21 Mart 2012 Çarşamba

NECİP FAZIL!ATATÜRK DÜŞMANI

VAHDETTİN DOSTU-
Vatan Haini Değil-Büyük Vatan Dostu Vahidüddin

Erkan Acar
26 Temmuz 2005-Zaman

Necip Fazıl Kısakürek'in yasaklı kitabı "Vatan Haini Değil-Büyük Vatan Dostu Vahidüddin" yeniden basılıyor.


Bu kitap nedeniyle Kısakürek, 1983 yılında hapse girecekken 79 yaşında vefat etmişti. Vahdettin'i savunduğu için mahkûm olarak ölen Kısakürek'in söz konusu kitabı, hâlâ yasaklılar listesinde. Kısakürek'in oğlu ve Büyük Doğu Yayınları'nın sahibi Mehmet Kısakürek, kitabı bedeli ne olursa olsun basacağını söylüyor.

"Vatan Haini Değil-Büyük Vatan Dostu Vahidüddin" isimli kitabı Kısakürek, 1968 yılında yayınlamıştı. Kitap daha önce araştırma dizisi olarak Bugün gazetesinde yayınlandı. Birinci baskısı tükenmek üzereyken toplatıldı ve hakkında takibat başlatıldı. Kitabı incelemek üzere bir bilirkişi oluşturuldu. Bilirkişi, 'Kitapta söylenenler hayal ürünüdür, ama herhangi bir suç unsuru yoktur.' diye rapor verdi. Ankara, ikinci bir bilirkişi heyeti tayin etti. Bu heyetten de benzer bir rapor çıkınca, Kısakürek 1971'de beraat etti. 1972 yılında beraat kararı Yargıtay tarafından temyiz edildi. 1973'te mahkumiyet kararı çıktı. 1974'te Af Kanunu, olayı askıya aldı. 1975 yılında kitap yeniden basıldı. Yine takibat başlatıldı. 1976'da, üçüncü baskı yapıldı. 1977'de yeniden toplatma kararı alındı ve takibata geçildi. 1979'da üçüncü kez bir bilirkişi heyeti oluşturuldu. 1980 yılında dördüncü bir bilirkişi teşkil edildi. Heyetler, kitapta suç unsuru bulunmadığı yönünde rapor verdi.

12 Eylül darbesinden sonra Necip Fazıl ile ilgili mahkumiyet kararı 1982 yılında Yargıtay tarafından onandı. Fakat, kararın infazı 4 ay tehir edildi. Aynı yıl içerisinde Adli Tıp Kurumu, Necip Fazıl'ın Anayasa'da öngörülen cezanın affı şartlarını haiz olduğu yönünde dönemin Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren'e bir rapor verdi. Ancak Evren, Necip Fazıl'ı affetmedi; Atatürk'ün hatırasına neşren hakaret edildiği gerekçesi ile verilen cezasın infazı yönünde talimat verdi.

Necip Fazıl, 1983 yılında hapse girmesine az bir zaman kala vefat etti. Deyim yerinde ise son padişah Vahdettin'i savunduğu için mahkûm olarak öldü. Kısakürek'in kitabı, hâlâ yasaklılar listesinde bulunuyor.

Necip Fazıl'ın oğlu Mehmet Kısakürek, babasının tartışmalı kitabını yeniden basmaya hazırlanıyor. "Bedeli her ne olursa olsun, kitabı yayınlayacağım." diyen Kısakürek, Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde hâlâ kitap yasaklamalarından söz edilmesinin hata olduğunu söylüyor.

Kurtuluş Savaşı'nı Vahdettin'in başlattığını anlatıyor

Necip Fazıl, 'Vatan Haini Değil-Vatan Dostu Vahidüddin' adlı kitabında, resmi tarih tezinin aksine Kurtuluş Savaşı'nı, Sultan Vahdettin'in başlattığını yazıyor. Yaklaşık 300 sayfa olan eserde, Sultan Vahdettin'in, Mustafa Kemal Atatürk'e yüklü miktarda para yardımı yaparak Anadolu'ya gönderdiği anlatılıyor. Vahdettin'in, Anadolu'da başlayan kurtuluş hareketinin başarıya ulaşması için İstanbul'da ulemayı toplayarak nasıl dua ettirdiği de kitapta ayrıntılarıyla yer alıyor.

*************
ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜNDE NECİP FAZIL NE YAZDI?

Atatürk'ün ölümünden 15 gün sonra 25 Kasım 1938’de yayınladığı yazısında "Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama sahip olabilmiş hükümdar yoktur" demesi, daha sonra
VATAN HAİNİ DEĞİL BÜYÜK VATAN DOSTU SULTAN VAHİDÜDDİN kitabını yazması ne derecede menfaatperest, iki uüzlü olduğunun işaretimidir değilmidir herkes kendisi karar versin.


Şimdi NFK'nın Atatürk'ün ölümünde ne yazdığına bakalım.

“Son on beş gündür her sabah yatağımızdan kalkıp Dolmabahçe Sarayı’nı yerinde bulduktan sonra, ona varlık ve mana izafe eden unsurun yok olduğuna inanabilmek, yaban bir idrak işkencesi; Atatürk’ten bir parça halinde kalan bir çok şey arasında onun yokluğu, merkezi olmayan bir daire tasviri gibi, içinden çıkılmaz bir muhal hissi veriyor. Fındığın kabuğunu kırmadan içini yiyen korkunç bir sihirbaz edasıyla ölüm, Atatürk’ü hüviyeti etrafındaki büyük zarfa el değdirmeksizin aldı götürdü.


Ölüm, her insanda basit bir tezahür farkı ile aynı marifeti tekrarlamasına rağmen; bu son misalde bulduğu müeyyide kudretini, bütün tarih boyunca sık sık ele geçirebilmiş değildir. Yaratıcının, bir defa bile şaşırmamaya memur sadık işçisi, bu misalde kudretinin her zamanki mevzuu ile mevzuunun bu defaki kudretini bir araya getirdi. Mahalleden bir ölü çıktığı zaman o semt, ister istemez kendisine bir alaka payı düştüğünü kabul eder. Ölümünün mücerred sirayet ve ihtarı küçük küçük bir mesafe yakınlığını, bir nevi akrabalık haline getirdi. Fakat ne de olsa ölen ne kadar içtimai ve herkese ait hüviyet taşırsa taşısın bu bağ, kan ve his yakınları karşısında, sadece yapma bir zihin telaşı uyandırmaktan ötürü bir acı duyurmaz. Bütün dünyada, kralına anası kadar yanacak kimse yoktur. Bu zalim ruh kanununa rağmen bu defa ki ölüm, vatanın her evinden çıkmış kadar göze büyük göründü. Evinizdeki bir kahve fincanının çatlaması, bize Yedikule surlarının çöküşünden daha tesirli geldiği halde; bu defaki ölümü hepimiz, fi’li ve şahsi bir mülkiyet kaybı ifadesiyle duyduk. İçtimai ölüler arasında her evin ölüsü olabilmiş kahramanlar, tek eldeki parmak sayısı kadar azdır.


Hiçbir Türk, kendini, devlet reisine, bütün dünyanın bu türlü bir saygı göstereceğini ümit etmezdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama sahip olabilmiş hükümdar yoktur. Avrupa’nın, bize en yabancı milletlerine kadar heyetlerle, askeri kıt’alarla ve en büyük mümessillerle Ankara’ya koşmuş olması gösteriyor ki garp, Atatürk’ün şahsında Türk ehliyet ve kıymetine artık inanmıştır. Bu inandırışın büyük aksiyonunu yapan milli kahraman’ın ölüsü karşısında da hiçbir protokol kaidesinin olmadığı ve hiçbir garplının bir yabancıya göstermediği bir hürmetle şapkasını çıkarmaktadır.


Atatürk’ün gözleriyle görmediği bu manzarayı biz yalnız gözlerimize bırakmayarak kesin bir delalet halinde şuurumuza indirmekle mükellefiz O Türk’e, hem Türk’ü, hem de Avrupalıyı inandırabildi. Tarihte büyük bedbinlerle (kötümserler) büyük nikbinlerden (iyimserler) ibaret iki sıra kahraman vardır. Her şeyi karanlık gören, aydınlığı aramaya doğru gizli bir cehde, aydınlık gören de, öldürücü şartlar karşısında kırılmaz bir mukavemete gebedir.



Bence bu fikirlerin ikisi de, dava ve aksiyon doğuracak çapta olmak şartıyla, kurtarıcılara mahsus vasıflardandır. Bedbin kahraman bizi, vücudunu görmediğimiz bir hayata indirmeğe, nikbin kahraman da vücudunu görmediğimiz ölüm tehlikesinden kaçırmaya memurdur. Atatürk’ün ruhi maktalarından (kesitlerinden) bence en alakalısı, o’nun yılmaz ve hezimet kabul etmez nikbinliğidir. Atatürk bu eşsiz nikbinliği, başta ve sonda, biri milletine ve öbürü şahsına ait iki büyük tezahürle vesikalandırdı.



Birinci vesika; bir millet için esaret ve mahkumiyet anının bir vakıa halinde teslim edildiği hengamede bu vakıaya inanmayan tek adam o idi. Bütün dünya ile birlikte milleti de kendi ölümüne inandığı vakit, o inanmadı. Bu Atatürk’ün millet ufkuna doğuşu ile başlayan ilk ve büyük nikbinliğinin tecellisidir.



İkinci vesika; milli kahraman, hasta döşeğinde günden güne fenalaşırken yakınlarından itibaren bütün Türk milleti’ne kadar herkes ağır bir ümitsizlik içinde boğuluyor; fakat kendisi bir çocuk gibi saffetli, ayağa kalkacağı, otomobiline veya motörüne bineceği dakikayı bekliyor, ölebileceğine bir an bile mümkün gözü ile bakmıyordu. Bu da sonuncu tecelli.

Atatürk, başlangıçta milletinin; sonunda da kendisinin ölümüne inanmadı. Bu iki nikbinlik tecellisinin birinde haklı, ötekinde haksız çıktı. Fakat koca bir millete hayat vesilesi getirmiş bir kahramanın ferdi hayatı olamayacağı için onu ikinci tecellide de haksız bulamayacağız.”

Herkesin aklı, fikri var.
İsteyen istediği yorumu çıkartsın.

A.Toplumsal Bilinç Ahmet Dursun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder