24 Mart 2012 Cumartesi
SOL HEP VARDI
Artık «sol bitti» diyorlar. Bunu söyleyenler geçmişte sol içinde yer almış, bugün kalemlerini iktidara satmış döneklerdir. Sol bitmedi; «sağ» ve «sol» kavramları, bir partinin mensubu olmak veya bir ideolojinin savunucusu olmak değildir. Hayata karşı bir duruştur. «Sağ» ve «sol» kavramları, 1789 Fransız Devrimi’yle birlikte ortaya çıkmıştır. Kral 16. Luis’in veto hakkını savunan üyeler oturum başkanı Mounier’in sağında, böyle bir ayrıcalığı reddeden ve kayıtsız şartsız halkın hakimiyetini isteyenler ise Mounier’in sol tarafında oturmuşlardır. Daha sonra basın bu grupları «sağcılar» ve «solcular» olarak lanse etmiştir. Bu kavramların siyaset terminolojisine girmesi böyle başlamıştır. Bu açıdan bakarsanız, solculuk, otoriteye karşı başka bir otoritenin duruşu değil, otoriteye karşı halkın muhalefetidir. Kendisine yasak edilen meyveyi yerken, Adem ile Havva nefsine uydu. O aslında bir meyve değildi. İnsanın nefsine uymasıydı. Yaratıcı, onlar aracılığıyla, insana nefs (benlik, bilinç, ego) verdiğini ve insanın eğer kendi benliğine uyarsa çukura ineceğini anlattı. Ve tiranlar giderek büyüyen benlik duygusuyla tüm dünyaya hükmetmek istediler. Yasak meyveyi yiyenler onlardır. Fravun’un mutlak hakimiyetine baş kaldıran ve İsrailoğullarını kölelikten kurtarmak isteyen Hz. Musa da solcuydu. Hahamların hurafelerine ve Roma’nın zalim krallarına ters düşen Hz. İsa da solcuydu. Kadınları kuma gömerek öldüren ve pazarda köle ticareti yapan Kureyş kabilesine karşı Hz. Muhammed de solcuydu. Halifelik koltuğunu ilahi adalete tercih eden Muaviye’ye karşı Hz. Ali de solcuydu. Babasının saltanatını sonsuza kadar sürdürmek isteyen Yezid’e karşı Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de solcuydu. Antik Yunan’da, «evrenin tek yaratıcısı vardır ve o da insan değildir, doğa-üstü bir güçtür» dediği için, çok tanrılı soysuz soylular tarafından zehirlenerek öldürülen Sokrates de, onun öğrencisi Platon da, onun öğrencisi Aristo da solcuydu. «Allah dünyayı yarattı ve insanlara verdi. Demek ki, dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. Ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim. Sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Çünkü bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır» diyen Şeyh Bedrettin de, Torlak Kemal de, Börklüce Muttafa da solcuydu. «Enel Hak» dediği için yobazların hışmına uğrayan Hallacı Mansur ve yine «Enel Hak» dediği için derisi yüzülen Nesimi de solcuydu. Yaygın inanışın tersine, imanın ve ikrarın özünü yakalayan ve farklı bir biçimde insanlığa sunan Mevalana da solcuydu. «Eline, beline, diline hakim ol» diyen Hacı Bektaşi Veli de, «ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim» diyen Yunus da, Hızır Paşa’nın ihanetiyle darağacına dimdik giden Pir Sultan da solcuydu. İnancın gücüyle dağları delen Ferhat da, aşk deryasına cesaretle dalan Şirin de solcuydu. Keloğlan da, Karacaoğlan da, dünyayla dalga geçen Nasrettin Hoca da, beylere meydan okuyan Köroğlu ve «ferman padişahınsa, dağlar bizimdir» diyen Dadaloğlu da solcuydu. Küba dağlarında Fidel Castro ile Amerikan emperyalizmine karşı direnen Che de solcuydu. «Düşünceleriniz duygularınıza, duygularınız davranışlarınıza, davranışlarınız alışkanlıklarınıza, alışkanlıklarınız değerlerinize, değerleriniz karakterinize, karakteriniz kaderinize dönüşür» diyen ve Hindistan’ın bağımsızlığı için İngiliz emperyalizmine karşı silahsız mücadele eden Gandhi de solcuydu. Emperyalizmin jetlerine öküz kağnılarıyla meydan okuyan Mustafa Kemal de solcuydu. Nazım da, Sabahattin Ali de, Aziz Nesin de, Ruhi Su da, Aşık Mahsuni de, Aşık Veysel de solcuydu. Haram yemeyen, yalan söylemeyen, üzerine kul hakkı geçirmeyen ve adı dağlara taşlara «Karaoğlan» diye yazılan şair Bülent Ecevit de solcuydu. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan da solcu, 12 Mart faşizmine karşı Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı da solcuydu. Sinan da solcuydu, Kadir de, Alpaslan da… 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğüne karşı on sekiz yaşındaki Erdal Eren de solcuydu. Biz de solcuyuz. Ortaya çıkarılan bu ikinci 12 Eylül diktasına karşı solcuyuz. Sol, bir duruş, bir bakış, hayatın olumsuzluklarına karşı bir direniştir. Sol, haksızlığa ve adeletsizliğe karşı, hak ve adalet ister. Sömürüye karşı eşit paylaşım ister. Savaşa karşı barış ister. Esarete karşı özgürlük ister. Bu kültürü asla yok edemezler. Sol, granit dağları gibi dikilir faşizmin karşısına. Bugünkü iktidar, kendisini «ilerici, değişimden ve açılımdan yana» olarak lanse ederken, muhaliflerini de «statükocu, tutucu» olarak lanse ediyor. Buna ancak 12 Eylül 1980 sonrası yetişen tuhaf bir kalabalık inanıyor. Oysa 2000’li yıllarda ülkemizde yaşananlar, devrimci Mustafa Kemal’e karşı kumdan kaleler gibi yükselen bir karşı devrim hareketidir. Bu hareket, çıkar ilişkilerine dayanan şişirilmiş bir balondur. Tutucudur. Yobazdır. Amerikan emperyalizmiyle işbirliği yapan yeni sermaye sahiplerinin, eski sermaye sahipleriyle hesaplaşmasıdır. Bunlar, Türkiye’nin yeni zenginleri, yeni çehresi, yeni utancıdır. Biz hâlâ solcuyuz, taa yaratılışın başlangıcından beri… Şimdi daha sağlam solcuyuz, çünkü sol, zincirlerini kırarak, hapsedildiği ölüm hücresinden çıkıyor, insanlık tarihi boyunca kökleri asırlara uzanan gerçek mirasına ve kimliğine kavuşuyor. Fakat «sağ» ve «sol» kavramları bu görkemli bütünsellikte zaten kaybolur. Anlamını yitirir. Hayatı dengeleyen pozitif ve negatif güçler olarak, sahnede yine «siz» ve «biz» kalırız. Bu güçler, insanlık tarihinin başlangıcından beri vardı. Sonsuza kadar da olacak. Çünkü biz halkız. Biz, geleceğin umutları, hayalleri, özlemleri, düşleriyiz... Bizi nasıl yok edeceksiniz ki? Che’nin dediği gibi, bir çiçeği öldürebilirsiniz, ama baharı yok edemezsiniz. Vehbi Bardakçı Aydınlık, 26 Eylül 2011
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder