15 Aralık 2019 Pazar

Türkçe, Dil Bayrağım! Türkçem!
Türkçemiz
“Bir pınar gibidir akışın senin
Duymaya doyamam güzel Türkçemiz
Seni sevenlerce yükselir yerin
Dünyayı yaşatan güzel Türkçemiz”
Bir şiirimden dizelerle söze başlamak istedim.
En önemli özelliğimiz, kimliğimizin temel taşı olan, bizi biz yapan özelliğimiz Türkçemiz üzerine yazdım bu yazıyı. Soruyorum sizlere: “Ülkemiz üzerine dönen dolapların neredeyse hemen hepsi dilimiz üzerine değil mi?..” “Neden dilimiz hedefte?”” Türkçemiz niye ihmal ettirildi yıllardır?“ „ Nasıl bu kadar Türkçe bilmeyen gençler yetişti?“Halkımızın bir bölümüne dilimiz neden bilerek isteyerek öğretilmedi veya öğrettirilmedi? „Okumuşlarımızın çoğu Türkçemize nasıl sırt döndüler?““ Bu internet Türkçesi nasıl oluştu? Sesli-sesiz harflerimizin noktalı veya noktasız olanları nasıl yok sayıldı bilgisayar yazımında?“
Aslında bu konu bizim en önemli konumuz olmalı.Her gün üzerinde konuşulmalı. Diline sahip çıkmak, bir ülke için “Olmak ya da olmamak” değil midir ?”
Türkçemiz! Dil bayrağımız!
Dil bayrağımızı bizler atalarımızın elinden emanet aldık, bu günlere getirdik…Dilimizden bir an bile düşürmedik onu, gönlümüzdeki tahttan indirmedik…Ben öğretmenim. Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu bir “Atatürk Cumhuriyeti” öğretmeni.

Ömrümüz dilimizi sevmekle, onu öğrenmekle, öğretmekle geçti…
Okula başladığımız yılları şöyle bir düşünelim:
Zaman durmuyor, oysa daha dün gibi, okula başlamamız, dilimizle okul sıralarında ilk kez kucaklaşmamız…
Kitaplarda buluşmamız, yeni ufuklara yelken açmamız…Başka dillerle tanışmamız bu arada…Başka dillerle Türkçemizi kıyaslamak imkânı bularak şaşkınlığa düşmemiz…Bizim dilimiz demek ki bu kadar güzelmiş, bu kadar akıcıymış, bu kadar bizimmiş, kanımızmış, canımızmış dememiz…
O zamanlar orta öğretimde başlardı yabancı dil dersleri. Üç dil öğrenilirdi: İngilizce, Fransızca ve Almanca. Seçmeli derslerdi bunlar. Birini seçerdin.
Çocukluktan gençliğe geçiş yıllarımızda tanışmıştık yabancı dillerle yani…
Onu diğer dillerle kıyaslama şansımız olunca , hele hele bizim gibi gurbetliğin ne olduğunu, dilinden ayrı kalmanın ne demek olduğunu yaşayarak görünce de, artık iflâh olmaz bir Türkçe sevdalısı olunuyor ister istemez….
Ömrümüzü dilimizi sevmekle, dilimizi öğretmekle, “Dilimiz kimliğimizdir!” sözünü belletmekle geçirmişiz…Ben ve benim gibi Türk öğretmenleri…
Bizler nasıl zamanında dil bayrağımızı teslim aldıysak, şimdi de bu dil bayrağımızı aldığımız güzellikte, belki daha da güzelleştirmiş olarak teslim etmeliyiz değil mi?.. Dilimizi bizim kadar sevenlere, bizim kadar dilimizin sevdalısı olan genç kuşaklara…
İşte burada duraksıyorum birden…Dilimizi emanet edeceğimiz gençlik nerede? Böyle bir gençlik yetiştirebildik mi? diyorum.
Gençliği bırakın, yetişkinlerimiz, orta yaşlılarımız, yaşlılarımız Türkçemize sahip olabildiler mi? Türkçeyi ne kadar biliyorlar? Yazımını, söylemesini, okumasını…Kurallarını, inceliklerini, ezgisini, seslerini…En önemlisi ona saygı gösteriyorlar mı?
Böyle olmasa, dilini mükemmel bir şekilde öğrense, en önemlisi onu sevmeyi bilse, Cumhuriyet okullarında adam olan bazı sözde aydınlarımız bölücü hain maşalarla birlik olup,onu terketmeyi öksüz bırakmayı düşünebilirler miydi?
Bölücü hainliğe karşı sessiz kalırlar mıydı?
Böyle düşünenlere güçlü bir sesle karşı çıkılmaz mıydı, suskun ve boynu bükük beklemek yerine…
Yıllar önce dinlemiştim. Bir dil bilimcimiz verdiği konferansta şöyle bir iddiada bulunmuştu: “Biz milletimize Türkçeyi doğru dürüst öğretemedik. Ben dilimi biliyorum, dilimi mükemmel kullanıyorum, hiç hata yapmadan yazabiliyorum diyenler de yanılıyorlar!” deyip, şöyle devam etmişti:
“Haklı olup olmadığımı denemek ister miydiniz? Çıkarın kâğıdı kalemi, söyleyeceğim şu metni yazın. Şimdi burada yazma imkânı olmayan da kendini evde denesin, bu yazıyı bir başkasına okutsun ve yazsın. Bu denemeyi ben pek çok üniversitemizde yaptım. Emin olun, bir kişi bile, yanlışım yok, ben doğru yazdım diyemedi…”

Noktalama işaretlerini söylemeden, yazdıracağı parçayı okudu sonra.
Yazdırdığı metin de öyle sıradan bir yazı değil, pek çoğumuzun ezbere bildiği Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ydi.
Başlangıç kısmı. İlk paragrafı ve ikinci pragrafın bir kısmı.
Aynı denemeyi , ben de daha sonra derslerimde lise bitirme yaşlarındaki gençlerimizle yaptım. Öğretmen arkadaşlarla denedik, toplantılarda değişik meslekteki insanlarımıza denettim…
Sonuç nasıl mıydı? Sormayın, siz de kendi kendinizi ve yakınlarınızdaki insanları deneyin, görün…
Bir dil bu kadar mı yanlış yazılır, yazımı, kuralları bilinmez, öksüz bırakılır, kuralları belli edilmez, kapanın eline bırakılır, sahip çıkılmaz, şaşırıp kalacaksınız…
En çok da bu işi meslek edinenlerin durumuna şaşırıyorum.
Gazetelerde yazı yazanlar, haber yazanlar dilimizi en iyi bilenler olmalı diyeceksiniz belki. Ne gezer…
En basit dil kurallarından habersiz kişileri buralara doldurmuşlar. Özellikle internet gazeteleri bu perişanlıkta başı çekiyor.
Bir gün en ünlü haber sitelerinden birinden haber kopyalıyorum. Haberde Almanca gazete adı geçiyor. Acaba bu yabancı kelime doğru mu yazılmış diye sözlüğü açıp baktım. Doğru yazılmış. Sonra yazıyı dikkatlice okuduğum da gördüm ki, bu yabancı kelimeler doğru yazılmış ama yazıda geçen Türkçe kelimeler, dökülüyor. Her iki kelimeden biri yanlış yazılmış. Büyük küçük yazımı yanlış. Noktalama işaretlerinin kullanımı yanlış…İfade yanlışı var. Özne yüklem uyumsuzluğu var…
Bazı ünlü yazarlarımıza son yıllarda noktalı virgül kullanma hastalığı bulaşmış. Çok nadir kullanılan ve virgül işaretinin görevi gibi görev yapan bu işaret maskaraya çevrilmiş. Olur olmaz her yerde kullanılıyor…
Bu işareti bir kez daha hatırlayalım: Yapı bakımından bağımsız, ama anlam yönünden birbirine bağlantılı bağımsız cümleleri bağlamada, virgülle sıralanan adların bir genel ada bağlanmasında kullanılır bu işaret. Virgül işareti de aynı görevi gördüğünden öyle zırt pırt kullanılmaz.
Ya o iki nokta? İki nokta yanyana işareti?
Böyle bir işareti de ilk kez bu son yıllarda farkediyorum. Bugüne dek gizlenmiş de yeni ortaya çıkmış anlaşılan(!)
Yine bazı büyük yazarlar bu iki nokta yanyana işaretini ısrarla kullanıyor. Dünyada olmayan bir işaret bulmuşlar! Bari oldu olacak patentini de alıversinler bu arada…
Ünlem işaretinden önce üç nokta yanyana kullanan da var. Üç veya daha fazla ünlem işaretini, soru işaretini yanyana kullanan da…
At atabildiğin kadar…Meydan boş ya…
Bu yanlışlar yine iyi. Büyük küçük yazımımız tam bir felâket!
İnceltme işaretimizin hali daha da beter…
Bir kaldırıldı deniyor bazı kelimeler için, bir hepsi kaldırıldı deniyor…
Bir kullanılıyor, bir kullanılmıyor bu işaret…
Kim canı ne istiyorsa onu yapıyor!
Kesme işareti de öyle! Özel isimlerin yazımı da öyle…
Yabancı dillerde isimlerin hepsi büyük harfle yazılıyor ya, o kuralı bize de uygulamaya kalkıyor bazı yabancı dil uzmanı geçinen yazarlar. Yabancı dilde öyle ama bizde öyle değil bu iş, beyler hanımlar!
Bizde tür adları yani cins isimler küçük; kişi, kuruluş, kurum yani tek olan varlıkların adları, özel isimler büyük harfle yazılır. Bu yazım kuralını da ilköğretim bitene kadar herkesin öğrenmesi gerekirdi…
Kesme işaretini kullanmada da bir karışıklıktır gidiyor. Gerekmedikçe özel adlara eklenen çoğul ekleri, li, gil gibi ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.En önemlisi dil adlarına gelen ekler ayrılmaz. Türkçemiz, Fransızcaya…gibi.
Ses düşmelerinde de kesme işareti kullanlır. N’oldu? Karac’oğlan …gibi.
Bizde siyasetçilerimiz bile bu dili yozlaştırma akımına kapılmış, uluorta yabancı sözcükleri kullanıyorlar. Kemal Anadol , TV’ye canlı yayında bağlanmış:”Flaş demeçlerle gündemde kalmak!”diyordu.
TRT, çocuk kanalına reklamlar almış. Adres veriyor:”Dabılyu dabılyu, dabılyu, terete çocuk nokta kom.” Mübarek kanal sanki Türk Devleti’nin değil, Amerika’nın ılımlı islâm kanalı! Her verdikleri reklam İngilizce sözlerle, İngilizce adlı ürünler. Her gösterdikleri film yabancı çeviri film. Her isim yabancı, her okunan ve gösterilen yazı yabancı dilden, yabancı dilin harf okunuşuyla…
Duyduğum gibi yazıyorum, okuyun bakın:
“Çocuk poni…Halfiys arabalar süpriz paketlerde…Madagaskar penguenleri hemifil kutularında…Ülker sımortten altı mini basketbol…Maks çubukları…Yopo ayıcık yumuşacık şeker…Foriyıl yavru kedi…Yumuşacık maçmilop…Kızlar, maylidıl poniden minik poli arabası…Birazdan Zula devriyesi, Zula Patrol…Oskar’a sor, Nano Çocuk’un maceraları…”
Yine ,çocuklara bir program, adı:”Bu ne bu?”
Mumdan figürler şu sesleri çıkarıyorlar:
Bu…bu…ne…ne…Özellikle « bu » sesi Türkçe’deki “bu” sesiyle, « bu » sözünün vurgusuyla değil, yabancıların çıkardıkları”bu” sesiyle veriliyor…
Türk Hava Yollarının yaptığı son reklam filmine ne demeli ?
Yabancı bir tenisçi kadın. Adı dilimizde olmayan ama bölücü maşaların can simidi gibi sarıldıkları W (çift v ) ile yazılmış. Kadın sömürge ülkesinde gezinir gibi başı yukarda, gururla gezinirken arkadan İngilizce tanıtım şarkısı çalınıyor.
Bir gün Kanal D’deki “Doktorum” programını izliyordum. Hasta hakları için dilekçe yazmayı gösterdiler canlı yayında.
Üniversite bitirmiş meslek sahibi genç bir konuk bayan tahta başına geçti. Uzman da dilekçeyi yazdırıyor. O ne? Tahtaya geçen bayan yazıyı büyük harflerle yazmaya başlamasın mı? Değil dilekçe, hiç bir yazı, eğer tabelâ yazısı, duyuru yazısı gibi özel bir yazı değilse, hem büyük harflerle yazılmaz, hem de o şekilde bitirilmez. Rica ediyor bayan bu dilekçede. Şöyle:” Tüm hasta dosyamın bir örneğinin bana verilmesini rica ederim.” Üst makamlara durum bildirilir, arz edilir, rica edilmez. Üst makamlar rica eder.

Bir iki tane de yetişmiş gençliğin Türkçesinden örnek vereyim:
Adam, internette sosyal paylaşım sitesinde mesaj tahtasına yazmış:
“aglamayı bilmeyen gözler sevmegide bilmez!”
Tut kelin perçeminden denmez de ne denir şimdi? Söze küçük harfle başlamasını mı yazalım? Yumuşak g harfini bilmemesini mi? De bağlacının ayrı yazılacağını bilmemesini mi?
“SöyLe kaç hafta yaşanıor aşk dedikleri”
Bu da bir başka mesaj tahtası yazısı. Açıp bakıyorsun sayfayı, bunu yazan yüksek öğretim görmüş. Bu da bir moda şimdi. Bir küçük harf, bir büyük harf kullanarak kelimeleri böyle garip bir şekilde yazmak.
Yine bir haber okumuştum, gençler hakkında:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder