iyi dönmesini sağlamak, işçi
sınıfını daha yoğun sömürebilmenin yollarını bulmak ve emekçilerin ve devrimci
öğrencilerin mücadelesinin önüne set çekmek oldu mu, tüm egemenler domuz topu
gibi birleşmesini de biliyorlar!
Biz tepede dönen tüm bu kayıkçı kavgasını şimdilik bir
kenara bırakıp, yeni tasarıyla birlikte yapılması planlanan değişikliklere göz
atmaya devam edelim. Bunlardan birincisi, oluşturulması düşünülen “Sosyal
Konsey”dir. Konseyin üyeleri kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve
işçi, işveren sendikaları gibi sivil toplum örgütleri tarafından seçilecektir.
Konsey yüksek öğretim alanında yapılacak yatırımların planlanması,
üniversitelerin ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlandırılması, üniversite-sanayi-STK
(Sivil Toplum Kuruluşları) arasındaki ilişkinin geliştirilmesi gibi konularda
kararlar alacak ve bu kararlarını öneriler halinde üniversite yönetimlerine
iletecektir.
Sosyal Konseyin bileşimi, ne tür bir işleve sahip olacağı
konusunda yeterli ipuçlarını vermektedir. Konsey öncelikle üniversitelerin
yürütecekleri bilimsel çalışma ve projelerin hangi alanlarda ve yönde olacağını
belirleyecek, ihtiyaç duyulan işgücünün yetiştirilmesi ve üniversiteler ile
çeşitli sektörler arasında işbirliğinin sağlanması ve öğrencilerin çeşitli
sorunlarının çözümlenmesi hususlarında tavsiye kararları alacaktır. Bunun
anlamı öncelikle büyük tekellerin ve sermaye kuruluşlarının ihtiyaçları
doğrultusunda bilimsel araştırmalar yapılmasıdır. Kuşkusuz bunun karşılığında
bu kuruluşlar da bu hizmetin karşılığı olan bedeli, yapacakları bağışlar ve
yardımlar biçiminde ödeyeceklerdir. Gerçekte yapılmak istenen, 1990’lı
yıllardan itibaren fiilen başlamış olan bu uygulamayı, tüm yasal engellerden
arındırmak ve daha rahat ve açık şekilde yürütebilmektir. Böylelikle
üniversitelerin temel görevi olan bilimsel araştırma ve geliştirme
faaliyetlerinin kapitalist sistemde sahip olabileceği yegâne işlev de çıplak
bir şekilde ortaya konulmuş oluyor; sermayenin ve burjuvazinin çıkarlarını
gözeterek, kapitalistlerin kâr ve rekabete dayalı sistemde daha fazla
artı-değer sömürüsü yapabilecekleri biçimde bilimi ve teknolojiyi geliştirip
onların hizmetine sunmak.
Öte yandan, kapitalist sistemde üniversitelerin asli
görevlerinden bir diğeri olan sermayenin ihtiyaç duyduğu alanda ve oranda
kalifiye işgücü yetiştirilmesi görevi de, yine Konsey aracılığıyla bizzat
sermaye kuruluşlarının temsilcileri tarafından üniversite yönetimlerine tavsiye
edilecek ve böylece üniversiteler ile sermaye arasında tam bir işbirliği
sağlanmış olacaktır.
Ne var ki, üniversitelerin bu işlevi de yeni değildir. Söz
konusu olan, kapitalizmde öteden beri varolan bu işlevin daha da mükemmel ve
derinleşmiş bir biçimde yerine getirilmesini sağlamaktır. Zaten kapitalizm
varolduğu sürece üniversitelerin daha farklı bir işleve sahip olması da mümkün
değildir. Kapitalizm, toplumun değil sermayenin ihtiyaçlarının karşılanması
üzerine şekillenen bir toplumsal yapıya sahiptir. Bu yapı içerisindeki bir
kurumun toplumun genelinin çıkarlarına göre davranmasını beklemek, iyimserliğin
sınırlarını aşan bir hayalcilikle veya olsa olsa kapitalizmin doğasını
kavrayamamış olmakla tanımlanabilir.
AKP hükümetinin sunduğu yeni YÖK tasarısına baktığımızda,
tasarının içeriğinin hiç de demokratik olmadığını rahatlıkla görebiliriz.
Tasarıda yer alan disiplin yönetmeliğinin içeriği de bunun bir göstergesidir.
Disiplin yönetmeliği mevcut kanuna göre ceza gerekçeleri ve usullerinin
üzerinde çok daha ayrıntılı ve titizlikle durmuştur. Örneğin uyarma, kınama
gibi disiplin cezalarına bir yenisi eklenmiştir: aylıktan kesme. Bu cezanın
uygulanması için gereken şartlar arasında, 1-3 gün arası işe gelmemek, görev
yeri sınırları içerisinde herhangi bir yeri toplantı, tören ve benzeri
amaçlarla izinsiz olarak kullandırmak, yükseköğretim törenlerinin programlarını
engelleyecek veya sekteye uğratacak hareketlerde bulunmak gibi sebepler de
bulunmaktadır.
Bir başka göz açıcı örnek de öğretim üyeliğinden çıkarılma
cezasıdır. Bu cezayı alan bir öğretim elemanı bir daha akademik unvanını
kullanamayacak ve öğretim mesleğine geri alınmayacaktır. Bu cezanın uygulanması
için öngörülen iki durum bulunmaktadır. a) Bir başkasının bilimsel eserinin
veya çalışmasının tümünü ya da temel-karakteristik özelliğini belirten kısmını
kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek, b) Şiddet ve terör amaçlı
bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak,
dağıttırmak veya bunları iş yerine veya iş yerindeki eşya üzerine yazmak,
resmetmek ve asmak.
Yıkıcı ve bölücü amaçlarla eğitim-öğretim ve araştırma
faaliyetlerini engelleyen eylemlerde bulunmak, şiddet ve terör eylemlerinden
arananları görev mahallinde gizlemek, yurt içinde veya yurt dışında devletin
birlik ve bütünlüğü aleyhine düzenlenen şiddet ve terör eylemlerini
tertiplemek, tertipletmek veya fiilen katılmak gibi fiillerin cezası ise kamu
görevinden bir daha alınmamak üzere çıkarılmaktır.
Eski YÖK yasasında ve yeni tasarıda ortak olan bir nokta da
öğrencilerin ve öğretim elemanlarının siyasal faaliyetlerine getirilen
kısıtlamalardır. Öğrenciler ve öğretim elemanları siyasi partilere üye
olabilmekte, fakat üniversite içerisinde parti propagandası yapamamakta ve
parti faaliyet yürütememektedirler. Üstelik bir siyasi partinin yönetim
organlarında yer alan öğrenci ve öğretim elemanı, üniversite bünyesindeki
herhangi bir yönetsel organda da yer alamazken, sistemin tepesindeki kişiler
bizzat hükümet ve devlet tarafından seçilmektedir. Burjuvazinin istediği
üniversitelerin veya toplum içerisindeki bir başka kurumun genel anlamda
siyasetten bağımsızlığı değil –ki bu imkânsızdır– kendisine kökten muhalif olan
siyasetlerden bağımsızlığıdır. Bir başka deyişle istenen, üniversitelere de tüm
diğer kurumlarda olduğu gibi burjuva siyasetinin egemen olmasıdır. Bunun en kolay
yolu da üniversiteleri burjuva devlet aygıtına bağlı, onun güdümünden çıkmayan
bir durumda tutmaktır.
Orduya karşı demokratlık taslayan AKP’nin iş gerçek
demokratik haklara geldiğinde, bu denli gerici, bu denli düşmanca bir tutum
içerisinde olması, burjuva demokrasisinin iki yüzlülüğünü bir kez daha
göstermektedir. YÖK’ün yerine ÜAK’ın veya geçici olarak düşünülen YEK’in
(Yüksek Eşgüdüm Kurulu) geçmesiyle yahut biçimsel birtakım değişikliklerle
üniversitelerde yaşanan sıkıntıların çözümlenmesi mümkün değildir. Toplumsal
yaşamın diğer tüm alanlarında olduğu gibi, üniversitelerin işleyişinde de
demokratik kazanımlar ancak işçi sınıfının mücadelesiyle bütünleşmiş bir
mücadele ile elde edilebilir.
YÖK’e karşı mücadele sınıf mücadelesinden koparılamaz
Bir bütün olarak baktığımızda sorun ne YÖK ne de YEK
meselesidir, sorun burjuva eğitim sistemidir. Kapitalist eğitim burjuvazinin
toplum üzerindeki egemenliğini sürdürebilmesinin bir aracıdır. Eğitim kurumları
burjuva ideolojisinin üretildiği ve yayıldığı ve sermayenin hizmetine sunulmak
üzere nitelikli işgücünün yetiştirildiği yerlerdir. Bu durum kapitalizmin
ortaya çıkışından bu yana böyledir ve bu niteliği gittikçe artmaktadır.
Demek ki eğitim sorunu ve bu sorunun bir parçası olarak
YÖK-YEK meselesi, kapitalist düzenin barındırdığı diğer çelişkilerden ve
problemlerden ayrı, bağımsız olarak düşünülemez. Sorunun kaynağı kapitalizmin
kendisidir ve çözümü de kapitalizmin diğer sorunlarının çözüm şekliyle
ortaktır. Kapitalist sistemde toplumsal yaşamın her alanı birbirine görünmez
iplerle bağlıdır, hiçbir sorun bağımsız ve yalıtık olarak ele alınamaz. Son YÖK
tasarısı da, 22 yıldır devam eden YÖK sorunu da bu bağlamda ele alınmalıdır. Bu
temel gerçek kavranılmayıp YÖK’e karşı mücadele, sınıf mücadelesinden bağımsızlaştırıldığı
ölçüde öğrenci gençliğin de bu sorunu aşma şansı olmayacaktır. En basit
çerçeveden bakıldığında bile sorunun muhatabı sadece öğrenciler değil aynı
zamanda eğitim emekçileridir. O halde kalkış noktası sorunun bu iki muhatabının
bir araya gelerek mücadeleyi ortaklaştırmasından geçer.
Burjuvazinin öğrenci gençliğe dönük ideolojik
bombardımanının en güçlü panzehiri öğrenci hareketinin başta eğitim emekçileri
olmak üzere işçi sınıfıyla el ele vermesidir. Tarih bize güçlü bir sınıf
hareketinin varolmadığı koşullarda devrimci bir öğrenci hareketinin de
oluşamayacağını göstermiştir. Bugün kavranması gereken en önemli nokta budur.
Bu gerçekliği kavrayamayıp sınıf mücadelesinden bağımsız bir öğrenci hareketi
düşlemek gibi hoş ama boş hayaller peşinde koşanlar, eninde sonunda ya burjuva
liberalizmine teslim olurlar ya da gittikçe marjinalleşmeyle yüzyüze kalırlar.
O halde burjuva eğitim sistemine ve onun en gerici ifadesi olan YÖK’e karşı
verilecek mücadelenin bağımsızlaştırılmak bir yana öncelikle işçi sınıfının
mücadelesiyle bağlarının kurulması gerekiyor.
18 Aralık 2003
[Anasayfa'ya Geri Dön] [Gündem/Analiz Sayfasına Geri Dön]
Ayrıca bakınız:
• YÖK'e de
YEK'e de Hayır (6 Kasım 2003)
• Temel
Görüşlerimiz ve Platformumuz
________________________________________
[1] Dönemin cumhurbaşkanının Org. Kenan Evren olduğu
hatırlanırsa YÖK’ün işlevi daha iyi anlaşılacaktır.
[2] ÜAK (Üniversitelerarası Kurul) ilk kez 1946’da
oluşturulmuş bir kurumdur. İlk haliyle kurul üyelerini üniversiteler kendi
bünyelerinden seçiyorlardı ve kurul üniversitelerdeki en üst düzey idari organ
olma fonksiyonuna sahipti. Daha sonra 1973’te çıkan bir kanun ile kurulun
görevleri arasına üniversiteler ile ilgili her türlü düzenlemeyi,
koordinasyonu, kanun tasarılarını ve yönetmeliklerini düzenlemek de
katılmıştır. Ancak 1981’de çıkartılan yüksek öğretim kanunu ile birlikte
kurulun yönetsel işlevi son bulmuş ve akademik bir organa dönüştürülmüştür. O
yıllarda askeri cuntanın iktidarını pekiştirmek için bir anlamda tenzil-i
rütbeye tâbi tuttuğu bu organ, şimdilerde AKP hükümeti tarafından tekrar eskisi
gibi bir işleve kavuşturulmak istenmektedir; bu kez de YÖK’ün
lağvedilmesiyle...
******
Öğrenci Neden Ders
Çalışmaz?
Bir yıLda ders çalışabiLmemiz için 365 gün
var.
52 gün pazarLarı kaLdırırsak 313 gün kaLıyor.
Yazın havaLarın çaLışmak için çok sıcak oLduğu
50 gün var, yani geriye 263 gün kaLıyor.
Her gece ortaLama 8 saat uyuyoruz bir sene
için düşünürsek saatLer 122 gün yapar.Geriye141 gün kaLır.
Kendimize her gün 1 saatcik zaman ayırsak 15
gün daha azaLır.KaLdı 126 gün.
Her gün yeme içme için 2 saat harcarsak 30 gün
gidiyor, 96 günümüz kaLıyor.
İyi bir öğrenci dışarı çıktığında sadece 2
saat gezip tozmaya harcasa, yılda 92 gün eder, geriye sadece 4 günümüz kaLır.
Ee sonuçta bizde insanız 3 gün de
hastalanırız, geriye 1 günümüz kalıyor.
Aaa!.. Tesadüfe bakın o gün de doğum günümüz..
*****
OKUL BAŞARISIZLIĞINDA
AİLENİN ROLÜ
İki – üç gün önce çocukların okul hayatında
bir dönemi daha arkada bıraktık. Kimi anne - babalar heyecanla, kimileri ise
kaygı ile çocuklarının karnelerini bekledi. Bazıları karneyi ellerine
aldıklarında sevindi, bazıları üzüldü, bazıları ise öfkelendi. Başarı Kavramı
Görecelidir
Karne, bir çocuğun okul
başarısının/başarısızlığının en somut göstergelerinden biridir. Ancak başarının
değerlendirilmesi her çocuk açısından farklı ele alınmalıdır. Her dönem
karnesinde 3-4 zayıf getiren bir öğrenci son aldığı karnede hiç zayıf not
getirmemişse ve diğer ders notlarını yükseltmişse, bu onun için önemli bir
başarıdır. Bu öğrenciyi takdir etmek için illaki onun Takdir Belgesi almasına
gerek yoktur.
Çocuğun okul başarısızlığı birden fazla
faktöre bağlıdır. Çocuğun fiziksel, zihinsel ve duygusal olgunluğu...vs
bireysel faktörler arasında yer alır. Ebeveyn tutumları, aile ilişkileri, evin
fiziki koşulları...vs ev ortamı ve aileden kaynaklanan faktörleri; okul araç
gereçlerinin yeterliliği, sınıf mevcudu, öğretmenin sevilip sevilmemesi...vs
okul ortamı ve öğretmenden kaynaklanan faktörleri oluşturur. Uzun süreli
hastalık, çevre değişikliği, bir yakının kaybı gibi durumlar dışsal faktörlere
örnek verilebilir. Bu faktörlerin her birisi ayrı öneme sahip olmakla birlikte,
biz burada bugün, sadece ev ortamı ve aile faktörünü ele alacağız.
Okul Başarısına Hayati Önem Atfetme
Bir çok ebeveyn için çocuğunun başarılı bir
öğrenci olması oldukça önemlidir. Bunun için ellerinden geldiğince maddi-manevi
bütün imkanları sağlarlar. Böyle de olmalıdır zaten, buraya kadar sorun yok.
Bunu sorun haline getiren ebeveynin en önemli derdinin bu olmasıdır. Her ne
kadar anne–babalar öyle olmadığını söyleseler de farkında olmadan çocuklarına
verdikleri mesaj tam da öyledir. Çocuğu okuldan geldiğinde ona ilk sorduğu soru
okulda ne öğrendiği, sınavdan kaç aldığı, ödevinin ne olduğu olan ya da çocukla
ilgilenmek deyince bütün gün onunla ders çalışmayı, ödev yapmayı anlayan,
çocuğa vereceği her ekstra şeyi alakalı olsun ya da olmasın okuldaki başarısına
bağlayan bir ebeveyn, ister istemez çocuğuna derslerinin kendileri için her
şeyden daha önemli olduğu mesajını vermektedir. Halbuki çocuk okuldan
döndüğünde önce, annesinin onu ne kadar özlediğini duymayı, arkadaşlarıyla
nasıl vakit geçirdiğini sormasını istemektedir. Anne-babası ile birlikte
geçirdiği zamanın sadece ders vaktini değil, kendisinin hoşuna giden oyun ve
aktiviteleri de içermesini ve ebeveyninin de bu durumdan memnun olmasını
beklemektedir. Hepsinden önemlisi, derslerinde başarısız olsa bile anne
babasının sevgisinden emin olmak istemektedir.
Bir çocuk için sevilmenin koşula bağlı olması
kadar zor bir durum neredeyse yoktur. Ebeveyn çocuğun diğer sıkıntıları ile
ilgilenmeyip, tamamen derse yoğunlaşırsa çocuk derslerinde başarısız olursa
sevilmeyeceğini düşünür. Bu ise çocuğun benlik saygısını düşürür. Değersizlik
ve yetersizlik hislerini yaşamasına neden olur.
Ebeveynin okul başarısını gereğinden fazla
önemsediği durumlarda çocukta olası iki davranış şekli baş gösterir. Çocuk
ebeveynin sevgisini kaybetmemek korkusuyla derslerine daha fazla özen
gösterebilir belki ama diğer taraftan da kaygı oranı yükseleceği için ders
çalışmak eziyet haline gelebilir, hatta çalışsa bile sırf kaygısından dolayı
başarılı olamayabilir. Diğer davranış şekli ise pasif saldırganlıktır. Yani
çocuğun bilerek faaliyette bulunmamasıdır. Çocuk derslerini aşırı önemseyen
anne-babasından intikam almak isteyebilir. Bununla aktif bir şekilde mücadele
edemez ve yıl sonu zayıflarla ya da düşük notlarla dolu karnesini “seve seve”
ebeveynlerine sunar. Buradan ebeveynlerin çocukların dersleri ile
ilgilenmemeleri gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Bilakis, ilgilenmelidirler.
Ancak tek ya da öncelikli ilgilendikleri konu bu olmamalıdır. Anne okuldan
gelen çocuğu ile önce hoş-beş etmeli; sıkıntılarını, sevinçlerini paylaşmalı
daha sonra ödev ve ders konusu ile ilgilenmelidir. Ailenin geleceğe yönelik
tatil, ödül, ceza... vs gibi plan ve programları tamamen ders ekseninde
yapılmamalıdır. Aksi halde bu, çocuğun omuzlarına büyük bir yük yüklemek olur.
Zayıf getirmezse oğluna bisiklet alacağını söz veren baba zayıf getirdiği
takdirde tutarlı olmak adına bisikletini almayabilir belki ama konu orada
kapanmalıdır. Çocuk tatilden mahrum bırakılarak ya da tatili zehir edilerek
uzatılmamalıdır. Bu duruma çocuk ile birlikte çözüm aranıp, bir daha ki dönem
için çocuk motive edilmelidir.
Okul Başarısına İlgisiz Kalma
Bu, yukarıda bahsettiğimizin tam tersi bir
ebeveyn tutumudur. Anne-baba çocuğun ders ve ödevlerine karşı ilgisiz davranır.
Çocukta bu durumda okul başarısının önemli olmadığı gibi bir algı oluşur ve
okulu ve başarılı olmayı önemsememeyi ebeveyninden öğrenir. Bazı durumlarda ise
çocuk başlangıçta başarılı olmak için çabalamaktadır. Ancak başarıları ebeveyn
tarafından görülmedikçe ya da görülse bile takdir edilmedikçe, çocuğun ders
konusunda motivasyonu düşer ve yine derslerini önemsemeyen bir çocuk tablosu
karşımıza çıkar. Bir grup ebeveyn ise çoğunlukla çocuğun okul durumu ile
ilgilenmeyip sadece sınav ya da karne dönemlerinde üzerine düşer. Bu durumda da
sonuç diğerlerinden farklı değildir.
Yaşadığımız dönemde, ebeveynlerin çocuğun okul
başarısına kayıtsız kalma gibi bir lüksleri bulunmamaktadır. Çünkü bu, çocuğun
okula olan ilgisini azaltır ve çocuk, vaktinden önce farklı alanlara ilgi
duymaya başlar. Bu da onun her alandaki –zihinsel, fiziksel, duygusal, sosyal -
sağlıklı gelişimine engel olabilir.
Kıyaslama
Ebeveynler zaman zaman motivasyonu arttırmak
adına çocuklarını arkadaşları, kardeşleri ya da kendileri ile kıyaslamaktadırlar.
Kıyaslanan çocuk kıyaslandığı kişi konusunda kompleks geliştirebilir, ona öfke
duyabilir ve ilişkisi bozulabilir. Daha da önemlisi benlik saygısı düşebilir.
Kıyaslayan kişiye duydukları öfke de bunun ekstrasıdır. Anne-babalar çocuğu
illa birileri ile kıyaslamak istiyorlarsa çocuğun kendisi ile kıyaslamaları en
sağlıklı ve motive edici olanıdır. Kendi başarı çizgisinde önceki zamanlara
göre nerede olduğuna dikkat çekmelidirler. Öncekine göre ilerideler ise zaten
sorun yoktur. Gerideler ise de sorun yoktur. Çünkü daha önceden kendisinin bir
şeyi başarabilmiş olduğunu görmek çocuğun kendine güvenini ve dolayısıyla
motivasyonunu arttırır.
Özetlemek gerekirse;
çocuk okul başarısı için motive edilmeli,
çocuğun okul başarısı ile ilgilenilmeli. Ancak bu ilgiyi gösterirken denge
gözetilmeli. Ayrıca her çocuk kendi potansiyeline göre değerlendirilmelidir.
Çocuğun başarısında ebeveynin beklenti düzeyi değil, çocuğun kapasitesi baz
alınmalıdır. Ortada bir başarısızlık söz konusu ise önce onun nedeni bulunmalı
ve çocuğa kızmak yerine birlikte çözüm üretilmelidir. Bir sonraki hafta, bu
konuyla ilgili genel olarak sorulan sorulara cevap verilecektir.
Görüşmek üzere.
Psikolog Canan Cantürk
** Tokat Gerçek
Eğitim Bir Sen de
isyan etmiş! Bazı haber sitelerinde yer alan bu haberde Eğitim Bir Sen‘in Milli
Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den duyduğu rahatsızlık dile getirilmekte ve “Ömer
Dinçer bizi üzdü” denmekte… Eğitim Bir Sen Ömer Dinçer’e isyan eder mi? Eğitim Bir
Sen, hükümete yakınlığıyla bilinen, bunu sık sık ifade etmekten kaçınmayan,
Ömer Dinçer’in çalışmalarını olumlu bulduklarını açıklayan, dahası 4+4+4 ile
arapsaçına dönen eğitim sisteminin proje sahibi olduklarını açıklamaktan
kaçınmayan bir sendika… Ömer Dinçer’in hayata geçirdiği her uygulamanın “sivil
toplum” ayağındaki destekçisi imajı çizen Eğitim Bir Sen‘in son zamanlarda bazı
sıkıntıları bulunmakta. Eğitim Bir Sen tarihsel misyonunu yerine getirirken
doğal olarak çalışanlardan büyük tepki toplamış, katkı sundukları
uygulamalardan mağdur olan öğretmenlerden ve üyelerinden ciddi olumsuz dönüşler
almıştı. İlk Akla Gelenler…
Hatırlanacağı gibi bir sendika olarak 1 Mayıs
meydanlarına çıkmamanın tepkisini kırmak adına alanlarda yer alan Eğitim Bir
Sen, içgüdülerine yenik düşmüş ve 1 Mayıs kürsüsünde hükümet yetkilileriyle el
ele kol kola fotoğraf vermişti. Bu da yetmezmiş gibi hükümetin her
toplantısında, çalışmasında protokol olarak yerini almaktan çekinmemişti.
Eğitim Bir Sen toplu sözleşme masasında üyelerinin
beklemediği kararlara imza atmış, bu süreçte de üyelerini “ek ödeme
namusumuzdur” gibi ifadelerle “idare” etmeyi başarabilmişti.
4+4+4 ile ilgili süreçte sadece din
derslerinin durumundan yola çıkarak her türlü olumsuzluğu görmezden gelmiş,
üyelerine “herşey çok güzel olacak” diyerek bakanlığın da dediği gibi “sabırlı
olmayı” önermişti. Bunun sonucunda okul dönüşümleri, 60 aylık çocuklar, norm
fazlası, alan değişikliği, kalabalık-yetersiz sınıflar gibi çeşitli sorunlar
karşısında sessiz kalmıştı. Hatta bunca sorun karşısında bile çıkıp “4+4+4
bizim projemizdi” diyebilmişti.
Her Zaman Bakanın Arkasındayız! Eğitim Bir
Sen, her türlü taleplerinin hükümet tarafından hızla karşılanması sonucunda
bakana hürmetini “Ömer Dinçer’in arkasındayız” açıklamalarıyla gösterirken,
gelebilecek tepkileri kırmak adına da açıklamalarına “tüm olumsuzluklara
rağmen…” ifadesini eklemeyi ihmal etmemişti.
Eğitim Bir Sen Üye Kaybediyor Eğitim Bir Sen,
Aktif Sen‘in kurulmasından ve üyelerinin taleplerine yanıt verememesinden
dolayı ciddi bir üye kaybına uğrarken “sivri” açıklamalar yapmanın zamanı
geldiğini düşünmüş olacak ki açıklamalarındaki ifadeleri sertleştirmeye
başladı. “Bakan sabrımızı taşırmasın, bakan tepkimizi ciddiye alsın, bakan
hatalı işler yapıyor, bakan doğru bir işi yanlış yolla yapıyor” gibi mağdur
öğretmenin hoşuna gidecek ifadeleri kullanmayı arttırdı. Hatta son
açıklamalarında, yakın zamanda tüm memurları etkileyecek “iş güvencesinin
kaldırılması” konusunda da zehir zemberek açıklamalarda bulundu. Fakat hafızamız
bizi yanıltmıyorsa “devlet memurluğu güvencesinin kaldırılması” teklifinin de
hükümete yine Memur Sen tarafından götürüldüğü bizzat açıklanmıştı.
Dolayısıyla toplumun bazı
hassasiyetlerini merkeze koyarak sadece bunlar üzerinden çalışmalar yapmak belki
bir kesimi mutlu ederken, sendikanın, özlük hakları, meslek onuru, nitelikli
eğitim gibi gerçek görevlerini gözardı etmesi doğru sonuçlar doğurmamakta.
Üyeler Ne Diyor? Hangi Eğitim Bir Sen‘liye dokunsak şikayet üzerine şikayet
işitmekteyiz. Kimi norm fazlası, kimi okulundan-sınıfından ayrılmış, kimi
uğradığı hakaretten, kimi ek ödemeden-maaş zammından, kimi kalabalık
sınıfından, kimi yersiz inceleme-soruşturmadan şikayetçi… Mağdurlar sürekli
eleştirmekte fakat kimsenin dili henüz bakanlığı ya da Eğitim Bir Sen‘i
eleştirmeye varmıyor. Yakınanlar henüz bazı gerçeklerle “yüzleşmeye” cesaret
edemiyor. Ayağına taş değen herkes taşa sinirleniyor ama o taşı oraya kimin
koyduğunu henüz düşünmüyor. Eğitim günden güne bakanlığın ve destekçilerinin
uygulamalarıyla içinden çıkılamaz bir yola doğru gidiyor. Her şey için çok geç
midir? Geç olmayabilir… Peki çözüm? www.egitimciyiz.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder