27 Aralık 2019 Cuma

MHP Merkezindeki Adam: ALİ YURTASLAN'IN İTİRAFI


ESKİ ARKADAŞLARIMA SESLENİYORUM

Niçin bu açıklamaları Aydınlık gazetesine yaptım? Türkiye'de birçok basın yayın organı olduğu halde Aydınlık'ı seçmem nedendi? Birçok insan bunu düşünüyor. Onların bu sorularını yanıtlamaya çalışayım.
Türkiye'de cereyan eden olaylara baktığımız zaman, (tabii ki bu bakış açısı objektif ve tarafsız olmalı) şunları görüyoruz, tırmanmakta olan anarşi, bazı çevrelerin dediği gibi bir kör döğüşü veya sağ ve sol örgütlerden birisinin kışkırtması da değil, iki kaynaklı olan bilinçli bir tırmanıştır. Bu noktayı tespit ettiğimiz zaman, anarşinin kaynaklarını derinlemesine tespit edebiliriz.

Benim, hakkında açıklamalarda bulunduğum ve uğruna 7 yılımı verdiğim örgüt olan Milliyetçi Hareket Partisi ve onun yan kuruluşu olan ülkucü Gençlik Derneği anarşinin bir kaynağını oluşturmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi, 'Milliyetçi Türkiye', Turancılık', 'Nizam-ı alemi kuracağız' vs. gibi sloganlarla kendisine sempati duyan genç beyinleri ırkçılık ve komünizm düşmanlığıyla şartlandırmakta ve Türkiye'de binlerce insanı kaplayan katliamlara girişebilmektedir.
Ben de bir zamanlar bu fikirlere inandım. Türkeş'in kardeşlik, sevgi gönül seferberliği sloganlarını benimsedim. Ama üst yönetime geldiğim zaman bu sloganların benim gibi genç beyinleri yıkamak için bir taktik olduğunu görebiliyordum. Bu sahtekarlıkları gördükten sonra, bu faşist çelenin, bu cinayet şebekesinin içinde kalamazdım. Demokrasiye inanmış insancıl, kardeşliğe, sevgiye inanan hiç kimse kalamazdı. Ama nasıl kurtulacaktım bu cinayet şebekesinin elinden? Sonunda cezaevine girmeye karar verdim. Bu yolla kurtulabilirdim. Bir müddet sonra beni unutabilirlerdi. Böylece cezaevine girdim ve MHP aleyhine gizli çalışmalara başladım.

Cezaevinden çıkınca bir köşeye çekilip kendimi kurtarma yoluna gitmeye karar verdim. Ama MHP'nin elinden kurtulmak zordu. Her an ölümle burun buruna gelebilirdim. Çünkü Türkeş, Bozkurtlarına yıllar önce yolu göstermişti: "Davadan döneni vurun". İki ay korku içinde yaşadım. Sonunda korkunun ecele faydası yok düşüncesiyle ve daha önemlisi vicdanımın sesine kulak vererek bu açıklamayı yapmayı düşündüm. Halka bu cinayet şebekesinin iç yüzünü anlattığım zaman belki kendimi affettirebilirdim. Çünkü bu cinayet şebekesiyle birlikte halka ben de zulmetmiştim ve bu yüzden vicdan azabı çekiyordum.

Böyle bir açıklama yapmaya karar verince, kim aracılığıyla yapacağım konusu önplana geliyordu. Türk basının durumunu inceledim. MHP'ye düşman olan, onun cinayetlerini açıklayan gazetelere müracaat etmeliydim. Bu mücadeleyi kararlılıkla yürüten basın organlarını dikkatle izlemeye başladım. Sonunda Aydınlık'ta karar kıldım. Çünkü Türk basınında MHP'ye karşı kararlılıkla mücadele eden, onun saldırılarını göğüsleyen, anarşinin iki kaynaklı olduğunu, bunlardan birisinin kaynağının MHP olduğunu cesaretle açıklayan tek gazete Aydınlık'tı. Her şeyden önce ezilen halkın hakkını arayan, anarşiye karşı olan, Türkiye'nin en büyük düşmanının emperyalist Rusya olduğunu, anarşi büyüdükçe Rusya'nın Türkiye'ye müdahale etme imkanlarının çoğalacağını bilimsel olarak açıklayan tek gazete olması dolayısıyla bu açıklamaları Aydınlık'a yaptım.

Açıklamaları Aydınlık'a yapmaya karar verince gittim, kendileriyle görüştüm. Beni çok iyi karşıladılar. Kendilerinden hiç bir şey istemedim. Tek isteğim, açıklamaların yayınlanmasıydı. Kabul ettiler. Açıklamalarım böylece Aydınlık ta yayınlanmaya başladı. Şu anda vicdanen rahatım. Türkiye halkına en iyi şekilde yardımcı olduğuma inanıyorum.

Tüm eski arkadaşlarıma sesleniyorum: Korkmayın, bu cinayet şebekesinin gerçek yüzünü açıklayın! Türkiye halkı bizi bağrına basacaktır.
Yetkili makamlara da şunu söylemek isterim, bu cinayet şebekesi hakkında kanuni işlemler yaparlarsa, kendilerine her konuda yardımcı olacağım. Ama can güvenliğimin sağlanması şartıyla. Bu güvenceyi verdiğiniz taktirde tabii ki samimi olarak her zaman adaletin yanında o'a-cağım. Bu konuda olumlu gelişmeler olursa hemen size müracaat edeceğim. Saygılarımla.

İbrahim Çiftçi

Dul bir kadın olan annen ne yapmaktadır? Seni okutmak için neler çekmişti kimbilir? Ama sen ne yaptın anneni o ihtiyar halinde tüm dertleriyle başbaşa bıraktın. Şimdi Balgat'taki gecekonduda ne yapıyordur, hiç düşündün mü? Senin yanına gelebilmek için gecenin 3'ünde yola çıkarak ta Balgat'tan Mamak'a yayan geliyordur.

Selim Elidemir

Sen katliamdan cezaevine girince anne ve baban ne oldu biliyor musun? İkisi de yatağa düştü. Annen kimsenin yüzüne bakamıyordu. Onlar namuslu insanlardı. Fakirdiler, bir gecekonduda oturuyorlardı ama hallerinden memnundular. Ama sen hiç acımadan onları yıktın. Baban kısmi felç oldu. Annen ise kahrından öldü zavallı. Baban koltuk değnekleriyle görüşüne geliyor. Bir sor bakalım senin beline silah sokanlar yanına gidip halini hatırını soruyorlar mı Mustafa amcanın?

Hanifi Tokgöz

Babanı o ihtiyar halinde bir inşaatın 5. katına kalıp çakarken düşünebiliyor musun Hanifi? Ama ben geçenlerde onu öyle gördüm. Çivilere nasıl hırsla vuruyordu bir bilsen. Ama o çiviyi tahtaya değil, Türkeşlerin, Sadilerin kafasına çakıyor gibiydi. Evet kardeşim, sana para göndere-bilmek için o inşaatın 5. katındaydı baban. Ne yapayım diyordu, lanet olsun böyle evlada, ama et tırnaktan ayrılmıyor ki...

Arif Görünmez

Sen, Bor'un gözbebeği idin. Herkes büyük adam olacak Arif diyordu. Öğretmenlerin babanı ikna etmeye çalışıyordu, aman Arif'i okut diye. Baban da inanmıştı büyük adam olacağına. Biz cahil kaldık türlü yokluklar içinde yaşadık, Arifim yeter ki okusun diyordu. Ben gömleğimi satar ona para yollarım, gece gündüz çalışırım, çırak olurum diyordu Mehmet amca. Ama Ankara'ya gelince işler değişti değil mi? Ali Işıklar seni yanından hiç ayırmıyordu. Ne hinoğlu hindi o. Senin altından girdi üstünden çıktı, seni militan yaptı. Sen ise maceranın heyecanına kaptırmışsın kendini. Ama ne oldu? Sen cezaevine girdin. Sen ve senin gibilerin sırtından Genel Müdür Muavini oldu Ali Işıklar. Ya yanından ayrılmayan Ahmet Ataman? Sana abi diyen her isteğini yerine getiren Ahmet İsa? Seni unuttu değil mi? O ne yapıyor biliyor musun? MHP Gençlik Kollarında ve Türkeş'in gözüne girmek üzere. Sense cezaevinde.

Ali Yurtaslan


YOLUNACAK KAZ

(Padişah, sahneye çıkar. Üzerinde Osmanlı kıyafeti vardır. Başında sarık, yakasız gömlek, ayağında şalvar, çarık…Çarşının bir tarafından girip, alış veriş yapmaya başlar. Sahnede iki dükkan vardır. Sahnede biraz dolaşırlar.
Vezir: -Padişahım bu kılıkta sizi kimse  tanımaz
PADİŞAH: Eeee vezirim, çıkalım seyreyleyelim. Bakalım halkımızın hali nicedür.
VEZİR: Beliğ sultanım. Bu yaptığınız, sultanlık vazifelerindendür. Zira, bir sultan ki halkının halini anlamaz, kim aç kim tok arayıp sormaz, o gafil ve zalim bir sultandır.
PADİŞAH: Bu konularda bizi nasıl görmektesin vezirim?
 VEZİR: Sultanımız, halkın arasına karışmaktadır. Halkımızın halini sormaktadır.
PADİŞAH: Elhamdülillah, Hüda’ya şükürler olsun. Haydi vezirim, şu esnafı bir dolaşalım
- VEZİR emredersiniz  padişahım.                                                                                                            (birlikte birkaç tur attıktan sonra bir dükkanın önünde dururlar. )
Padişah -selamün aleyküm ağalar
-aleyküm selam
.Hoşgelmişseniz
Padişah -hoş gördük,-bize iki kahve getir
-Hemen geliyor ağam .oğlum iki kahve ,-okkalı olsun
Padişah-Sende otur şöyle.Biraz laflayalım senle.
-Hay hay beyim
Padişah. ne var ne yok usta,-32 ile aranız  nasıl
Yaşlı adam
-valla 32yi 30 a vuruyorum ama 15 çıkıyor. Buna da şükür .
-Şükretmek güzel şey.Hayat zor tabii
-zor ya
Padişah –bugünlerde mahallede  kaşık hırsızları çoğalmış.Senin eve de giren oldu mu
-Olmaz mı efendi ağa..Geçen sene haneme bir kaşık hırsızı girdi..Geçen hafta da yeni bir kaşık hırsızı dadandı,işimiz bayağı   zor..
. Genç.--Kahveler
Padişah -Sağolasın.(kahveden birer yudum alırlar) kahveler de  güzelmiş,eline sağlık
-afiyet olsun ağam
-al bakalım ücretini
-kahveler benden  ağam
-Sağolasın,kal sağlıcakla
(birlikte birkaç tur attıktan sonra bir dükkanın önünde dururlar. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.
PADİŞAH,: “Selamunaleykum ey pir’i fani…”
İhtiyar : -Aleykumselam ey serdar-i cihan…(  Padişah ve vezir ,kısa bir şaşkınlık yaşar)”hoşgelmişsiniz,buyrun oturun
PADİŞAH : Hoşbulduk ,ustam ikiylen nasılsın?”.
 İhtiyar : ; “Üçlen iyiyim.”
PADİŞAH: “Geceleri er kalkmadın mı?”
İhtiyar : “Kalktık… Lakin, ellere yaradı…”
Padişah gülmüş: Peki,Bir besili kaz göndersem yolabilir mısın?”
İhtiyar : “- Hay hay, ruhu bile duymaz, cascavlak ederim Hem de viyaklatmadan ciyaklatmadan…”
Padişah -peki kal selametle,
(Padişah biraz yürüyüp iki adım atar,sonra geriye dönüp vezire fısıldar):                                                                                                                 -Ne konuştuğumuzu anladın mı?”
Başvezir : -doğrusu anlamadım padişahım.
Padişah :.-Bre  nadan adam , Sen ki benim vezirimsin ,yardımcımsın! Bir yaşlı  adamın anladığını niçin anlamazsın. Eğer yarına kadar bu soruların cevabını bulamazsan  seni vezirlikten azl eder ,zindana attırırım..
Vezir-aman padişahım merhamet
Padişah:Kararım Katidir
Vezir:Ferman padişahımındır.
.6—
(Başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla kahvehaneye gelir)
-Selamünaleyküm baba… Bizi tanıdın mı?
Ve aleykum selam, tanımaz olur muyum?
Yahu baba dün akşam  seninle konuşan o adam var ya…
-Eeeee
… o adam padişah efendimiz idi…
Eeeee….
O konuşmalarınızda bir şey anlamadım… Otuziki motuz iki, hırsız mırsız, …
İhtiyar ; -Anlatırım anlatmasın da bunun bir bedeli vardır.
Nedir o
-Bir kese altınınızı alırım..Hemen bir kese altın uzatılır ihtiyara…
İhtiyar; Bu sadece birinci sorunun cevabı içindir .. Padişah efendimiz bana otuz iki ile aran nasıl diye sordu. Ben de 32 yi 30 a vuruyorum 15 çıkıyor. Yani; Padişahımız 32 ile aran nasıl dediğinde dişlerimi kastetti. Yani karnım doyuyor mu dedi. Ben de 30’a vuruyorum yani 1 aya ama 15 gün yetirebiliyorum dedim.
-Ya o kaşık hırsızı mırsızı?
Kahveci-Bir kese altın daha isterim..
-hayy..ahay
İhtiyar -Padişah efendimiz, mahalleye kaşık hırsızları dadanmış senin eve de giren oldu mu? Yani mahallede evlenenler varmış duydum. Senin de evlenecek çocuğun var mı diye sordu.
-Eee
-Ben de geçenlerde biri girdi biri daha girmeye dadanmış dedim yani geçenler de birini evlendirdim, biri daha evlenmek için etrafımda dolaşıyor dedim.
-şimdi anladım,Peki sağolasın,kal sağlıcakla
(sahneden çıkar,ışıklar söner,müzik,tekrar sahneye gelir,orta yerden bu kez ihtiyar dericinin yanına..
****
. Bakmış ihtiyar adam hala orada çalışıyor.
Başvezir: “Selamunaleykum ey üstat…”
İhtiyar : “Aleykumselam
Başvezir ihtiyara : üstad,dün yanına gelen kişi padişahımız  efendimizde. Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu.”..
Adam, başveziri şöyle bir süzmüş:
-Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir kese altın söyleyeyim.”
n Başvezir,bir kese altını hemen vermiş –
-İhtiyar :
-Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.İkincisi yalnız padişahlar kendini ölümsüz görür ve o kibirle diğer insanlara tepeden bakıp,pir-i fani  der...
Başvezir :Padişah  ikiylen nasılsın?” diye sordu,bu sözün manası nedir
İhtiyar : bir kese altın isterim.”
Başvezir -buyur
İhtiyar : O, ikiylen nasılsın, diyerek yâni ayakların tutuyor mu, kendi işini kendin yapabiliyor musun demek istedi. Bense, üçlen iyiyim, diyerek o dediklerini bastonla yapabiliyorum demek istedim
Vezir -Anladım.peki,“Geceleri kalkmadın mı ne demek?”
 Derici; “Anlatırım ama bir kese altın daha vereceksin Adam bir yüz altın daha almış
İHTİYAR  “Çocukların yok mu diye sordu… özellikle oğlun yok muydu sana yardım edecek demek istedi. Bende çocuğum var  ama oğlum olmadı ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim…”
Vezir
- Sana bir kaz göndersem yolar mısın dedi, o ne demek…”
İhtiyar adam gülmüş İhtiyar yavaşça misafirlerini etekleyerek şu cevabı verir:

-Aman efendim kerem buyurunuz. Padişah efendimiz
,bana acıdı ve bana yardım etmek istedi.
--eee  ne var bunda
-- Allah ömrünüzü arıtırsın, işte Bu iş için de sizi gönderdi …
” Vezir -Yani bu duruma göre Kaz ben mi oluyorum
İhtiyar –İhtiyar derici elindeki altın keselerini şöyle hafifçe havaya atıp tuttuktan sonra…           “Eeeee.. Onu da sen anla artık sadrazamım” der…(alıntı)                                               *


15 Aralık 2019 Pazar

Türkçe, Dil Bayrağım! Türkçem!
Türkçemiz
“Bir pınar gibidir akışın senin
Duymaya doyamam güzel Türkçemiz
Seni sevenlerce yükselir yerin
Dünyayı yaşatan güzel Türkçemiz”
Bir şiirimden dizelerle söze başlamak istedim.
En önemli özelliğimiz, kimliğimizin temel taşı olan, bizi biz yapan özelliğimiz Türkçemiz üzerine yazdım bu yazıyı. Soruyorum sizlere: “Ülkemiz üzerine dönen dolapların neredeyse hemen hepsi dilimiz üzerine değil mi?..” “Neden dilimiz hedefte?”” Türkçemiz niye ihmal ettirildi yıllardır?“ „ Nasıl bu kadar Türkçe bilmeyen gençler yetişti?“Halkımızın bir bölümüne dilimiz neden bilerek isteyerek öğretilmedi veya öğrettirilmedi? „Okumuşlarımızın çoğu Türkçemize nasıl sırt döndüler?““ Bu internet Türkçesi nasıl oluştu? Sesli-sesiz harflerimizin noktalı veya noktasız olanları nasıl yok sayıldı bilgisayar yazımında?“
Aslında bu konu bizim en önemli konumuz olmalı.Her gün üzerinde konuşulmalı. Diline sahip çıkmak, bir ülke için “Olmak ya da olmamak” değil midir ?”
Türkçemiz! Dil bayrağımız!
Dil bayrağımızı bizler atalarımızın elinden emanet aldık, bu günlere getirdik…Dilimizden bir an bile düşürmedik onu, gönlümüzdeki tahttan indirmedik…Ben öğretmenim. Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu bir “Atatürk Cumhuriyeti” öğretmeni.

Ömrümüz dilimizi sevmekle, onu öğrenmekle, öğretmekle geçti…
Okula başladığımız yılları şöyle bir düşünelim:
Zaman durmuyor, oysa daha dün gibi, okula başlamamız, dilimizle okul sıralarında ilk kez kucaklaşmamız…
Kitaplarda buluşmamız, yeni ufuklara yelken açmamız…Başka dillerle tanışmamız bu arada…Başka dillerle Türkçemizi kıyaslamak imkânı bularak şaşkınlığa düşmemiz…Bizim dilimiz demek ki bu kadar güzelmiş, bu kadar akıcıymış, bu kadar bizimmiş, kanımızmış, canımızmış dememiz…
O zamanlar orta öğretimde başlardı yabancı dil dersleri. Üç dil öğrenilirdi: İngilizce, Fransızca ve Almanca. Seçmeli derslerdi bunlar. Birini seçerdin.
Çocukluktan gençliğe geçiş yıllarımızda tanışmıştık yabancı dillerle yani…
Onu diğer dillerle kıyaslama şansımız olunca , hele hele bizim gibi gurbetliğin ne olduğunu, dilinden ayrı kalmanın ne demek olduğunu yaşayarak görünce de, artık iflâh olmaz bir Türkçe sevdalısı olunuyor ister istemez….
Ömrümüzü dilimizi sevmekle, dilimizi öğretmekle, “Dilimiz kimliğimizdir!” sözünü belletmekle geçirmişiz…Ben ve benim gibi Türk öğretmenleri…
Bizler nasıl zamanında dil bayrağımızı teslim aldıysak, şimdi de bu dil bayrağımızı aldığımız güzellikte, belki daha da güzelleştirmiş olarak teslim etmeliyiz değil mi?.. Dilimizi bizim kadar sevenlere, bizim kadar dilimizin sevdalısı olan genç kuşaklara…
İşte burada duraksıyorum birden…Dilimizi emanet edeceğimiz gençlik nerede? Böyle bir gençlik yetiştirebildik mi? diyorum.
Gençliği bırakın, yetişkinlerimiz, orta yaşlılarımız, yaşlılarımız Türkçemize sahip olabildiler mi? Türkçeyi ne kadar biliyorlar? Yazımını, söylemesini, okumasını…Kurallarını, inceliklerini, ezgisini, seslerini…En önemlisi ona saygı gösteriyorlar mı?
Böyle olmasa, dilini mükemmel bir şekilde öğrense, en önemlisi onu sevmeyi bilse, Cumhuriyet okullarında adam olan bazı sözde aydınlarımız bölücü hain maşalarla birlik olup,onu terketmeyi öksüz bırakmayı düşünebilirler miydi?
Bölücü hainliğe karşı sessiz kalırlar mıydı?
Böyle düşünenlere güçlü bir sesle karşı çıkılmaz mıydı, suskun ve boynu bükük beklemek yerine…
Yıllar önce dinlemiştim. Bir dil bilimcimiz verdiği konferansta şöyle bir iddiada bulunmuştu: “Biz milletimize Türkçeyi doğru dürüst öğretemedik. Ben dilimi biliyorum, dilimi mükemmel kullanıyorum, hiç hata yapmadan yazabiliyorum diyenler de yanılıyorlar!” deyip, şöyle devam etmişti:
“Haklı olup olmadığımı denemek ister miydiniz? Çıkarın kâğıdı kalemi, söyleyeceğim şu metni yazın. Şimdi burada yazma imkânı olmayan da kendini evde denesin, bu yazıyı bir başkasına okutsun ve yazsın. Bu denemeyi ben pek çok üniversitemizde yaptım. Emin olun, bir kişi bile, yanlışım yok, ben doğru yazdım diyemedi…”

Noktalama işaretlerini söylemeden, yazdıracağı parçayı okudu sonra.
Yazdırdığı metin de öyle sıradan bir yazı değil, pek çoğumuzun ezbere bildiği Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ydi.
Başlangıç kısmı. İlk paragrafı ve ikinci pragrafın bir kısmı.
Aynı denemeyi , ben de daha sonra derslerimde lise bitirme yaşlarındaki gençlerimizle yaptım. Öğretmen arkadaşlarla denedik, toplantılarda değişik meslekteki insanlarımıza denettim…
Sonuç nasıl mıydı? Sormayın, siz de kendi kendinizi ve yakınlarınızdaki insanları deneyin, görün…
Bir dil bu kadar mı yanlış yazılır, yazımı, kuralları bilinmez, öksüz bırakılır, kuralları belli edilmez, kapanın eline bırakılır, sahip çıkılmaz, şaşırıp kalacaksınız…
En çok da bu işi meslek edinenlerin durumuna şaşırıyorum.
Gazetelerde yazı yazanlar, haber yazanlar dilimizi en iyi bilenler olmalı diyeceksiniz belki. Ne gezer…
En basit dil kurallarından habersiz kişileri buralara doldurmuşlar. Özellikle internet gazeteleri bu perişanlıkta başı çekiyor.
Bir gün en ünlü haber sitelerinden birinden haber kopyalıyorum. Haberde Almanca gazete adı geçiyor. Acaba bu yabancı kelime doğru mu yazılmış diye sözlüğü açıp baktım. Doğru yazılmış. Sonra yazıyı dikkatlice okuduğum da gördüm ki, bu yabancı kelimeler doğru yazılmış ama yazıda geçen Türkçe kelimeler, dökülüyor. Her iki kelimeden biri yanlış yazılmış. Büyük küçük yazımı yanlış. Noktalama işaretlerinin kullanımı yanlış…İfade yanlışı var. Özne yüklem uyumsuzluğu var…
Bazı ünlü yazarlarımıza son yıllarda noktalı virgül kullanma hastalığı bulaşmış. Çok nadir kullanılan ve virgül işaretinin görevi gibi görev yapan bu işaret maskaraya çevrilmiş. Olur olmaz her yerde kullanılıyor…
Bu işareti bir kez daha hatırlayalım: Yapı bakımından bağımsız, ama anlam yönünden birbirine bağlantılı bağımsız cümleleri bağlamada, virgülle sıralanan adların bir genel ada bağlanmasında kullanılır bu işaret. Virgül işareti de aynı görevi gördüğünden öyle zırt pırt kullanılmaz.
Ya o iki nokta? İki nokta yanyana işareti?
Böyle bir işareti de ilk kez bu son yıllarda farkediyorum. Bugüne dek gizlenmiş de yeni ortaya çıkmış anlaşılan(!)
Yine bazı büyük yazarlar bu iki nokta yanyana işaretini ısrarla kullanıyor. Dünyada olmayan bir işaret bulmuşlar! Bari oldu olacak patentini de alıversinler bu arada…
Ünlem işaretinden önce üç nokta yanyana kullanan da var. Üç veya daha fazla ünlem işaretini, soru işaretini yanyana kullanan da…
At atabildiğin kadar…Meydan boş ya…
Bu yanlışlar yine iyi. Büyük küçük yazımımız tam bir felâket!
İnceltme işaretimizin hali daha da beter…
Bir kaldırıldı deniyor bazı kelimeler için, bir hepsi kaldırıldı deniyor…
Bir kullanılıyor, bir kullanılmıyor bu işaret…
Kim canı ne istiyorsa onu yapıyor!
Kesme işareti de öyle! Özel isimlerin yazımı da öyle…
Yabancı dillerde isimlerin hepsi büyük harfle yazılıyor ya, o kuralı bize de uygulamaya kalkıyor bazı yabancı dil uzmanı geçinen yazarlar. Yabancı dilde öyle ama bizde öyle değil bu iş, beyler hanımlar!
Bizde tür adları yani cins isimler küçük; kişi, kuruluş, kurum yani tek olan varlıkların adları, özel isimler büyük harfle yazılır. Bu yazım kuralını da ilköğretim bitene kadar herkesin öğrenmesi gerekirdi…
Kesme işaretini kullanmada da bir karışıklıktır gidiyor. Gerekmedikçe özel adlara eklenen çoğul ekleri, li, gil gibi ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.En önemlisi dil adlarına gelen ekler ayrılmaz. Türkçemiz, Fransızcaya…gibi.
Ses düşmelerinde de kesme işareti kullanlır. N’oldu? Karac’oğlan …gibi.
Bizde siyasetçilerimiz bile bu dili yozlaştırma akımına kapılmış, uluorta yabancı sözcükleri kullanıyorlar. Kemal Anadol , TV’ye canlı yayında bağlanmış:”Flaş demeçlerle gündemde kalmak!”diyordu.
TRT, çocuk kanalına reklamlar almış. Adres veriyor:”Dabılyu dabılyu, dabılyu, terete çocuk nokta kom.” Mübarek kanal sanki Türk Devleti’nin değil, Amerika’nın ılımlı islâm kanalı! Her verdikleri reklam İngilizce sözlerle, İngilizce adlı ürünler. Her gösterdikleri film yabancı çeviri film. Her isim yabancı, her okunan ve gösterilen yazı yabancı dilden, yabancı dilin harf okunuşuyla…
Duyduğum gibi yazıyorum, okuyun bakın:
“Çocuk poni…Halfiys arabalar süpriz paketlerde…Madagaskar penguenleri hemifil kutularında…Ülker sımortten altı mini basketbol…Maks çubukları…Yopo ayıcık yumuşacık şeker…Foriyıl yavru kedi…Yumuşacık maçmilop…Kızlar, maylidıl poniden minik poli arabası…Birazdan Zula devriyesi, Zula Patrol…Oskar’a sor, Nano Çocuk’un maceraları…”
Yine ,çocuklara bir program, adı:”Bu ne bu?”
Mumdan figürler şu sesleri çıkarıyorlar:
Bu…bu…ne…ne…Özellikle « bu » sesi Türkçe’deki “bu” sesiyle, « bu » sözünün vurgusuyla değil, yabancıların çıkardıkları”bu” sesiyle veriliyor…
Türk Hava Yollarının yaptığı son reklam filmine ne demeli ?
Yabancı bir tenisçi kadın. Adı dilimizde olmayan ama bölücü maşaların can simidi gibi sarıldıkları W (çift v ) ile yazılmış. Kadın sömürge ülkesinde gezinir gibi başı yukarda, gururla gezinirken arkadan İngilizce tanıtım şarkısı çalınıyor.
Bir gün Kanal D’deki “Doktorum” programını izliyordum. Hasta hakları için dilekçe yazmayı gösterdiler canlı yayında.
Üniversite bitirmiş meslek sahibi genç bir konuk bayan tahta başına geçti. Uzman da dilekçeyi yazdırıyor. O ne? Tahtaya geçen bayan yazıyı büyük harflerle yazmaya başlamasın mı? Değil dilekçe, hiç bir yazı, eğer tabelâ yazısı, duyuru yazısı gibi özel bir yazı değilse, hem büyük harflerle yazılmaz, hem de o şekilde bitirilmez. Rica ediyor bayan bu dilekçede. Şöyle:” Tüm hasta dosyamın bir örneğinin bana verilmesini rica ederim.” Üst makamlara durum bildirilir, arz edilir, rica edilmez. Üst makamlar rica eder.

Bir iki tane de yetişmiş gençliğin Türkçesinden örnek vereyim:
Adam, internette sosyal paylaşım sitesinde mesaj tahtasına yazmış:
“aglamayı bilmeyen gözler sevmegide bilmez!”
Tut kelin perçeminden denmez de ne denir şimdi? Söze küçük harfle başlamasını mı yazalım? Yumuşak g harfini bilmemesini mi? De bağlacının ayrı yazılacağını bilmemesini mi?
“SöyLe kaç hafta yaşanıor aşk dedikleri”
Bu da bir başka mesaj tahtası yazısı. Açıp bakıyorsun sayfayı, bunu yazan yüksek öğretim görmüş. Bu da bir moda şimdi. Bir küçük harf, bir büyük harf kullanarak kelimeleri böyle garip bir şekilde yazmak.
Yine bir haber okumuştum, gençler hakkında:

13 Ocak 2015 Salı


**Uzmanlar ÖSS'ye hazırlanan gençleri, soruları yanlış cevaplamalarına yol açacak tuzaklar konusunda uyardı. İşte soru tuzakları....        
Bahar Kılıçgedik/Bugün
ÖSS'ye hazırlanan gençleri, soruları yanlış cevaplamalarına yol açacak tuzaklar konusunda uyaran uzmanlar, "Asıl soruyu doğru tespit edin. Doğru cevabı buldum diyerek diğer şıkları okumamazlık yapmayın. Olumsuz soru köklerine dikkat edin" diyor.
 ÖSS'ye sayılı günler kala sınav gerilimi de artmaya başladı. Özellikle soru çözmekte güçlük çeken öğrencileri, soruyu dikkatli okumaları yönünde uyaran uzmanlar, "Bazı sorularda birkaç şey birden sorulur. Önemli olan önce hangisine yanıt verilmesi gerektiğini kestirebilmenizdir" diyor.
BEYNİNİZLE OKUYUN
Başarısızlığın en önemli nedenlerinden birinin, öğrencilerin gerçek soruyu farkedememeleri olduğunu hatırlatan uzmanlar, bunun yolunun sesli okuma alışkanlığını bırakmaktan geçtiğini söylüyor. Öğrencilere "Soruları gözünüzle ve beyninizle okuyun" diyen uzmanlar, "Gözünüzü, tek tek kelimeleri görmek yerine, kelime gruplarını görmeye alıştırın. Detaylarla uğraşmak yerine, sorudaki ana fikri ortaya çıkararak çözüm yollarını arayın" şeklinde konuşuyor.
Başarıya giden yollardan birinin de soru çözme hızını artırmaktan geçtiğini dile getiren uzmanlar, öğrencilere sık sık soru çözmelerini ve dersleri günü birlik tekrar etmelerini öneriyor. Uzmanlar, "Soru çözerken tıpkı sınavdaymış gibi kendinize süre verin ve sık sık deneme sınavı çözün" diyor.
BAŞARININ YOLU
Beyin gelişimi açısından dengeli beslenmenin önemine de dikkat çeken uzmanlar, öğrencilere hafızaları için avakado, havuç, ısırgan otu, yaban mersini ve limon tüketmelerini öneriyor. Yağlı besin, kola ve cips tüketiminin bilgileri akılda tutmayı engellediğini hatırlatan uzmanlar, süt, yoğurt, balık, badem, fındık, et, yumurta, kırmızı et, pekmez, bitkisel yağlar ve yağlı tohumlardan oluşan besinleri tüketmenin akıl ve beden sağlığı açısından önemli olduğunu söylüyor. Hedef Dershanesi kurucularından Berna Dabağ, doğru soruyu bulmanın püf noktalarını ve öğrencilerin soru çözmeye yönelik sorularını BUGÜN için cevapladı.
Sınavla ilgili önemli uyarılar
Soruları anlamamı azaltan nedenleri ortadan kaldırmak için neler yapabilirim?
•             Sesli okuma alışkanlığınızı bir kenara bırakarak, gözünüz ve beyninizle okumalısınız. 
•             Gözünüzü tek tek kelimeleri görmek yerine, kelime gruplarını görmeye alıştırmalısınız. 
•             Geri dönüşleri engellemek için okuduğunuz yazıya konsantre olmasını öğrenmelisiniz. 
•             Asıl anlamı dile getiren kelimeler üzerinde yoğunlaşarak, gereksiz kelimelerle vakit kaybetmemelisiniz. 
•             Detaylarla uğraşmak yerine sorudaki anafikri ortaya çıkarmalısınız.
Yazılı sınavlardaki başarımı test biçimindeki sınavlarda uygulayamıyorum. Test biçimindeki sınavlarda nasıl başarılı olabilirim?
•             Öncelikle test yönergesi dikkatlice okunmalıdır. 
•             Yanlışlar doğruları götürecekse, yapılamayan sorulardaki yanıtlamalar tesadüfi seçimlere bırakılmamalıdır. 
•             Yanıtlamalar için verilen sürenin yeterli olacağı bilinmeli ve telaş edilmemelidir. Ancak yanıtlanamayan sorularda da fazla takılmamalı, diğer sorulara geçilmelidir. Zaman kaldığında tekrar o sorulara geri dönülebilir. 
•             Yanıtlamalar bittiğinde testin tamamı baştan kontrol edilmelidir.
Soruları yanlış cevaplamama sebep olan tuzakları nasıl aşabilirim?
•             Önce soru okunmalıdır. Bazen soru kökü olumsuzdur. Buna çok dikkat edilmelidir. 
•             Paragraf sorularında ilk önce soru kökü okunmalıdır. 
•             Tercihiniz hangi puan türünde ise o puan türünde en etkili dersten çözme işlemine başlayın. 
•             Bilemediğiniz soruda fazla oyalanmayın, işaret koyup zaman kalırsa o soruya tekrar dönün.
•             Uzun ve şekilli sorular daha kolaydır. Bazen doğru birden fazladır. Doğru cevabı buldum diye diğer şıkları okumamazlık yapmayın. Doğru cevabın bir yeri yoktur. Alt alta üç soruda da aynı seçenek doğru cevap olabilir.              


Yorum Ekle



Biz öğretmenlere ne güzel işiniz var. Bol bol tatiliniz var,
yata yata para kazanıyorsunuz diyenler haklı.
Aşağıda öğretmenlerin yaptıkları işleri okuyunca öğretmenliğin gayet basit bir meslek olduğunu siz de göreceksiniz.

1. Toplantılara katılınacak,
2. Yıllık plan yapılacak
3. Günlük plan yapılacak
4. OGYE çalışmasına katılınacak
5. TKY çalışmalarında bulunulacak
6. Nöbet tutulacak
7. Sınıflar düzenlenip panolar hazırlanacak
8. Toplantılar hafta sonları veya ders saatleri dışında yapılacak
9. Kurumların açtığı sınavlara ucuz iş gücü olarak gidilecek,
10. Seçimlerde zorunlu olarak sandık başkanı olunacak
11. Envai çeşit tören, kutlama vb. programa katılınacak.
12. Her hafta tüm öğrenciler için ve tüm derslerde değerlendirme formları doldurulacak.
13. Kişisel dosyalar her dönem sonunda doldurulacak.
14. Öğrenci tanıma fişleri doldurulacak.
15. Portfolyo dosyalarına hiçbir çalışma getirmeyen öğrencilere çalışmalarını getirmeleri için yalvarılacak.
16. Öğretmenliği öğretmenlerden iyi bilen velilere dert anlatılacak.
17. Sosyal kulüp çalışmaları ve toplantıları yapılacak.
18. Rehberlik çalışmaları, anketleri yapılacak ve raporları tutulacak
19. Ders işlemek yerine internetteki ve kitaplardaki bilgileri bize okuyarak “bak okuyan toplumuz” imajı veren insanların zorunlu seminerlerine katılınacak.
20. Pansiyonda nöbet esnasında öğrencilerin yemek etüt, uyku, banyo, hastalık, can sıkıntısı , koğuş ve oda düzeni durumlarına bire-bir müdahil olunacak.
21. Sınırsız sorumluluk, öğrenci takılıp düştüğünde polise ifade verilecek. Hiçbir dayanağı olmaksızın dayakçı öğretmen olmakla suçlanılacak.
22. Öğrencilere çalışma kağıdı hazırlanacak
23. Öğrencilere yarın ne gibi etkinlikler yaptırabilirim diye düşünülecek
24. Velilerle görüşülecek
25. Teneffüslerde çocukların şikayetleri dinlenecek
26. Panolara asılan şeyler belli aralıklarla dosyalanacak
27. Her hafta rehberlik ve sosyal etkinlikler dersi için tutanak tutulacak
28. Toplum hizmeti için zaman yaratılacak
29. 40 dk içinde yüz kere öğretmenim diyen bücürlere efendim denilecek
30. Kavga edenler ayırt edilecek, kafası gözü yarılanlara pansuman yapılacak,
31. Değerlendirme testleri hazırlanacak
32. Değerlendirme testleri evde değerlendirilecek,
33. Üstüne saldıran veliler ikna edilecek,
34. Bilgi yarışmalarına öğrenci hazırlanacak,
35. Öğrencilerin evlerine gidilip hal hatırı sorulacak,
36. Saha çalışması yapıp okula gelmeyen öğrencileri toplayacak ve okula getirecek,
37. Temizlik, spor, fotokopi, demirbaş, sabun, tuvalet kağıdı için para toplanılacak,
38. Taşımalı öğrencileri sabah servisten inerken sayıp kontrol edilecek,,
39. Öğle yemeğinde listeden çağırıp sıraya koyulacak,
40. Okul çıkışı öğrenciler servislerine bindirilecek.
41. Belirli Gün ve Haftalarla ilgili program hazırlanacak,
42. Öğrencilere katılım için yalvarılacak,
43. Belirli günler ile ilgili pano hazırlanacak,
44. Panolar için yazı ve şiirler, bulunacak ya da kontrol edilecek.
45. Veliler okulda bilgilendirilip, eğitilecek
46. Kanuni hak olan sevk ve izin istenirken mahcup, hafif ve ince bir sesle rica edilecek ve sevk dersin olmadığı bir zamana denk getirilecek, hasta hasta derslere girilecek, bazı yerlerde muayene saati sevke yazdırılacak (diğer çalışanlara da mesai dışında mı sevk alın deniliyor acaba).
47. Veli toplantıları yapılacak.
48. Okul aile birliği toplantılarına katılınıp velilerin kahırları dinlenecek.
49. Her dönem ve gerektiğinde zümre toplantıları yapılıp tutanak hazırlanacak.
50. Yeni müfredat konusunda veliler bilgilendirilecek.
51. Gözlem dosyaları tutulacak
52. Etkinlik yaptırılacak(yapmayanlara bir şey yapılmayacak)
53. Sınıf başkanı, kitaplık görevlisi, temizlik başkanı seçilip görevlerini yapıp yapmadıkları günlük olarak takip edilecek.
54. Hizmetlilere ya da idareye bildirilen temizlik, tamirat ve görüşler bu kişiler tarafından dikkate alınmayacak.
55. Gelen giden evrak defteri doldurulacak
56. Laboratuar düzenlenecek, temizlenecek
57. Müdür ve müdür yardımcılarının yapmak istemedikleri görevler yapılacak
58. Çocukların elbise, saç, tırnak temizliği ile ilgilenilecek.
59. Deneyler, gözlemler, etkinlikler için hazırlık yapılacak.
60. Beslenme saatinde beslenme yaptırılacak.
61. Başarısızlığın sebebi araştırılacak.
62. Mahallede kavga edenlerin aileleri okulda dinlenecek.
63. Müdür Beye hesap verilecek.
65. Dersi boş olan, derslerine branş öğretmenleri giren (özellikle sınıf öğretmenleri) öğretmenler, ''İşlerim var şu boş sınıfa derse giriver'' diyen idarecilerin derslerine girilecek.
66. Birilerine ek ders ücreti verebilmek için açılan seminer, hizmet içi eğitim vb. şeylere gerçekten ihtiyacı olup olmadığını bilmeden, sormadan zorunlu olarak ders saatleri dışında katılmak zorunda kalınacak.
67. Sorumluluğu çok yüksek olan nöbetçilikler yapılacak
68. Son zamanlarda artık iyice raydan çıkan eğitim sisteminde öğretmenlikten çok dadılık yapılacak.
69. Müdür ve müdür yardımcılarının imalı ve iğneli sözlerine kulak asılmayacak, duymazlıktan gelinecek.
70. Spor parası toplanacak.
71. Yakacak ve ihtiyaçlar için aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
72. Onur kurulu ve disiplin kurulu toplantılarına katılınacak
73. Nöbet günü ve diğer günler öğrencilerin kılık kıyafet kontrolü yapılacak
74. Nöbet defterine gelmeyen öğretmen yazılacak ve sınıf defteri imzalanacak.
75. Zaman zaman öğrenci çantalarına arama yapılacak
76. Okula getirilmesi yasak olan eşyalar için tutanak tutulacak ve bu eşyalar ailelerine teslim edilecek.
77. Aidat toplanacak hatta vermeleri için yalvarılacak
78. Nöbetlerde mıntıka temizliği yaptırılacak.
79. Ünitelendirilmiş Yıllık Plan Yapılan Açıklamalar
80. İş Günü Takvimi
81. Ünite Süre Çizelgesi
82. Yıllık Çalışma Programı
83. Haftalık Ders Programı
84. Ünite Çalışma Dosyası
85. Sınıf Ders Defteri
86. Deney defteri Raporu
87. Gezi Planı
88. Öğrenci Kişisel Robşayanı
89. Öğretmen Not Defter
90. Kitaplık ve Defteri
91. Çevre İncelemesi
92. Tebliğler Dergisi Fihrist
93. Sınıf Demirbaş Listesi
94. Ders Dışı Etkinlik Dosyası
95. Yazılı Kağıt ve Cevapları
96. Ödev Listesi-Ödevler
97. Dershane Araçları
98. Koordinasyon Kurulu Kararı
a. Cümle Listesi
b. Metin Defteri
c. Metinler
d. Kontrol Tablosu
Bu kadarcık iş yapmakla hiç insan yorulur mu?

Hadi kolaysa cevap verin

VERi İMLİ DERS ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ
NİÇİN DERS ÇALIŞMALIYIM?
Değerli öğrenciler öncelikle nasıl ders çalışmalıyız sorusundan çok niçin ders çalışmalıyız sorusunu kendimize sormamız daha güzel olacaktır.
                İster okula yeni başlamış olsun isterse üniversiteye hazırlanıyor olsun bütün öğrenciler bu soruların cevabını bulması gerekir.’’Niçin ders çalışmalıyım? Hedefim ne? Hedefimi gerçekleştirmek için neler yapmalıyım?’’ bu soruların cevabını bulan öğrencilerin tembellik yapması mümkün değildir.Bu nedenle sizin öncelikli olarak bir hedef belirlemesi gerekir.
                Yıllar önce Trabzon’un Çaykara ilçesinin bir köyünde bir çocuk vardı. Büyüdüğündeki en büyük hedefi şuydu: Doya doya kavurma yiyebilmek!
                Çünkü ailesi çok fakirdi.Dar gelirli oluşlarından dolayı zaten okula zor şartlarda gidebiliyordu.Liseyi bitirirse bile artık ailesinin onu üniversiteye gönderecek gücü yoktu.Babasının ödenmemiş bir sürü borcu vardı.Bir gün eve gelen postacıyı icra memuru zannedip evlerinde kalan son malları da götüreceklerini düşünür.Sonra onun posta memuru olduğunu anlar..Posta memurunun zarfından üniversite sınav sonucu çıkar.Kağıda bakar üniversite sınavını kazanmış.Hem de Türkiye birincisi olarak !
                Üniversiteyi burslu olarak okur.Üniversiteyi bitirince Amerika’ya davet edilir..Yıllarca Amerika da kaldıktan sonra Türkiye’ye döner .Devletin değişik kademelerinde görevler yapar.Hala onun adı anıldığında insanlar saygı duyar.Çok zeki ve çalışkan bir insan olduğu söylenir.Trafik kazasında hayatını kaybetmesiydi ülke için çok şeyler yapabilirdi denir.
                Küçüklüğünde sadece doya doya kavurma  yemeye yetecek  kadar bir paraya kavuşmak isteyen Adnan Kahveci büyüdüğünde bir ülkenin maliye bakanı olacak kadar büyük paralara hükmedebiliyor.Ne sayesinde? Çok çalışmak..Adnan Kahveci’ nin çalışmak için yeterince nedeni vardı ve niçin çalışması gerektiğini biliyordu.
                Arkadaşlar bu hikayeden çıkaracağımız sonuç öncelikli olarak kendimize  ulaşılabilir bir hedef belirlemeliyiz ve bu hedefe ulaşmak için çaba göstermeliyiz. Ders çalışmaya başlamadan önce ilk olarak hedef  belirlemeliyiz.
                İkinci olarak başarıya inanmak gerekmektedir.
Kişinin önündeki en büyük engel yine kişinin kendisidir.O işle ilgili olumsuz düşünceler ve başaramama korkusu aşılması ve geçilmesi en zor olan engeldir. 
                Bir kişi şunu yada bunu başaramayacağına inandığı sürece bunları yapmamaya kararlı demektir.Sonuçta başarılı olması imkansızdır.
               
Verimli ders çalışmanın en önemli kurallarından biriside etkin dinlemedir.
                Dersi derste öğrenmek öğrenmenin temelidir.verimli ders çalışmanın ve konuyu anlamanın temelinde etkin dinleme yatar.
________________________________________

ETKİN DİNLEMENİN KURALLARI
KONUŞAN KİŞİYLE GÖZ İLİŞKİSİ KURMAK GEREKİR
Öğrenciler derste bazen başka şeylerle ilgilenirler. Arkadaşlarıyla konuşur dikkati dağılır.Sadece öğretmenin sesini duyar onun jest ve mimiklerini hareketlerini göremezler.
                Derste başarı için ağzı ve gözleri arasındaki üçgene bakmamız göz ilişkisi kurmamız gerekir.
                Biz:
                Okuduklarımızın %10’unu
                İşittiklerimizin %20’sini
                Gördüklerimizin %30’unu
                Hem görüp hem işittiklerimizin %501’sini
Söylediklerimizin %80’ini
Davranışlarımız doğrultusunda söylediklerimizin %90’ını hatırlarız.


ÖNDE OTURMALISINIZ:
Özellikle arkalarda oturmak zamanla öğrencinin ders veriminin düşmesine ve dersten uzaklaşmasına neden olabilir.
SADECE ÖĞRETMENİ DİNLEMELİSİNİZ:
DİNLEMEYE UYGUN POZİSYON ALMALISINIZ:
Asık suratla mı yoksa güler yüzle mi ders dinlediğiniz çok önemlidir.Ağzın kenarlarının kulaklara yakınlığı ölçüsünde öğrencinin dikkati artar veya azalır.
                Almanya’da yapılan bir araştırmada:İyi bir öğretmen dersine her zaman ki gibi çok güzel  hazırlanıyor.Sınıfta konuyu asık suratla hiç espri yapmadan anlatıp çıkıyor.Dersten sonra konuyla ilgili yapılan teste öğrencileri başarı oranı %60 çıkıyor.
                Daha sonra yine aynı öğretmen derse girdiğinde öğrencilerinden bir şey istiyor.”herkes ağzına bir kalem alıp ısırır gibi ağzında tutsun” diyor.Ağızlarında kalem varken öğretmen dersi anlatıyor dersten sonra konuyla ilgili yapılan teste öğrencilerin başarı oranı %70’e çıkıyor.
                Deneyin üçüncü aşamasında ise öğretmen derse giriyor.Dersi ciddi ama güler yüzle anlatmaya çalışıyor.Dersin on beş dakikasına doğru bir espri yapıyor. Çocukları güldürüyor,onları dersin stresli ortamından uzaklaştırmaya çalışıyor. Konuyu dağıtmadan tekrar dersi işlemeye devam ediyor. Dersten sonra konuyla ilgili yapılan teste öğrencilerin başarı oranı %80’e çıkıyor.
                Sonuç : Öğrencilerin derste başarılarının artması için dersi gülerek dinlemeleri gerekmektedir.
________________________________________


VERİMLİ DERS ÇALIŞMANIN KURALLARI:
1-SAĞLIK:
                Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur diyerek  başarının ilk kuralını belirlemişlerdir.
Öğrenmenin %80’i gözle gerçekleşiyor.Göz tembelliğinin oluşmaması için her gün iki üç defa göz egzersizi yapmanız gerekmektedir.
                Beyin Yorulur mu?
Öğrenciler genellikle anne ve babalarına iki üç saat çalıştıktan sonra çok yorulduklarını söylerler. Gerçekten beyin çok çalışmaktan yorulur mu?
                Kolumuzla bir şeyi çok fazla kaldırdığımız zaman kollarımız yorulabilir.Çok koşuyorsak ayaklarımızda bir yorgunluk oluşabilir.  Ama beyin sinir hücrelerinden oluştuğu için yorulma diye bir şey söz konusu değildir.
                Bir öğrenci oturup beş saat matematik sonra da beş saat fen bilgisi çalışsa beyni yorulmaz.
                Derin Nefes Almanın Faydaları:
                Fiziksel Egzersizler:
Günde yirmi dakikanızı fiziksel egzersize ayırmalısınız. O zaman vücut serotenin diye bir madde salgılıyor.
                Serotenin ne işe yarar? Kaygı azalır öğrenme verimi artar.Uyku düzene girer. İnsan kendini daha zinde hisseder.
                İntihar edenleri kanları incelendiğinde vücutlarında hiç serotenine rastlanmıyor. Yani bu madde salgılanmamaya başladığı zaman insan hayattan kopmaya başlıyor.

2- SEVMEK:
•Kendisini
•Ailesini
•Öğretmenini
•Dersi
•Sınıfı
•Okulu
Çalışmayı  sevmelidir
3-ÇALIŞMA YÖNTEMLERİNİ BİLMEK:
                Bir Amerikalı ve bir Japon işadamı bir toplantıya katılıyorlar. Toplantı arasında ikisi dolaşmaya çıkıyorlar. Kaldıkları otel bir ormanını içinde olduğundan ormanda geziyorlar. Bu ormanda gezerlerken çok uzaklardan bir aslan sesi duyarlar. Bir de bakarlar ki aslan kendilerine doğru koşarak geliyor. Amerikalı hemen kaçmaya başlar Japon oturuyor.Tabi Amerikalı merak ediyor. Niye öyle yaptığını anlamaya çalışılıyor. Japon sırt çantasından spor ayakkabısını çıkarıyor ve giymeye başlıyor. Amerikalı Japon’a “ Sen spor ayakkabılarını giyerek aslandan daha hızlı koşacağını mı zannediyorsun ?” diyor.
                Japon cevap vermiyor. Ayakkabılarını hızlı bir şekilde giyiyor ve bağcıklarını bağlıyor. Amerikaya  önce yetişip sonra geçerken ona şöyle diyor: “ Sevgili dostum elbette  ben aslandan daha hızlı koşamam. Ama senden daha hızlı koşsam yeter. Aslan kimi yakalarsa önce onu yer”.
                Bu hikayeyi niye anlattım ?
Türkiye’de her yıl 1,200,000 kişi ilkokula başlıyor. Ailelerinin hayalinde çocuklarının güzel bir üniversite okuması var. Öğrencilerin hepsi okullarını bitirip sınava giriyor. Bazıları başarılı olurken bazıları başarısız oluyor. Kazananlarla kazanamayanlar arasındaki en büyük fark zeka farkı değil ; öyleyse aradaki fark ne?
                Verimli ders çalışma yöntemlerini bilmeleri ve bunu sürekli olarak uygulamalarıdır. Eğitim hayatında belli kararlılıkta çalışan ve belli bir süre sonra başarıya ulaşan öğrencilerdir.
________________________________________


HAYATTAN NE BEKLEDİĞİNİZİ, AMACINIZIN NE OLDUĞUNU BİLİN:
                Bir yelkenli ile okyanusun ortasındasınız fırtınalar esiyor elinizde ne bir rota ne bir pusula var  hedefinizi belirlememişsiniz “nereye gideceksiniz” diye sorarlarsa  “rüzgar bizi nereye götürürse” diye cevap vereceksiniz. Rüzgar biraz batıya biraz doğuya eserse sonuçta ortada kalırsınız.
                Hedefi belli olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez!
Kendinizin 6ay,1yıl, 5 yıl 10 yıl sonra nerede olmak istediğinizi düşünmeli ve ona göre plan yapmalısınız.
                Öğrenci lise üçüncü sınıfa geliyor hala bir kararı yok. Ne olmak istiyorsun diye sorulduğunda bilmiyorum diyor.”Üniversite sınavına gireyim kaç puan alırsam ona göre tercih yaparım” diyor

                Amacınıza ulaşmak için hangi dersi ne zaman çalışacağınızı  ne kadar gayret göstermek zorunda olduğunuzu bilmeniz gerekmektedir.
               
                Yıllık ,aylık ,haftalık ve günlük ders çalışma planınız olmalı bu ders çalışma planlarına uygun ders çalışmalısınız.
               
Unutmayınız ki her problem öğrenmek için bir fırsattır.Risksiz kar tehlikesiz tecrübe ve çalışmaksızın ödül kazanmak doğmaksızın yaşamda olmak kadar imkansızdır. 

GÜNLÜK ÇALIŞMA PLANI YAPIN
Program :
Zamanı etkin şekilde kullanmanızı,
Neye nereden başlayacağınızı karar vermenizi,
Bilgileri ne kadar özümsediğinizi görmenizi
Ne zaman dinlenip ne zaman çalışacağınıza karar vermenizi
Geleceğinize bir adım daha yaklaşmanızı kolaylaştıran çok önemli bir adımdır.
               
                Unutmanın engellenebilmesi için o günkü dersin mutlaka tekrarı gerekiyor. Ertesi gün o ders olmasa bile 

Günlük çalışma programı:
1-     O gün öğrenilen konuların tekrarı
2-     Ödevlerin yapılması ve test çözümü
3-     Bir gün sonra işlenecek konuların ön hazırlığını içermelidir.
________________________________________


TÜRKÇE DERSİ NASIL ÇALIŞILMALI:
ÖSS de yaklaşık 45 sorunun konulara göre dağılımı
•Sözcük ve cümle anlamı   15
•Dilbilgisi                           15
•Paragraf                            15

Dilbilgisi soruları temel bilgiler öğrenilmeden çözülemez. Türkçe konuları birbirinin devamıdır.Birini anlamadan diğerine geçmeyiniz.
Yorum gerektiren sorular çok fazla bilgi gerektirmez.Okuduğunu anlamak ve anladığını yorumlamakla ilgilidir. Bu da ancak konularla ilgili çok fazla soru çözmekle mümkün olur.
•Sınavda sabırlı olmalı hiç üşenmeden bütün soruları çözmelisiniz.  Çıkmış sorular çıkabileceklerin aynasıdır. Bu nedenle çıkmış soruları mutlaka çözmeniz gerekmektedir..

TARİH DERSİ NASIL ÇALIŞILMALI:
               
•Öncelikli olarak konularla ilgili temel bilgiler çok iyi bilinmelidir.
•Tarih konularıyla kavramlar ilgili  çok iyi bilinmelidir. Örneğin manda ve himaye gibi.
•Temel bilgiler ve kavramlar arasında bağlantılar kurulmalıdır.
•Konular bu şekilde  tamamlandıktan sonra konularla ilgili bolca test çözülmelidir.

COĞRAFYA DERSİ NASIL ÇALIŞILMALI:
               
•ÖSS sınavında coğrafyanın bütün konularından soru gelebilmektedir. 
•Bazı yıllarda bazı konulara ağırlık verilebilmektedir.
•Son yıllarda ekonomik coğrafya soruları  coğrafya sorularının  %25-%30 unu oluşturmaktadır.
•Geçmiş ÖSS lerde çıkmış sorular gelecek soruların benzeri olacağından sınava girmeden mutlaka çıkmış soruların çözülmesi gerekmektedir.
________________________________________

 
MATEMATİK DERSİ NASIL ÇALIŞILIR:

Matematik bir insanın yalnız başına öğrenebileceği bir ders değildir. Öncelikli olarak öğretmenin iyi bir şekilde dinlenmesi gerekmektedir.
                Öğrenmenin ilk aşaması kişinin bilmediğini fark etmesidir.
Bu nedenle biz size bazı ölçütler verelim:
•İşlem kabiliyetim az konuları anlayamıyorum  diyorsanız;
İlk tavsiyemiz temel konulara çalışmanızdır. Nasıl ki alfabenin harflerini bilmeyen kişi okuyamaz, yazamaz matematiğin temel kurallarını bilmeyen öğrenci de matematik dersini anlayamaz.
•İşlem kabiliyetim iyi fakat konulara yabancıyım;
Diyen öğrencilere tavsiyem bilgi eksiği olan konuların tam olarak öğrenilmesidir.İşlem kabiliyetinin iyi olması matematik konularını öğrenebileceğini gösterir.

*Konuları  anlıyorum fakat işlem kabiliyetim az diyorsanız;
Diyen öğrencilerimize tavsiyemiz bol bol soru çözmeleridir


*İşlem kabiliyetim iyi hem konuları da biliyorum fakat çok yanlış yapıyorum;
Diyen öğrencilerimize tavsiyemiz soruları dikkatlice çözmeleridir.Yanlış yapmamanın veya az yanlış yapmanın bol bol soru çözmektir

Öğrenciye bağlı nedenler:
• Fiziksel yetersizlikler:
Öğrencinin görme, işitme, konuşma ve benzeri sorunları varsa, kas gelişiminde problem olup kalem tutamıyor, yazı yazamıyorsa veya başka bir sağlık sorunundan dolayı derslere konsantre olamıyorsa başarısızlık görülebilir. Bu hallerde çocuğu bir doktora götürerek sorunlarına çözüm aranması ve yetersizliklerini gidererek öğrenmeye hazır hale getirilmesi gerekir. Burada görme, işitme ve benzeri engeli olan öğrenciler iyi öğrenemez gibi bir yargıya varılmamalıdır. Engelin derecesine göre uygun bir eğitim programına yerleştirilirse yüksek düzeyde engeli olan öğrenciler bile diğer çocuklar kadar hatta daha başarılı olabilirler.
• Zihinsel, bilişsel, duygusal ve sosyal açılardan yeterli ölçüde gelişmemiş olma:
Çocuk, bu açılardan yaşıtlarından geri ise, okula olması gerekenden önce başlamışsa veya okul yaşında olmakla beraber bilişsel ve duygusal yönden gelişimini tamamlamamış ise okula uyumda ve derslerde zorlanır, dolayısıyla başarısız olabilir.
• Öğrenmeye hazır olmama:
Öğrenci, öğrenme için yeterince hevesli ve istekli değilse, çalışmaya güdülenmiyorsa ve bunun sonucunda derse kendini veremiyorsa başarısız olur. Bu durumlara ailesel, gelişimsel vb. özellikler neden olabilir.
• Yanlış çalışma alışkanlıkları:
Öğrenci doğru bir biçimde ders çalışmıyorsa, çok çalışıyor ancak çalışması verimli olmuyorsa, öğrenerek değil de ezberleyerek çalışıyorsa, derslerin gerektirdiği çalışma biçimine dikkat etmiyorsa (örneğin matematiği yazarak, soru çözerek değil de okuyarak çalışıyorsa) yeterli tekrar yapmıyorsa, zamanı etkili kullanma, derse konsantre olma, dikkat toplama gibi konularda sorun yaşıyorsa istenen başarıya ulaşamaz.
• Kendine güvenin azlığı, sosyal becerilerin ve iletişim becerilerinin gelişmemiş olması:
Bu durumlarda öğrenci başarılı olabileceğine inanmaz, öğrenmek için çabalama, anlamadığını sorma, derse katılma konularında zorlanır.
• Kaygının çok düşük ya da yüksek olması:
Başarılı olma için orta düzeyde kaygı gereklidir. Çocuğun ders çalışma ve sınav konusunda kaygısı çok düşük veya çok yüksekse başarısızlık görülür.
• Geçmişte yaşanan başarısızlıklara takılıp kalma:
Öğrenci, geçmişte olan başarısızlıkları nedeniyle kendine güvenini kaybetmişse ve başarılı olacağına inanmıyorsa başarısızlık kaçınılmazdır.
• Öğrencinin psikolojik durumu:
Öğrenci, travmatik bir olay (ailede hastalanma, ölüm, kaza, afetler, anne babanın ayrılması vb.) geçirmişse veya ev ortamında ya da okulda huzursuzluk, sıkıntı verici durumlar, ve zorlayıcı olaylar, kavgalar yaşıyorsa psikolojisi derinden etkilenir, kendini derse veremez, konsantre olamaz ve başarısız olabilir.
• Aşırı hareketlilik:
Bazı çocuklar, yapıları gereği aşırı hareketli olurlar. Çeşitli nedenleri olan bu durumda çocuk kıpır kıpırdır, yerinde duramaz bu da derse yoğunlaşmasını zorlaştırabilir.
• Ergenlik dönemi özellikleri:
Ergenliğe geçişle birlikte meydana gelen gelişme ve değişmeler, bakış açısında, ilgi alanlarında olan farklılaşmalar, öğrencinin yaşadığı duygusal gerginlikler onun başarısı üzerinde etki yapabilir. Ayrıca öğrenci özgürleşme isteğine bağlı olarak kendini okuldan ve derslerden soyutlayabilir.
• Öğrenme güçlüğü:
Bazı çocuklar yeterli zihinsel potansiyele sahip oldukları halde dersleri öğrenmekte güçlük çeker. Öğrenme güçlüğü denilen sorun, çocuğun normal zekâlı hatta parlak zekâlı olmasına rağmen dikkatsiz, aşırı hareketli, beceriksiz, dalgın olması, doğru çözümü ayırt edememesi, yanlış ve eksik yazması, okuma, yazma veya matematiği öğrenmede zorlanması gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu sorun beynin, merkezi sinir sisteminin fonksiyon bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıkar.
• Çalışma ortamı:
Öğrencinin ders çalışma ortamı soğuk, karanlık, gürültülü, rahatsızlık verici bir yerse veya iyi ders çalışabilmesi için belli bir yeri yoksa ya da çalışırken dikkatini çevresinde olanlardan uzaklaştıramıyorsa başarılı olma şansı düşük olur. İstenen başarıya ulaşılamayabilir.
Okuldan kaynaklanabilecek nedenler:
• Sınıf ve okul ortamı çocukları rahatsız edebilecek durumdaysa, öğretmenin yanlış tutum ve davranışları varsa ya da uygun öğretim teknikleri kullanılmıyorsa ayrıca çocuk çeşitli nedenlerden ötürü arkadaşları tarafından dışlanmışsa başarısızlık gözlenebilir.
Aileden kaynaklanabilecek nedenler:
Ailenin eğitim, kültürel ve ekonomik durumu, aile bireyleri arasındaki iletişim biçimi, anne babanın çocuk yetiştirme tarzı, eğitime bakış açısı, çocuğa gösterdiği tutum ve yaklaşımlar, çocuğun başarısını etkiler.
• Anne ve baba arasında iyi bir iletişim yoksa sık sık tartışma yaşanıyorsa, evde çocuğun psikolojisini olumsuz etkileyecek durumlar varsa
• Anne ve baba kendi sorunlarından ya da başka nedenlerden dolayı çocuğa fazlasıyla baskıcı, eleştirel, sert davranıyorsa veya tam tersine onunla ilgilenmiyor, ihtiyaçlarını görmezlikten geliyorsa
• Çocuk, yaşadığı olay ve durumlardan etkilenir, yoğun olarak üzüntü, değersizlik ve yetersizlik duyguları yaşar, çaresizlikler içinde bunalır. Bu duyguların etkisiyle kendine güveni düşer, kendini derse veremez sonucunda başarısız olur.
• Anne ve babada başarısızlık kaygısı varsa, bu okul öncesinden başlayarak çocuğa yansır ve onun gerçek performansını ortaya koymasına engel olur.
• Başarısızlıkta en önemli nedenlerden biri de ailenin çocuktan yüksek beklentileridir. Bazı anne babalar, çocuklarının kapasitelerini ve potansiyellerini dikkate almadan ondan yüksek başarı beklerler. Oysaki her çocuğun ilgi ve yetenekleri ile başarılı olduğu alanlar farklıdır. Ayrıca çocuk kapasitesini artırabilmekle beraber o kapasitenin çok üstüne çıkamaz. Aile, bu beklentiler içinde başarıyı çocuğun kişiliğinin ölçüsü olarak görüyorsa çocuk başarısız olma ve sevilmeme korkusu yaşar, kaygısı artar. Bu da başarısızlığı beraberinde getirir.
• Ailenin çocuğuna okuma, zamanı verimli kullanma, sorumluluklarını yerine getirme gibi konularda iyi model olmaması (çocuğa televizyon izlemeyi yasaklayıp kendinin sürekli televizyon izlemesi gibi), her konuda olduğu gibi ders çalışma ve başarı konusunda da önemli bir etkendir. Bunun yanında çocuğun bilgisayar oyunlarına, televizyon programlarına çok düşkün olması ve ailenin buna sınır koyamaması başarısızlığa neden olur.
• Çocuğun eğitimi için yeterli özen ve desteğin gösterilmemesi; aile, çocuğu okula gitme ve ders çalışma konusunda heveslendirmiyor, ona güvendiğini hissettirmiyor, gerektiğinde yardım etmiyor, destek olmuyorsa ayrıca bu konularda uygun olmayan ödül ve ceza teknikleri kullanıyorsa, yine başarısızlık meydana gelir.
• Anne babanın çocuğun ders çalışmaktan başka bir şey yapmasına izin vermemesi; sosyal faaliyetler, resim, müzik, spor etkinlikleri gibi başarıyı destekleyici çalışmaları gereksiz hatta zarar verici olarak görmesi, çocuğun oyun oynamasına, az da olsa arkadaşlarıyla görüşmesine izin vermemesi, faydalı olsun diye yapılan aslında zarar veren yaklaşımlardır.
• Tam tersine ders çalışmayı kolay bir iş sanıp çocuğa evde çok görev ve sorumluluk vermek de yeterince ders çalışılamamasına neden olur ve başarısızlık doğurur.
• Ailenin çocuk yetiştirme tarzı ve çocuğa gösterilen hatalı tutum ve yaklaşımlar, başarı üzerinde olumsuz etki yapar. Çocuğun çok gevşek bırakılması veya aşırı baskı ve otorite altında bulundurulması başarısızlığa nenen olur. Onun her hareketinin gereğinden çok izlenmesi, en ufak hatasının bile sert tepkiyle karşılanması, sürekli eleştirilmesi, her düşünce ve davranışta zekâ belirtilerinin aranması zararlıdır. Bazı aileler böyle davranarak çocuğa çalışma ve doğru yapma alışkanlığı kazandırılacağını düşünürler ancak aşırı yaklaşımlar her zaman olumsuz sonuç verir.
• Anne babanın yaklaşımlarına karşı çocuğun verdiği tepkiler de başarısızlığa neden olur. Bazı çocuklar, anne babalarına duydukları kızgınlığı yaramazlık yaparak, ders çalışmayarak gösterirler. Böyle yapıp zayıf notlar alınca onları cezalandırıp intikam alacağını düşünürler.
• Çocuğa küçük yaşlardan başlanarak sorumluluk duygusu kazandırılamamışsa, bu duyguyu kazanmasına fırsat verilmemişse, çocuk okula başladığında sorumluluklarının farkına varamaz, dolayısıyla sorumluluk alamaz ve yerine getiremez.
• Kalıtımla anne babadan çocuğa geçen bedensel ve zihinsel özellikler, onun her yönünü olduğu gibi okul başarısını da şekillendirir.
• Ailenin eğitim düzeyi, kültürel yapısı, yaşam biçimi ve gelişmişlik durumu da başarı üzerinde etkili bir faktördür. Ailenin eğitim hakkındaki düşünce ve yaklaşımları, öğretmene karşı geliştirdiği tutumlar olumlu ise çocuğun bu konulara bakışı da olumlu olur. Aile, eğitim, okul ve öğretmen hakkında olumsuz düşünce, görüş ve değer yargılarına sahipse çocuk da olumsuz düşünür ve başarısız olur. Bunun yanında kalabalık ailelerin çocuklarının, çocuk sayısı daha az olan ailelerinkine kıyasla daha az başarı gösterdikleri gözlemlenmiştir.
• Bir başka etmen de çocuğun bir işte çalışmasıdır. Çeşitli nedenlerle çalışan çocuklar, hem ders çalışmaya yeterli zaman bulamazlar hem de yüklerinin ağırlığı ve yorgunluktan dolayı okulda istenen başarıyı gösteremezler.
• Evde çocuğun ders çalışabileceği bir oda, oda yoksa bir ders çalışma köşesinin olmaması, çocuğun iyi çalışamamasına, ders çalışmaya karşı olumsuz tutum geliştirmesine yol açabilir.
• Başarısızlığın başta gelen nedenlerinden biri de anne babanın çocuk ile birlikte yeterince zaman geçirmemesidir. Özellikle babalar işlerinden dolayı çocuklarına zaman ayıramadıklarını öne sürerek onlarla ilgilenmeyi reddederler. Oysaki çocukla günde yarım saat bile olsun birlikte oynamak, kitap okumak, çeşitli faaliyetler yapmak, sohbet etmek, dersleriyle ilgilenmek, her açıdan iyi sonuçlar verir. Çocuk, anne ve babasıyla kaliteli zaman geçiremez ve paylaşımlarda bulunamazsa duygusal yoksunluk yaşar, ihtiyacı olan ilgiyi okulda arar. Bu çocuklarda başarısızlığın yanında çeşitli uyum ve davranış bozuklukları, öğretmenleri ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde sorunlar görülebilir.
Anne ve babalar, sözü edilen ailesel faktörlere dikkat etmeli ancak her başarısızlıkta hemen kendini suçlamamalıdır. Başarısızlığa neden olacak tüm faktörler incelemeli, kendilerinden kaynaklanan nedenler varsa bunları ortadan kaldırmak için çalışmalıdır.
Test çözmede üç unsur önemlidir.

Bilgi: Öğrenme ile kazanılır. Tekrar ile pekiştirilir. Test çözme tekniğini kullanmanın temelini teşkil eder.

Yorum: Öğrenilen ve tekrar ile pekiştirilen bilgi ile ilgili düşünce geliştirme veya bilgiye farklı açılardan bakabilme gücünü ifade eder. Test çözme tekniğinin geliştirilmesini sağlar.

Hız: Kazanılan bilgiye ve elde edilen yorum gücüne ait problemlerin zaman kısıtlaması içinde çözülmesidir. Hız, test çözerken zamanı etkin bir biçimde kullanmanıza yardım eder.

TEST ÇÖZERKEN DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

Her sorunun kendine has bir mantığı vardır. Test  çözerken kendi mantığınızla değil sorunun mantığına göre hareket etmelisiniz.

    Soru kökünün iyi okunup anlaşılması, daha sonra cevabın düşünülmesi gerekir. Soru kökü anlaşılmadan cevabı düşünmeye çalışmak hızı düşürür. Zaman kazanmak için soruyu okumadan cevap şıklarına koşmak sizi yanıltır.

    Soruda sizden ne isteniyorsa ne eksik, ne fazla isteneni düşünmelisiniz. Bazı sorular sizin için çok kolay gelir ve cevabın böyle kolay bir şık olamayacağını düşünürsünüz. Oysa bazen böyle kolay sorular sormak da  bu işin tekniğinin bir parçasıdır.

    Her testte bilgi düzeyinizin altında ve üstünde sorularla karşılaşırsınız. Ancak testin genelini standart bilgi birikimi ve yorum gücü ile çözülebilecek sorular oluşturur. Sorulara önyargılı yaklaşmamalısınız. "Bu soru zor yapamam” “Bu soru kolay cevap x şıkkı" gibi zaman kazanmaya yönelik aceleci davranışlar kazanmak yerine kaybettirir.

    Turlu Soru Çözme Yöntemi testteki her soruyu incelemenize yardımcı olur. Cevaplandırılmayan soruları soru kitapçığında bir işaret veya simge ile simgelendirmek o soruların ikinci turda daha kolay bulunmasını sağlar.

    Hatalı okuma alışkanlıkları da önemli sorunlar yaşamanıza neden olabilir. Olumsuz bir ifadeyi olumlu olarak okumak soruyu veya cevabı hatalı düşünmenize sebebiyet verebilir.

    İnsan psikolojisi soru içindeki ifadeleri olumlu yönde algılamaya eğilimlidir. Bu nedenle soru formlarında altı çizili veya kalın yazı karakterli ifadeleri daha dikkatli okumalısınız.

    Soru kökünün veya soru metninin uzun oluşu sizin için daha fazla ipucu anlamına gelir. Bu nedenle uzun metinli sorular daha kolay çözülebilen sorular olarak algılanmalıdır.

    Paragraf tipli sorularda genellikle paragraftan önce soru kökünün okunması paragrafın ikinci kez okunması zorunluluğunu önler. Soru kökünü okuyan zihin soruyu bu zihni hazırlıkla okuma eğiliminde olur.

    Cevabı konusunda tereddüt ettiğiniz soruları gelişigüzel cevaplandırmak yarar değil zarar verir.

    Cevap şıklarından sorunun çözümüne gitmek de test tekniğinde önemli bir yoldur. Yüzde yüze emin olmadığınız sorularda şıkları eleyerek doğru cevaba yaklaşabilirsiniz.

    Cevap şıklarını elerken eğer 2 şıkka indirgeyebilmişseniz bunlardan birisini seçmenizde hiçbir sakınca yoktur. Ancak ikiden fazla şık cevap olabilecek nitelikteyse bu soruyu cevaplandırmamanız, en azından sınavın sonlarına doğru tekrar soruya dönmek üzere boş bırakmanız daha uygun olacaktır.

    Test çözerken sorunun doğru cevabını bulmak kadar önemli bir diğer olay da cevap olamayacak şıkların tespit edilmesidir. Böylece çözüm alternatiflerini daha netleştirir ve doğru şıkka ulaşabilme hızınızı daha artırırsınız.

    Lise giriş sınavları hem psikolojik gerilimi yüksek olan hem de içerik zenginliği bulunan sınavlardır. Bu sınavlarda test çözümünü sekteye uğratan en önemli unsurlardan birisi de sınav kaygısı ve bu yüksek kaygı düzeyinin soruları anlamayı ve problemleri çözmeyi zorlaştırmasıdır. Test çözümü esnasında testte yer alan konu içeriklerinin dışındaki düşünme konsantrasyonu bozar. Bu nedenle hangi testi çözüyorsanız zihinsel içeriğinizin de o konunun sınırları içinde olması gerekir.

    Cevap şıklarında cevaba benzeyecek bazen iki bazen üç şık bulunur. Bunlara çeldirici adı verilir. Çeldiriciler ilk bakışta cevap gibi algılanabilir ama ufak bir zihinsel egzersizle doğru cevabı bulmanız mümkündür. Bu tip sorularda cevap genellikle soru metninde saklıdır.

SORU ÇÖZERKEN  DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN BÖLÜMLER NELERDİR?

Her şeyden önce yapmamız gereken soruya yaklaşırken kendi mantığımızla değil sorunun mantığıyla hareket etmemiz gerekmektedir. Çünkü her sorunun kendine has özel bir mantığı vardır.

    Öncelikle sorunun okunup anlaşılması daha sonra cevabın düşünülmesi gerekir. Kesinlikle soruyu okurken cevabı düşünmeyin. Her iki durumun birbirinden  ayrılması gerekmektedir.

    Soru içinde geçen ipuçlarından yararlanmayı bilin. Bunlar; altı çizili, koyu puntoyla yazılmış, "tırnak içinde," değildir, olamaz, her zaman, hiç bir zaman, bütün,  zaman zaman, yoktur, vardır, birbirinden farklı, birbirine benzer, eşdeğer, birden fazla, ayrı ayrı, iç içe, yan yana, ikisi bir arada, ana düşünce, yan düşünce, benzer düşünce, asla, genellikle, çoğu, vb.  ipuçlarıdır.

    Soru hakkında fazla bilgiye sahip değilseniz şıklardan yararlanın. Şıkları tek tek değerlendirerek elemeye çalışın. İçlerinden doğru cevabı kestirmeye çalışın. Eğer çok çelişkide kalıyorsanız boş bırakmanız daha iyidir. Çünkü her yanlış cevap hem kendini hem de doğru cevaplarınızı götürmektedir. Bu da netlerinizin düşmesine neden olmaktadır. Unutmayın ki her soru, her net önemlidir. Bir net sizi en az 20 000 kişinin üstüne de çıkarabilir altına da düşürebilir.

    Soruları okurken hızınız kesecek olan dudak kıpırdatarak okumaktan uzak durun. Çünkü bu durum hızınızı kesecektir.

    Ve her okuduğunuz kelimenin altını çizmeyin. Yapmanız gereken gözle okuma alışkanlığı kazanmanız ve okuma hızınızı arttırmanızdır.

    Soruları okurken mutlaka kılavuz olarak kurşun kalem kullanın ve önemli ipuçlarının altını çiziniz.

    Öncelikle soru cümlesini okuyarak ne istiyorsa altını çizin ve aklınızdan  geçirin. Sonra metin kısmını okuyarak soruda sizden istenen  kelimelerin altını çizin. Daha sonra  şıkları elemeye başlayın.

    Uzun paragraf sorularını cevaplandırırken soru cümlesini okuduktan sonra paragraftan bir  cümle okuyarak şıkları eleme yöntemini kullanın ve bunu paragraf bitene kadar devam ettirin.

TEST ÇÖZERKEN KODLAMA KONUSUNDA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

Test çözümünde kodlama da önemli bir yer işgal eder. Soruyu kitapçık üzerinde çözmüş olmak o soruyla olan işinizin bittiği anlamına gelmez. Soruyu doğru çözmek kadar optik forma doğru kodlamak da önemlidir.

Kodlama her sorudan sonra yapılmalıdır. Bu asla bir zaman kaybı değildir. Çünkü Kodlama için geçen süre bir ölçüde dinlenme sürenizdir. Bu zaman dilimi içinde bir soru ile olan zihinsel bağınızın koparır, bir başka soruya geçmek için zamanın geldiğini düşünürsünüz. Bu bilinç dışı bir faaliyettir. Ayrıca sınavın ilerleyen diliminde boş bir cevap kâğıdı görmek yerine dolu bir cevap kâğıdı görmek kendinize olan güveni sağlamanıza yardım eder.

Zaman kazanacağım diye kodlamayı sona bırakmak sınav sonrası yorgunluk ve dikkat dağılmasının fazlalığı sebebiyle hatalı veya eksik kodlama riskini artırır, kaydırma yapmanıza yol açar. Her yıl %0,5 adayın kaydırma hataları nedeniyle mağdur olduğunu unutmayınız.

TEST ÇÖZERKEN ZAMANLAMA KONUSUNDA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

Testi iyi çözmek için sadece doğruları bilmek yeterli değildir. Verilen zaman dilimi içinde bu doğruları bulmanız gerekir. Bu nedenle her bir soruya ne kadar zaman harcamanız gerektiği baştan planlanmalıdır.

    Çok sorulu testlerde "Turlu Soru Çözme Yöntemi" bilinen soruların çözümünü hızlandırır. Bilinmeyen sorularla zaman kaybını önler. Aynı zamanda zorluk derecesi biraz yüksek olan sorulara bakmayı ve bu sorular için daha fazla zaman kullanımını  sağlar.

    Zaman kazanmak için soru metni ve kökünü okumadan cevap şıklarına koşmak sizi yanılgılara düşürebilir.

    Soruları okurken hızınızı kesecek davranışlar olabilir. Örneğin sesli okuma alışkanlığı, dudak kıpırdatarak okumaya çalışmak, okunan her ifadenin altını çizmek gibi. Hızlı okuma tekniklerini kullanmalı ve sınav öncesi okuma egzersizleri ile okuma hızınızı artırmalısınız.

    Sınavda zaman kullanımını en fazla zora sokan bildiklerimiz ve bilmediklerimiz değil, biraz bildiğimiz ya da tereddüt ettiğimiz sorulardır. Bu nedenle soru ile inatlaşmak "bu soruyu çözmezsem ölürüm" mantığı bu testin sonunda hüsrana uğrama riskini artırır.

HIZLI OKUMA TEKNİKLERİ

Sınavda hızlı okumak öğrenciye hem zaman hem de daha az yorularak daha fazla soru yapma şansı verir. Okuma hızınızı arttırmak için  şu tekniklere dikkat  edilecek hususlar;

    Göz mesafesi okunacak materyalle göz arası  en az 30 cm olmalıdır.

    Gözle okuyarak, dudaklar kıpırdatılmamalıdır.

    Sorular okunurken başka bir şey düşünülmemeli,  o tür düşünceleri düşünmek için  kendinize başka bir zaman ayırın ve o zamanda düşüneceğiniz yönünde kendinize telkinde bulunun.

    Çok parlak ve yetersiz ışıkta okuma yapılmamalıdır. Işığın geliş yönü sol arkadan olmalıdır.

    Kafa hep aynı seviyede tutulmalıdır. İleri geri sallanılmamalıdır. Dik oturulmalıdır. Sağa -sola veya öne fazla eğilmemelidir. Bu durumlar gözün çok çabuk yorulmasına ve satırlar arasında kaymalara neden olabilir.

    Okurken mutlaka kılavuz olarak kalem kullanılmalıdır ama okunan her kelimenin altı çizilmemelidir. Çok önemli kelimelerin ve ipuçlarının altı çizilmelidir.

    Okuma yapılırken gözler zaman zaman dinlendirilmelidir. Şöyle ki; Okuma yaparken gözlerinizi ara sıra kaldırıp uzak cisimlere bakmalıyız.

    Gözler ara sıra açılıp kapatılmalıdır. Bu göz kaslarının dinlenmesini ve  baş ağrısını önleyecektir.

    Okuma sırasında belirli zamanlarda kısa süreli aralar vermek gerekir. Bu arada kan dolaşımını hızlandıracak teknikler (elleri sallamak, boynu hareket ettirmek vb.) kullanılmalıdır.

    Okuma amacınızın olması okuma hızınızı arttıracaktır. Ne okuduğunuzu, niçin okuduğunuzu, ne bulmak istediğinizi  bilerek okumak.

    Okunacak malzeme hakkında daha önce bildiklerimizi aklımızdan geçirmemiz faydalıdır.

    Okuma mekânındaki ısı sıcaklığı ne çok soğuk ne de çok sıcak olmalıdır.

    Kelimeleri tek tek okuma yerine gruplandırarak okumalıyız.

Hızlı okuma hem anlamayı kolaylaştırır hem de daha az yorulmamıza neden olur. Bir diğer faydası da dikkatimizi daha çok toplamamıza yarar.
  ETKİLİ ÇALIŞMA TEKNİKLERİ

Ana, baba ve öğretmenlerin öğrenciden genel beklentisi, onların "derslerine çok çalışıp, başarılı olmaları" yönündedir. Beklenti böyle olunca başarısızlığın nedeni, "yeterince çalışmamak" olarak görülmekte ve öğrenciden sürekli daha çok çalışması istenmektedir. Oysa gerekli olan "Bilinçsizce çok çalışmak" değil; verimli ders çalışma yollarını iyi bilerek ve bunlardan gereğince yararlanarak etkili çalışmaktır.
Verimli ders çalışma yollarını öğrenmek isteyen öğrencinin, önce bu yönde olumlu alışkanlıklar kazanmaya kararlı ve niyetli olması gerekir. Buna karar verdikten sonra ders çalışmasını aksatan ya da kolaylaştıran alışkanlıklarının bir listesini yapmalıdır. Bir yandan listede yer alan olumsuz alışkanlıklarını bırakmaya çalışırken öbür yandan da olumlu alışkanlıklarını pekiştirmek için çaba göstermelidir. Çalışma ve denemeler, olumsuz alışkanlıklar atılıncaya, olumlu alışkanlıklar iyice yerleşinceye kadar sürdürülmelidir.
ETKİLİ DERS ÇALIŞMA YOLLARI NELERDİR?
I- AMAÇLARINIZI BELİRLEYİNİZ
Her çalışma bir amaca yönelik olmalıdır. Bu amaçlar, bir problemin çözümünü öğrenmek, bir yazıdaki ana düşünceyi bulabilmek vs. olabilir. Bunları iyi belirleyerek çalışmaya başlayan kişiler, bu yakın amaçlara ulaşa ulaşa sınıfını geçmek, okulunu bitirmek ve sınavı kazanmak biçiminde özetlenen uzaktaki amaçlarına da ulaşmaktadırlar.
II- PLANLI ÇALIŞINIZ
Birden çok iş ya da ders üzerinde aynı günde çalışmanız gerektiğinde hangisinden işe başlayacağınızı bilemediğiniz ya da çalışmaya başlamak için karar veremediğiniz anlar oluyor mu? Bu soruya yanıtınız "evet" ise, sizin planlı çalışmayı bilmediğinizi kolayca söyleyebiliriz. Bu tür bir durumla, yani aynı zamanda birden çok dersi çalışmayla yüz yüze geldiğinizde, derslerden her birinin üzerinizde yarattığı ruhsal baskı, bunlardan herhangi birine kendinizi tümüyle vermenizi engelleyerek ve verimsiz biçimde işlerden birini bırakıp ötekine atılmanıza neden olacaktır.
Bu tür kararsızlık ve karışıklık ancak hangi dersi ne zaman yapacağınızı belirli bir sıraya koymakla yani "Karar Vermekle" ortadan kalkar. İşte çalışmada plan; "nasıl", "ne zaman" ve "nerede" çalışacağınıza karar vermek demektir.
Öğrenciler günlük ve haftalık bölümleri de olan aylık çalışma planlarında;
1.            Hangi derslere, haftanın hangi günleri çalışacaklarını,
2.            Geçmiş konuların tekrarına ne zaman yer vereceklerini,
3.            Sınav tarihlerini,
4.            Hazırlayacakları ödevlerin neler olduğunu ve zamanını,
5.            Planlarına aldıkları, ancak çeşitli nedenlerden ötürü zamanında yapamadıkları çalışmala-rını ne zaman tamamlayacaklarını,
6.            Dinlenme, müzik dinleme, televizyon izleme, spor yapma sinema ve tiyatroya gitme gibi ders dışı etkinliklere ne zaman yer vereceklerini göstermelidirler.
Günlük çalışma çizelgelerinde; okulda geçen saatler, ders çalışma, eğlenme, dinlenme, ev işlerine yardım ve uyku saatleri gösterilmiş olmalıdır.
Çalışmaya başlayacağı zaman kendini yorgun ve isteksiz hisseden öğrenci çalışma saatlerini yanlış seçmiş demektir. Beklemeden günlük çalışma çizelgesinde gerekli değişikliği yap-malıdır.

III- ZAMANI VERİMLİ KULLANINIZ
Öğrenciler bedensel, zihinsel, duygusal yapıları, ilgileri ve yetenekleri bakımından birbirle-rinden farklıdırlar. Bir öğrencinin isteyerek çalıştığı ve hemen öğrendiği bir dersi bir başka öğ-renci zor öğrenebilir. Bir başka öğrenciyse çabuk yorulabilir ya da çalışmak istemeyebilir. Bu nedenle bir ders ya da konu içinde ayrılacak süre öğrenciden öğrenciye değişir. Her öğrenci zamanı kendine göre ayarlamalıdır.
Bir saat çalıştıktan sonra araya 5-10 dakikalık dinlenme koymak yararlı olur. Bu sayede bir saatlik çalışma sonunda dağılan dikkat ve azalan verim tekrar kazanılır.
Ders çalışmak için gerekli gücün toplanabilmesi bakımından eğlenmeye ve spora da za-man ayrılmalıdır. Ancak bu süre gereğinden fazla olmamalıdır.
IV- VERİMİ AZALTICI ETKENLERİ ORTADAN KALDIRINIZ
Çalışmaya başlamadan önce, yorgunluk, uykusuzluk, ağrı, sızı, elem duygusu, korku, öf-ke, aşırı kaygı, fazla heyecan, endişe, açlık, aşırı tokluk, aile dertleri, normalin altında ve üs-tündeki fiziki şartlar (çok sıcak, çok soğuk gibi) acelecilik, telaş, araç ve gereç noksanlığı gibi etkenlerin elden geldiğince giderilmesi gerekir.
V- UYGUN BİR ÇALIŞMA ORTAMI SEÇİNİZ
Çalışma yerinin seçimi çok önemlidir. Çalışma yeri derli toplu, yalın elden geldiğince sabit ve sakin olmalı, ayrıca ışık, ısı gibi fiziksel sorunları da çözümlenmiş olmalıdır. Ayrı bir yerin sağlanamaması çalışmadan kaçmanın bir nedeni olmamalı, elverişsiz koşullarda da ders çalışmaya alışmalıdır.
Yatakta, koltukta ve divanda uzanarak çalışmak, dikkatin toplanmasını güçleştirecek, öğ-rencinin çalışmak için daha çok zaman yitirmesine neden olacaktır.
VI- DİKKATİNİZİ UYANIK TUTUNUZ
İnsanda dikkat her an vardır, önemli olan bunun çalışılan konu üzerinde toplanabilmesidir. Sevilen ve ilgi duyulan bir konu, dikkatin uyanık tutulmasına yardım eder. Daima belirli yerler-de çalışmak, gürültünün bulunmadığı ortamlarda çalışmak, sandalyede oturarak çalışmak, masada gerekli araçlar dışında başka şeyler bulundurmamak, çalışma yerini 18-20 derece sıcaklıkta tutmak, işleri sıraya koymak, işleri bitirmede kendinizle yarış kararı almak, her sefe-rinde bir çeşit işle çalışmak dikkatin dağılmasını önleyici yöntemlerdir.
VII- DERSE HAZIRLIKLI GELİNİZ
Başarılı olmanın yollarından biri de derslerin işlenmesine etkin olarak katılmaktır. Derslerde sürekli edilgin durumda kalan öğrencilerin işlenen konuları anlamaları zordur. Öğrenciler okula gelmeden önce, o gün işleyecekleri konuları gözden geçirmelidirler. Bu sayede hem derslerin işlenişine katılmak için gerekli güveni kazanırlar, hem de öğretmenin anlattıklarını daha kolay anlarlar.
Gerek işlenecek konulara hazırlanırken, gerekse işlenen konular gözden geçirilirken, an-lamakta zorluk çekilen yerler belirlenmeli, bu konularla ilgili sorular hazırlanıp, derste öğretme-ne sorulmalıdır. Öğretmenlerin derse hazırlıklı gelen, soru soran, derse kalkan öğrencileri da-ha çok sevdikleri de unutulmamalıdır.


VIII- NOT TUTUNUZ
Öğrencilerin büyük bir kısmı not tutma tekniğini bilmemektedir.
Not tutarken;
1.            Anlatılanlar öğretmenin ağzından çıktığı gibi değil, anlaşıldığı gibi yazılmalıdır.
2.            Öğretmenin anlattığı konunun ana fikri ve anlamları kavranıncaya kadar beklenilmelidir.
3.            Zamanın çoğu yazmakla değil, dinlemekle, fikirleri kavramaya çalışmakla geçmelidir.
4.            Konu; grafik, şekil, istatistik vb. bilgilere dayalı olarak anlatılıyorsa notlar arasına bunlarda alınmalıdır.
5.            Önemli fikir ve paragrafların aynen yazılmasında fayda vardır.
6.            Yazıların düzgün ve okunaklı olmasına önem verilmelidir. Önce müsvette yapma, sonra temize çekilme yoluna gidilmelidir.
IX- ARAÇ - GEREÇ VE KAYNAKLARDAN YARARLANINIZ
Öğrenci, herhangi bir konunun öğrenilmesinde, basılı araçlara ne kadar baş vurursa, öğ-renme ilgisi ve zihinsel yetileri de o kadar çok genişleyecektir.
Basılı öğrenme araçlarından yararlanmada çizelge grafik, harita ve resimlerin özel bir önemi vardır. Bunlar sayfalarca anlatılan bilgileri topluca ve bir arada vererek o konunun kavranmasına yardımcı olmaktadırlar.
X- VERİMLİ OKUYUNUZ
Okuma, öğrenmenin en temel yoludur. Öğrenmede hızlı okuma önemli ve gereklidir. Hızlı okumayla hem okunanlar daha iyi anlaşılır, hem de zamandan kazanılır. Okuma hızı lise öğrencileri için yaklaşık 200 - 250 sözcüktür. Bu hız okunulan yazının niteliğine ve okumanın amacına göre ayarlanmalıdır. Vakit geçirmek amacıyla bir hikaye veya roman okurken okuma hızı oldukça yüksek olabilir. Ama okuma yorum yapma, eleştirme özet çıkarmak için yapılıyorsa okuma hızı yavaş olmalıdır.
Hızlı okumanın en önemli yolu sesiz okumadır. Sessiz okuma hızı arttırdığı gibi anlamayı da kolaylaştırır. Hızlı ve anlamlı okuma becerisi kazanabilmek için bol bol okuma çalışmaları yapılmalıdır. Önce gazete, öykü ve roman gibi şeylerle işe başlamalı giderek boş zamanları okuyarak de-ğerlendirme alışkanlığı kazanılmalıdır.
XI-ARALIKLI TEKRARLAR YAPARAK UNUTMAYI ÖNLEYİNİZ
Öğrenilenler zamanla unutulabilir. Unutmayı önlemenin iki yolu vardır. Bunlardan biri öğre-nilen bilgileri yeri geldikçe kullanmak, diğeri de aralıklı olarak tekrar etmektir.
Öğrenciler öğrendiklerini yeri geldikçe kullanırken hem bunların işe yaradığını görecekler, hem de yeni bilgiler edinmeye motive olacaklardır.
Aralıklı olarak yapacakları tekrarlar sayesinde ise bir taraftan eski öğrendiklerini hatırlarken diğer yandan da sınavlara her an hazır durumda olacaklardır.


ZAMAN DÜZENLEME VE PLANLI ÇALIŞMA

Çaba, enerji ve zamanı en ekonomik şekilde kullanmak istiyorsak bir programa bağlanmalıyız. Zamanı boşa geçirmek, yaşamı boşa geçirmektir. Ve boşa geçen zaman asla telafi edilemez.
Bazı öğrenciler için özellikle derslerin başlangıcında çalışmaya düzenli bir biçimde yoğunlaşma zor gelir. Bu zorluk genellikle uzun süreli planlama ve çalışma programının yokluğundan kaynaklanır. Öğrenciler zamanlarını planlamayı ve bunu yazılı hale getirmeyi önemli bulmazlar. Oysa yapılan çalışmalar derslerdeki başarı ile gerçekçi planlama arasında önemli ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Aşağıda verilen durumlar bir çoğumuza tanıdık gelebilir;
•             Arkadaşlarınız birlikte sinemaya gitmeyi önerdi. Bu filmi görmeyi çok istiyordunuz fakat ödevinizi bitirmek zorundasınız.
•             Önemli bir sınavdan önceki gece. Çalışmaya başlamanız gerek ama okunacak çok yer var. Zaman yeterli değil.
Tüm zamanınızın nereye gittiğini merak ediyor musunuz ? Çalışmalar ve ödevler son anda mı kalıyor ? Sınavdan veya ödev teslim tarihinden önce kendinizi baskı altında hissediyor musunuz ? Zamanınızı kontrol etmek ister misiniz ?
Zamanı iyi planlamak sizin elinizdedir. Zamanı akıllıca kullanmak sizi daha başarılı kılacak ve düşündüğünüzden daha fazla zaman yapmak istedikleriniz için size kalacaktır. O halde zamanı planlamayı öğrenin ve bunu uygulamak için istekli ve sabırlı olun. Unutmayın eski alışkanlıklardan kurtulmak zaman alır ve palanlı yaşamak başlangıçta çok zor gelebilir. Bu nedenle kendinizi zorlamanız gerekir. Katlanacağınız kısa süreli sıkıntı daha sonra sizi mutlu ve başarılı yıllara götürecektir.
Öğrenciler çalışma planı hazırlamadan önce ders çalışma süresi, çalışılması gerekli dersler v.b. konularda öğrenme ilkelerini bilmek zorundadır. Bu ilkeler;
1.            Çalışma planı hazırlarken hangi dersin hangi saatte çalışılacağı karalaştırılmalıdır. Zor yada ağır öğrenilen dersler için en verimli saatlerin ayrılması uygundur. Zihnin uyanık ve çanlı, konsantrasyonun en yüksek olduğu zamanlar en verimli saatlerdir. Çalışma için en verimli ve canlı, konsantrasyonun en yüksek olduğu zamanlar en verimli saatlerdir. Çalışma için en verimli saat bireylere göre değişebilir. (sabah erken, okul dönüşü, akşam yemeğinden sonra vb. ) Öğrenci bir hafta kendini gözleyerek en verimli saatleri saptayabilir. Genel olarak bedenin dinlenmiş ve zihnin öğrenmeye açık olduğu saatler verimli kabul edilmektedir. Günün sonuna daha mekanik ve rutin işler bırakılabilir. Bu tür etkinlikler fazla yoğunlaşmayı gerektirmez ve birey yorulunca bırakabilir.
2.            Çalışma planında her derse belirli bir süre ayrılmalıdır. Bu süre dersin zor yada kolay oluşuna, çalışılacak konunun uzunluğu veya kısalığına, öğrencinin konu ile ilgili ön bilgisine ve çalışma yöntemine (okuma,yazma,yineleme) göre değişir. Genellikle bir saatlik dersin ödev ve çalışılması için iki-üç saat ayrılması önerilir. Öğrenci planı uyguladığı ilk haftayı deneme haftası olarak görmeli ve çalışmayı planladığı dersin başlangıç ve bitiş saatlerini kaydetmelidir. Böylece hangi derse ne kadar sürede çalışıldığı saptanacaktır.
3.            Çalışma sürelerinin çalışma planında aynı saatlere yerleştirilmesi gerekir. Böylece o saatlerde çalışma alışkanlığı kazanılacak ve çalışmaya dikkatin toplanması kolaylaşacaktır. Ayrıca alışkanlık haline geldikten sonra aynı saatte çalışılmazsa gerginlik duyulacak ve gerginlik çalışılmaya başlandığı zaman ortadan kalkacaktır.
4.            Çalışma için ayrılacak zaman saptanırken dersin sınıfta verileceği gün ve saate yakın olmasına dikkat edilmelidir. Dersten önce ders veya konu çalışılırsa, dersin içeriği hakkında bilgi sahibi olunur ve dersi anlamanın kolaylaşmasının yanı sıra anlaşılmayan noktalar sorulabilir. Unutmanın en aza inmesi için de dersten sonra yinelemek gerekir. Böylece hem unutma azalır hem de dersi izleme ve öğrenme kolaylaşır.
5.            En verimli çalışma aralıklı çalışmadır. Ara vermeden uzun süre çalışma kadar uzun süre dinlenme verilerek çalışmada verimsizdir. Ara vermeden uzun süre çalışma zihnin yorulmasına ve dikkatin dağılmasına yol açar. Uzun süreli dinlenme ise tekrar çalışmaya dönmeyi güçleştirir. Çalışma ve d,inlenme süresi dersin özelliğine göre değişirse de ortalama olarak önerilen, 40-50 dakikalık çalışmadan sonra 10 dakika dinlenmedir. Ancak matematik, fizik gibi dersler çalışılırken problem çözmeden ara verilmemelidir. Ayrıca her yeni konuyu çalışmaya başlamadan önce ara verilmelidir.
6.            Birbirine benzeyen iki ders üst üste çalışılmamalıdır. Örneğin psikoloji ve sosyoloji dersi yerine, tarih ve matematik dersi arka arkaya çalışılırsa daha iyi olur. Böylece öğrenilenler birbirine karışmayacağı gibi sıkıcı olmasının da önüne geçilir.
7.            Öğrenme üzerinde en aza bozucu etki yapan etkinlik uykudur. Bir öğrenci yatmadan önce on dakika süreyle o gün çalıştığı dersleri tekrarlayarak uykuya geçer ve sabah güne bir gün önce yapmış olduğu on dakikalık tekrarı yaparak başlarsa, çalıştıklarını daha iyi korur.
Verimli çalışma daha fazla disiplin ve hırsla elde edilir. Bu demek değildir ki dinlenmek için zaman ayrılmasın. Verimli çalışmak için dinlenmek şarttır. Çalışma planı hazırlanırken dinlenmek ve eğlenmek için zaman ayrılmalıdır. Eğer birey kendini genellikle yorgun hissediyorsa bu durumun nedenleri aranmalıdır. Havasız bir oda, ağır yemekler ve yeterince spor yapmamak yorgunluğa neden olabilir. Yorgunluk ve isteksizlik nedenleri bulunur ve değiştirilebilir. Şimdi yukarıda sayılan ilkeleri göz önüne alarak zamanın nasıl planlanacağını inceleyelim.
Çalışma planı hazırlamadan önce öğrenci verimli ders çalışma becerilerini kazanmalıdır. Verimli ders çalışma alışkanlıklar etkili öğrenmeyi gerçekleştirmenin yanı sıra zamanın en verimli kullanılmasını da sağlar. Zamanı planlamadaki ilk adım önceliklerin saptanmasıdır. Birey önce kendisi için neyin önemli neyin önemsiz olduğuna karara vermeli veya yapmak istedikleri ile yapmak zorunda olduklarını öncelik sırasına koymalıdır. Birçok öğrenci yapmak istedikleri ve yapmak zorunda olduklarını gerçekleştirecek zamanı bulamaz. Sosyal yaşamın sunduğu eğlenceler ve öğrenciliğin gerekleri arasında seçim yapmak zorunda kalır. Örneğin, sinemaya gitmek veya geç saatte televizyondaki bir programı izlemek, arkadaşları ile buluşmak yapmak istedikleri, ders çalışmak, sınavlara hazırlanmak, ödev hazırlamak ise yapmak zorunda olduğu etkinliklerdir. Bu seçimler öğrencilerde çatışma yaratır. Öğrenci amaçlarına ulaşmada engellenme yaratan çatışmalardan kurtulabilmek için önceliklerini belirlemeli ve şu soruları yanıtlamalıdır. Benim için bu etkinlikler içinde en önemlisi hangisidir ? Hangi etkinliklerden vazgeçebilirim ? En az önemli olan etkinlikler hangisidir ?
Önceliklerin net bir biçimde saptanabilmesi için şöyle bir uygulama yapılabilir:
Yönerge: Gelecek bir hafta için planlarınızı düşünün. Yapmak istediğiniz ve yapmak zorunda olduğunuz etkinlikleri listeleyin.


ETKİN DİNLEME


Dinleme bir beceridir. Ve bu beceri birtakım ilke ve yöntemlerle çok daha etkili bir şekilde kullanılabilir. İnsan iletişiminin yaklaşık %90 ı sözel olarak yapılmaktadır. Bu iletişinin ancak yarısı kısa bir süre sonra hatırlanabilir. Aradan daha fazla zaman geçtiğinde ise %20-25 ini bile zor hatırlarız. Bütün bu nedenlerden dolayı etkili dinleme ilke ve yöntemlerini öğrenmek ve bunları uygulamak daha da önem kazanmaktadır.
Etkili dinleme sadece söylenilenleri duymak değil, aynı zamanda bu söylenenleri önemli bulmak, kavramak ve değerlendirmektir. Ayrıca etkin dinleme aktif bir süreçtir.
Olaya bir de başka bir boyuttan bakalım. Etkin dinleme öğretmen-öğrenci ilişkilerini de olumlu bir yönde etkiler. Öğretmen genellikle kendini dinleyen ve dinlediğini çeşitli biçimlerde belli eden öğrencilere daha fazla ilgi gösterir ve onlara dönerek konuşur. Öğretmen dersi anlatırken dinleyicilere ihtiyaç duyar. Bu nedenle başını sallayan, not tutan, dikkatini yoğunlaştıran aktif öğrencilere daha fazla ilgi gösterir.
Öğetmenin sınıf içindeki en önemli görevlerinden biri öğrenciye bilgi aktarmaktır ve bunu öğretmen genellikle anlatarak gerçekleştirir Öğrenci ise öğretmenin bu anlattıklarını anlamak amacıyla dinlemektedir. İşte önemli olan da öğrencinin bu dinleme işlevini nasıl yaparsa daha başarılı olacağıdır.
Etkin bir dinleeyici olmak için "İFİKAN" adlı bir yöntemi uygulayabiliriz.
Bu yöntem;
•             İ - İleriye
•             F - Fikirler
•             İ - İşaretler
•             K - Katıl
•             A - Araştır
•             N - Not tut olmak üzere 6 basamaktan oluşmaktadır.
Bu basamakları kısaca açıklayalım.
Öncelikle ileriye bak basamağından başlayalım. Öğrenci sınıfta öğretmenini dinlerken, öğetmenin anlattıklarından yola çıkarak daha sonra neler söyleyebileceğini tahmin etmeye çalışmalıdır. Bu da öğrencinin dikkatinin dağılmasını engeller ve öğrenciyi devamlı uyanık tutar. Hatta öğrencinin aktif olarak katılmasını sağlar. Öğrenci daha önceden o günkü konuları okuyarak sınfa gelirse hem anlatılanlara yabancı kalmamış olur hem de dersteki tahminlerini daha kolay bir şekilde yapar. Bu yontemle öğrenci derste anlatılanları daha önce okuduğu için daha kolay bir şekilde hatırlar.
İkinci olarak fikirler basamağı karşımıza çıkıyor. Bu basamak bize önemli fikir ve düşüncelere önem vermemiz gerektiğini ve bunları göz ardı etmememiz gerektiğini anlatmaktadır. Öğrenci öğretmenin bir ders boyunca anlattıklarının ana fikrini bulmaya çalışmalıdır. Ders boyunca kendi kendine bu konunun ana fikri nedir?, Burada anlatılmak istenen nedir? gibi sorular sorması gerekir. Bu sorular öğrencinin ana fikir ve kavramları bulmasına yardımcı olur.
Üçüncü olarak işaretler basamağına bakalım. Öğrenci sınıf içinde devamlı uyanık olmak zorundadır. Öğretmenin hiçbir dediğini kaçırmamalıdır. Öğretmenin işaretlerine karşı dikkatli ve uyanık olmalıdır. Bir öğretmen konuyu anlatırken mutlaka ufak ipuçları verir. Bazı konuların üzerinde ısrarla durur. Örneğin bir konunun önemli bir bölümünü anlatırken belirli kelimeler kullanır, ses tonunda farklılıklar yaratarak çeşitli ipuçları verir. Öğretmenler seslerini yükselterek ya da "burası önemli", "dikkat ederseniz" gibi sözel vurgularla önemli noktalara işaret ederler. Bir öğretmen hiçbir zaman bu bir sınav sorusudur demez, ama çeşitli ipuçlarıyla bunu belli eder. Bu ipuçlarından birkaçına örnek verirsek: önemli, başlıca, can alıcı, burada esas fikir, şunu unutmayın ki, sonuç olarak, bu sebeple, özetle vb. ...Bu ipuçlarına dikkat edildiği taktirde öğrenci sınavda sorulabilecek soruları tahmin edebilir.
Bir başka basamak ise "katıl" basamağıdır. Öğrenci sınıf içinde devamlı aktif olmalıdır. Pasif bir öğrenci hiçbir zaman başarılı olamaz. Öğrenci derse her fıratta katılmalıdır. Öncelikle derse zamanında gelmeli, sınıfta oturacağı yeri iyi seçmeli, görebileceği, duyabileeği bir yere oturmalıdır. Ve ders sırasında öğretmenin söylediklerine gülümseyerek, kaşlarını çatarak, başını sallayarak olumlu ya da olumsuz tepki göstermelidir. Böylece öğretmen de anlaşılan ya da anlaşılmayan yerleri çok daha iyi bir şekilde görebilir. Ayrıca bu öğretmeni de memnun eder. Onun motivasyonunu artıtırır, onu cesaretlendirir. Öğretmen dinlenildiğinin farkına varır.Oysa ki anlattıklarına karşı hiçbir tepki göstermeyen donuk, pasif öğrenciler karşısında öğretmen de bir şeyler anlatmak istemez. Öğrenciler öğretmene tepkide bulunarak dersin kalitesini yükseltmekte öğrencilerin elindedir. Beşinci olarak karşımıza "araştır" basamağı çıkıyor. Öğrenciler nedense ders sırasında soru sormaktan çok çekinmektedirler. Ve fikirlerini, görüşlerini rahatça söyleyememektedirler. Oysa ki bu çok yanlıştır. Ders sırasında anlaşılmayan bir yer varsa ya da merak edilen bir soru varsa bu soru rahatlıkla sorulmalıdır. Hiçbir şekilde çekinilecek bir durum söz konusu değildir. Sorulara verilen cevap anlaşılmadıysa ve açıklamalar yeterli değilse, yeni sorular sorulmalı ve açıklama yapılmasmı istenilmelidir. Eğer ders içerisinde zaman yetmediyse, ders bittikten sonra öğretmene ya da diğer öğrencilere de sorulabilir.
En son basamak ise " Not Tutma" basamağıdır. Dinleme yoluyla öğrenilen bilgiler çok uzun süreler hafızada duramaz. Öğrenilenlerin zaman zaman tekrar edilmesi gerekir. Bir öğrenci ders sonunda, o derste dinlediğinin ancak %55 ini hatırlayabilir.Tekrar yapılmadığı sürece bu oran bir hafta sonra %17 lere düşer. Bu yüzden not tutmanın çok büyük bir önemi vardır. Not tutmanın iki önemli yararı vaırdır. Bunlarda birincisi eğitimin temel şartı olan "Aktif katılımı" sağlar. Öğrenci derste pasif durumdan aktif duruma ggeçer. Not tutma sayesinde derste devamlı uyanık olur, dikkatini derse yoğunlaştırır ve dikkatinin dağılmasını engeller. İkinci önemli yararı ise unutmayı engelemesidir. Unutkanlık düşmanını bizim avantajımıza çevirerek en önemli girişim not tutmaktır. Özellikle alınan notlar eve gelince bir de temize çekilirse hafızaya daha iyi yerleşir.

Not tutulurken dikkat edilmesi gereken bazı noktalar bulunmaktadır.
•             Öncelikle not tutulan kağıt konusunda cömert olmamız gerekir. İleride okuduğumuz zaman anlayabileceğimiz şekilde, boşluklar bırakılarak not tutmamız da yarar vardır. Hiçbir zaman küçük bir kağıda sıkışık bir şekilde not tutulmamalıdır. Hatta not tutmak için bir defter olursa daha düzenli not tutulur. Ve de sayfanın altında, üstünde, yan taraflarında boşluk bırakılırsa buralara eksik kalan bigileri daha sonra yazabiliriz.
•             Not tutmaya ilk günden başlanılması gerekir. Ve düzenli olarak not tutulması çok önemlidir.
•             Dinleme ile not tutma arasında bir denge oluşturmak gerekir. Tüm dikkati dinlemeye ayırırsak, verimli bir şekilde not tutamayız. Aynı şekilde çok ayrıntılı not almaya kalkışırsak bu sefer de anlatılanları anlamamız güçleşir ve bu da dinlemeyi olumsuz etkiler. Dolayısıyla dinleme ve not tutma arasındaki dengeyi çok iyi ayarlamamız gerekir.
•             Derste not tutarken ana fikirleri, önemli noktaları not etmek çok önemlidir. Not alırken seçici olmakta yarar vardır. Önemli noktaları belilerken öğretmen bize çeşitli ipuçları verir. "Burası önemli","Burada esas olan", "Dikkat ederseniz" vb. ipuçlarıyla bu bölümlerin önemini vurgular. Bu bölümler mutlaka not alınmalı ve önemli olduğunu belirtmek için de yanına * işareti konmalı ya da altı çizilmelidir.
•             Not tutarken zamandan tasarruf etmek ve geri kalmamak için, öğrenci kendi anlayabileceği şekilde çeşitli kısaltmalar kullanmalıdırn. Bu kısaltmalardan bazılarına örnek verirsek:
-ve &
-gibi .
-örneğin ör
-sonuç olarak son.ol.
-kadar =
-matematik mat
-yüzyıl yy
-birbirine 11
-buna ek olarak +
-açısından ?
•             Not tutarken öğrenci kendi cümleleriyle not almalıdır. Bu şekilde hem öğrenci öğretmenin anlattıklarını özetleme imkanı bulur, hem de anladığı biçimde not alma imkanı bulur. Bazı durumlarda anlatılanların aynı şekilde not alınması gerekebilir. Ya da tahtada yazılanları aynı şekilde kaydetmek gerekebilir. Bu durumda anlatılanlar ya da yazılanlar aynı şekilde not alınmalıdır.
•             Öğrenci not tutarken aklına takılan yerleri ya da anlayamadığı bölümleri öğretmene sormaktan çekinmemelidir. Böylece not alırken hem eksik not alımamış olunur hem de anlayarak not alınır.
•             Öğrenci hafızasına çok güvense bile mutlaka sınıfta öğretmen tarafından söylenen ve vnemli gördüğü her şeyi not etmelidir. Böylece unutkanlık sonucu doğabilecek olumsuz sonuçları engellemiş olur.
•             Dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri de tutulan notların mutlaka temize geçirilmesidir. Öğrenci tuttuğu notları temize geçirirken bir kez daha tekrar etmiş olur ve bu da unutmasını engeller. Eğer mümkünse tutulan notlar o gece ya da bir sonraki dersten önce temize geçirilmelidir.
İyi dinlemek venot tutmak sadece eğitimin değil, hayat başarısının da en önemli unsurudur. İyi bir dinleyici olmanın temel kuralı iyi not tutmak, iyi not tutmanın yolu da iyi bir dinleyici olmaktır. Bu anlamda iyi not tutmak ve iyi bir dinleyici olmak birbirleriyle bağlantılı iki kavramdır.
Teorikte anlatılan bu hususlar, pratikte uygulandığında öğenciye birçok yararlar sağlar. Çok ufakmış gibi görünen ayrıntılar ileride büyük farklar yaratacaktır. Bunu sizler de yaşayıp görebilirsiniz.
 
SINAVLARI NASIL ATLATIRIM?
Eğitim psikologlarından en iyi on öneri:
•             Yardım alın:
•             Öğretmenlerinize sınava nasıl çalışılabileceğini sorun.
•             Çalışır ve tekrarlarken kısa aralar verin:
•             Yorgun bir zihin iyi hatırlayamaz.
•             Çalışma programı yapın:
•             En iyi çalışabileceğinizi düşündüğünüz zamanlarda tekrarlar yapın.
•             Sağlıklı kalın:
•             İyi uyuyun ve yeterli beslenin.
•             Egzersiz yapın:
•             Yürüyün, koşun, herhangi bir sporla uğraşın.
•             Olumlu düşünün:
•             Başarısızlığı veya geleceği düşünmeyin.
•             Elinizden gelenin en iyisini yapın:
•             Hiç kimse daha fazlasını yapamaz.
•             Tetikte olun:
•             Hasta gibi hissederseniz, endişeleriniz hakkında birileriyle konuşun.
•             Çok rahat ta davranmayın:
•             Sınav konusunda biraz endişe çok çalışmanızı sağlar.
•             Akıllı olun:
•             Eğer sınavdan sonra bu konuyu konuşmak istemiyorsanız, konuşmayın. Aslında bu konuda hiç düşünmeyin bile. Yapılan yapılmıştır. Yazdıklarınızı değiştiremezsiniz

EĞİTİME YAPILAN 4+4+4 LÜK DARBENİN GETİRDİKLERİ
"İlkokul ve ortaokul yöneticilerinden şartları atandıkları kuruma tutmayanların yöneticilik görevleri üzerlerinden alınabilir. Ayrıca bu okullara yapılan atamalarda yönetmeliğin 26.maddesine uygun işlem tahsis etmek gerekiyor."

Yeni eğitim sistemi nedeni ile ilköğretim okulu yöneticileri ilkokul ve ortaokul yöneticileri olarak ikiye ayrıldılar. Ancak bu ayrıştırma eğitim kurumları yönetici atama ve yer değiştirme yönetmeliğine uygun yapılmadı. Okullar il/ilçe komisyonlarınca ikiye ayrıldıktan sonra yöneticilerde bulundukları okullarda ki kadrolara geçtiler. Oysa Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 26. Maddesine göre işlem tahsis edilmesi gerekiyordu. Ancak yönetmeliğin bu maddesi işletilmedi. Uygulamaya yöneticilerin 60 gün içerisinde itiraz etmesi gerekiyor. Atandıkları okullara şartları tutmayan okul yöneticileri görevlerinden alınabilirler!
Kapatılan, dönüştürülen ve birleştirilen eğitim kur
umu yöneticilerinin atamaları
MADDE 26 – (1) Bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde;
b) Dönüştürülme yoluyla oluşan eğitim kurumu yöneticiliklerine, önceki kurum yöneticilerinin norm kadro imkânları ölçüsünde atamaları yapılır. Dönüşen eğitim kurumunun yönetici norm kadrosunun mevcut yöneticiden az olması durumunda ise bu Yönetmelik eki Ek-2 Yönetici Değerlendirme Formuna göre yapılacak değerlendirme sonuçlarına göre en yüksek puan alan yöneticilerin ataması yapılır.
(3) (Ek üçüncü fıkra : 09.08.2011/28020 RG) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamında ataması yapılan yöneticilerden daha sonra farklı kurumlara ya da yönetim kademelerine atanmak isteyenler ile herhangi bir nedenle görev yeri değiştirilmesi gereken yöneticilerin 7 nci ve 8 inci maddedeki şartları taşımaları gerekir.
Ortaokullara atanan sınıf öğretmeni yöneticiler ile ilkokullara kadroları aktarılan branş öğretmeni yöneticilerin yöneticilik görevleri üzerlerinden alınabilir. Yönetmeliğin 29. Maddesi bu hususta açık ve nettir.
MADDE 29 Yöneticilik görevinden alınma;
(3) Yöneticiliğe atanma şartlarından herhangi birini kaybedenler yöneticilik görevinden alınırlar.
İlgili yöneticiler yönetmeliğin 7. Maddesinde belirtilen genel atama şartlarını kaybetmişlerdir.
ç) (Değişik : 09.08.2011/28020 RG) Atanmak istenilen eğitim kurumuna Talim ve Terbiye Kurulu Kararlarına göre alanı itibariyle öğretmen olarak atanabilecek bir alan öğretmeni olmak,

Değerli Eğitim işli yönetici arkadaşlarımızın dikkatine…
Norm kadro fazlası olan öğretmen arkadaşlarımızın dikkatli olmasında yarar vardır. Lütfen şubelerimzi bilgilendirelim yardım isteyelim

Saygılarımla…..


Türkçemiz
“Bir pınar gibidir akışın senin
Duymaya doyamam güzel Türkçemiz
Seni sevenlerce yükselir yerin
Dünyayı yaşatan güzel Türkçemiz”

Bir şiirimden dizelerle söze başlamak istedim.
En önemli özelliğimiz, kimliğimizin temel taşı olan, bizi biz yapan özelliğimiz Türkçemiz üzerine yazdım bu yazıyı. Soruyorum sizlere: “Ülkemiz üzerine dönen dolapların neredeyse hemen hepsi dilimiz üzerine değil mi?..” “Neden dilimiz hedefte?”” Türkçemiz niye ihmal ettirildi yıllardır?“ „ Nasıl bu kadar Türkçe bilmeyen gençler yetişti?“Halkımızın bir bölümüne dilimiz neden bilerek isteyerek öğretilmedi veya öğrettirilmedi? „Okumuşlarımızın çoğu Türkçemize nasıl sırt döndüler?““ Bu internet Türkçesi nasıl oluştu? Sesli-sesiz harflerimizin noktalı veya noktasız olanları nasıl yok sayıldı bilgisayar yazımında?“
Aslında bu konu bizim en önemli konumuz olmalı.Her gün üzerinde konuşulmalı. Diline sahip çıkmak, bir ülke için “Olmak ya da olmamak” değil midir ?”
Türkçemiz! Dil bayrağımız!
Dil bayrağımızı bizler atalarımızın elinden emanet aldık, bu günlere getirdik…Dilimizden bir an bile düşürmedik onu, gönlümüzdeki tahttan indirmedik…Ben öğretmenim. Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu bir “Atatürk Cumhuriyeti” öğretmeni.

Ömrümüz dilimizi sevmekle, onu öğrenmekle, öğretmekle geçti…
Okula başladığımız yılları şöyle bir düşünelim:
Zaman durmuyor, oysa daha dün gibi, okula başlamamız, dilimizle okul sıralarında ilk kez kucaklaşmamız…
Kitaplarda buluşmamız, yeni ufuklara yelken açmamız…Başka dillerle tanışmamız bu arada…Başka dillerle Türkçemizi kıyaslamak imkânı bularak şaşkınlığa düşmemiz…Bizim dilimiz demek ki bu kadar güzelmiş, bu kadar akıcıymış, bu kadar bizimmiş, kanımızmış, canımızmış dememiz…
O zamanlar orta öğretimde başlardı yabancı dil dersleri. Üç dil öğrenilirdi: İngilizce, Fransızca ve Almanca. Seçmeli derslerdi bunlar. Birini seçerdin.
Çocukluktan gençliğe geçiş yıllarımızda tanışmıştık yabancı dillerle yani…
Onu diğer dillerle kıyaslama şansımız olunca , hele hele bizim gibi gurbetliğin ne olduğunu, dilinden ayrı kalmanın ne demek olduğunu yaşayarak görünce de, artık iflâh olmaz bir Türkçe sevdalısı olunuyor ister istemez….
Ömrümüzü dilimizi sevmekle, dilimizi öğretmekle, “Dilimiz kimliğimizdir!” sözünü belletmekle geçirmişiz…Ben ve benim gibi Türk öğretmenleri…
Bizler nasıl zamanında dil bayrağımızı teslim aldıysak, şimdi de bu dil bayrağımızı aldığımız güzellikte, belki daha da güzelleştirmiş olarak teslim etmeliyiz değil mi?.. Dilimizi bizim kadar sevenlere, bizim kadar dilimizin sevdalısı olan genç kuşaklara…
İşte burada duraksıyorum birden…Dilimizi emanet edeceğimiz gençlik nerede? Böyle bir gençlik yetiştirebildik mi? diyorum.
Gençliği bırakın, yetişkinlerimiz, orta yaşlılarımız, yaşlılarımız Türkçemize sahip olabildiler mi? Türkçeyi ne kadar biliyorlar? Yazımını, söylemesini, okumasını…Kurallarını, inceliklerini, ezgisini, seslerini…En önemlisi ona saygı gösteriyorlar mı?
Böyle olmasa, dilini mükemmel bir şekilde öğrense, en önemlisi onu sevmeyi bilse, Cumhuriyet okullarında adam olan bazı sözde aydınlarımız bölücü hain maşalarla birlik olup,onu terketmeyi öksüz bırakmayı düşünebilirler miydi?
Bölücü hainliğe karşı sessiz kalırlar mıydı?
Böyle düşünenlere güçlü bir sesle karşı çıkılmaz mıydı, suskun ve boynu bükük beklemek yerine…
Yıllar önce dinlemiştim. Bir dil bilimcimiz verdiği konferansta şöyle bir iddiada bulunmuştu: “Biz milletimize Türkçeyi doğru dürüst öğretemedik. Ben dilimi biliyorum, dilimi mükemmel kullanıyorum, hiç hata yapmadan yazabiliyorum diyenler de yanılıyorlar!” deyip, şöyle devam etmişti:
“Haklı olup olmadığımı denemek ister miydiniz? Çıkarın kâğıdı kalemi, söyleyeceğim şu metni yazın. Şimdi burada yazma imkânı olmayan da kendini evde denesin, bu yazıyı bir başkasına okutsun ve yazsın. Bu denemeyi ben pek çok üniversitemizde yaptım. Emin olun, bir kişi bile, yanlışım yok, ben doğru yazdım diyemedi…”

Noktalama işaretlerini söylemeden, yazdıracağı parçayı okudu sonra.
Yazdırdığı metin de öyle sıradan bir yazı değil, pek çoğumuzun ezbere bildiği Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ydi.
Başlangıç kısmı. İlk paragrafı ve ikinci pragrafın bir kısmı.
Aynı denemeyi , ben de daha sonra derslerimde lise bitirme yaşlarındaki gençlerimizle yaptım. Öğretmen arkadaşlarla denedik, toplantılarda değişik meslekteki insanlarımıza denettim…
Sonuç nasıl mıydı? Sormayın, siz de kendi kendinizi ve yakınlarınızdaki insanları deneyin, görün…
Bir dil bu kadar mı yanlış yazılır, yazımı, kuralları bilinmez, öksüz bırakılır, kuralları belli edilmez, kapanın eline bırakılır, sahip çıkılmaz, şaşırıp kalacaksınız…
En çok da bu işi meslek edinenlerin durumuna şaşırıyorum.
Gazetelerde yazı yazanlar, haber yazanlar dilimizi en iyi bilenler olmalı diyeceksiniz belki. Ne gezer…
En basit dil kurallarından habersiz kişileri buralara doldurmuşlar. Özellikle internet gazeteleri bu perişanlıkta başı çekiyor.
Bir gün en ünlü haber sitelerinden birinden haber kopyalıyorum. Haberde Almanca gazete adı geçiyor. Acaba bu yabancı kelime doğru mu yazılmış diye sözlüğü açıp baktım. Doğru yazılmış. Sonra yazıyı dikkatlice okuduğum da gördüm ki, bu yabancı kelimeler doğru yazılmış ama yazıda geçen Türkçe kelimeler, dökülüyor. Her iki kelimeden biri yanlış yazılmış. Büyük küçük yazımı yanlış. Noktalama işaretlerinin kullanımı yanlış…İfade yanlışı var. Özne yüklem uyumsuzluğu var…
Bazı ünlü yazarlarımıza son yıllarda noktalı virgül kullanma hastalığı bulaşmış. Çok nadir kullanılan ve virgül işaretinin görevi gibi görev yapan bu işaret maskaraya çevrilmiş. Olur olmaz her yerde kullanılıyor…
Bu işareti bir kez daha hatırlayalım: Yapı bakımından bağımsız, ama anlam yönünden birbirine bağlantılı bağımsız cümleleri bağlamada, virgülle sıralanan adların bir genel ada bağlanmasında kullanılır bu işaret. Virgül işareti de aynı görevi gördüğünden öyle zırt pırt kullanılmaz.
Ya o iki nokta? İki nokta yanyana işareti?
Böyle bir işareti de ilk kez bu son yıllarda farkediyorum. Bugüne dek gizlenmiş de yeni ortaya çıkmış anlaşılan(!)
Yine bazı büyük yazarlar bu iki nokta yanyana işaretini ısrarla kullanıyor. Dünyada olmayan bir işaret bulmuşlar! Bari oldu olacak patentini de alıversinler bu arada…
Ünlem işaretinden önce üç nokta yanyana kullanan da var. Üç veya daha fazla ünlem işaretini, soru işaretini yanyana kullanan da…
At atabildiğin kadar…Meydan boş ya…
Bu yanlışlar yine iyi. Büyük küçük yazımımız tam bir felâket!
İnceltme işaretimizin hali daha da beter…
Bir kaldırıldı deniyor bazı kelimeler için, bir hepsi kaldırıldı deniyor…
Bir kullanılıyor, bir kullanılmıyor bu işaret…
Kim canı ne istiyorsa onu yapıyor!
Kesme işareti de öyle! Özel isimlerin yazımı da öyle…
Yabancı dillerde isimlerin hepsi büyük harfle yazılıyor ya, o kuralı bize de uygulamaya kalkıyor bazı yabancı dil uzmanı geçinen yazarlar. Yabancı dilde öyle ama bizde öyle değil bu iş, beyler hanımlar!
Bizde tür adları yani cins isimler küçük; kişi, kuruluş, kurum yani tek olan varlıkların adları, özel isimler büyük harfle yazılır. Bu yazım kuralını da ilköğretim bitene kadar herkesin öğrenmesi gerekirdi…
Kesme işaretini kullanmada da bir karışıklıktır gidiyor. Gerekmedikçe özel adlara eklenen çoğul ekleri, li, gil gibi ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.En önemlisi dil adlarına gelen ekler ayrılmaz. Türkçemiz, Fransızcaya…gibi.
Ses düşmelerinde de kesme işareti kullanlır. N’oldu? Karac’oğlan …gibi.
Bizde siyasetçilerimiz bile bu dili yozlaştırma akımına kapılmış, uluorta yabancı sözcükleri kullanıyorlar. Kemal Anadol , TV’ye canlı yayında bağlanmış:”Flaş demeçlerle gündemde kalmak!”diyordu.
TRT, çocuk kanalına reklamlar almış. Adres veriyor:”Dabılyu dabılyu, dabılyu, terete çocuk nokta kom.” Mübarek kanal sanki Türk Devleti’nin değil, Amerika’nın ılımlı islâm kanalı! Her verdikleri reklam İngilizce sözlerle, İngilizce adlı ürünler. Her gösterdikleri film yabancı çeviri film. Her isim yabancı, her okunan ve gösterilen yazı yabancı dilden, yabancı dilin harf okunuşuyla…
Duyduğum gibi yazıyorum, okuyun bakın:
“Çocuk poni…Halfiys arabalar süpriz paketlerde…Madagaskar penguenleri hemifil kutularında…Ülker sımortten altı mini basketbol…Maks çubukları…Yopo ayıcık yumuşacık şeker…Foriyıl yavru kedi…Yumuşacık maçmilop…Kızlar, maylidıl poniden minik poli arabası…Birazdan Zula devriyesi, Zula Patrol…Oskar’a sor, Nano Çocuk’un maceraları…”
Yine ,çocuklara bir program, adı:”Bu ne bu?
Mumdan figürler şu sesleri çıkarıyorlar:
Bu…bu…ne…ne…Özellikle « bu » sesi Türkçe’deki “bu” sesiyle, « bu » sözünün vurgusuyla değil, yabancıların çıkardıkları”bu” sesiyle veriliyor…
Türk Hava Yollarının yaptığı son reklam filmine ne demeli ?
Yabancı bir tenisçi kadın. Adı dilimizde olmayan ama bölücü maşaların can simidi gibi sarıldıkları W (çift v ) ile yazılmış. Kadın sömürge ülkesinde gezinir gibi başı yukarda, gururla gezinirken arkadan İngilizce tanıtım şarkısı çalınıyor.
Bir gün Kanal D’deki “Doktorum” programını izliyordum. Hasta hakları için dilekçe yazmayı gösterdiler canlı yayında.
Üniversite bitirmiş meslek sahibi genç bir konuk bayan tahta başına geçti. Uzman da dilekçeyi yazdırıyor. O ne? Tahtaya geçen bayan yazıyı büyük harflerle yazmaya başlamasın mı? Değil dilekçe, hiç bir yazı, eğer tabelâ yazısı, duyuru yazısı gibi özel bir yazı değilse, hem büyük harflerle yazılmaz, hem de o şekilde bitirilmez. Rica ediyor bayan bu dilekçede. Şöyle:” Tüm hasta dosyamın bir örneğinin bana verilmesini rica ederim.” Üst makamlara durum bildirilir, arz edilir, rica edilmez. Üst makamlar rica eder.

Bir iki tane de yetişmiş gençliğin Türkçesinden örnek vereyim:
Adam, internette sosyal paylaşım sitesinde mesaj tahtasına yazmış:
“aglamayı bilmeyen gözler sevmegide bilmez!”
Tut kelin perçeminden denmez de ne denir şimdi? Söze küçük harfle başlamasını mı yazalım? Yumuşak g harfini bilmemesini mi? De bağlacının ayrı yazılacağını bilmemesini mi?
“SöyLe kaç hafta yaşanıor aşk dedikleri”
Bu da bir başka mesaj tahtası yazısı. Açıp bakıyorsun sayfayı, bunu yazan yüksek öğretim görmüş. Bu da bir moda şimdi. Bir küçük harf, bir büyük harf kullanarak kelimeleri böyle garip bir şekilde yazmak.
Yine bir haber okumuştum, gençler hakkında:
Gençler için internet, “Facebook ve MSN” demek!”diye başlık atmışlardı. Liseli gençlerin, bilgisayarı, yüzde elli üç oranında yukarıdaki sosyal ağlar ve mesaj yazmak için kullandığı; ödev yapmak, araştırma yapmak için kullananların oranının ise yüzde on üç olduğunu yazmışlardı. Şimdi bu yukarıdaki MSN sözünü, baş harflerin okunmasıyla oluşturulan bu sözü çoğunluk mutlaka İngilizce okumuşlardır.(Em es en diye.)
Niye Türkçe okuyamıyorsunuz bunları hiç düşündünüz mü acaba?
Dilimizde, yabancı sözcüklerin yazımıyla ilgili de kurallar var:
Latin harflerini kullanan ülkelerle ilgili özel adlar, özgün biçimleriyle yazılır. Goethe (Göte) , Schiller(Şiller)…Pasteur(Pastör) gibi. Bu isimlerin okunuşları parantez içinde gösterilir. (Önceleri bu isimlerin okunuşları doğrudan yazılı metinlerde kullanılabiliyordu.) Öbür dillerden( lâtin alfabesi kullanmayan) gelen yabancı sözler Türkçedeki söylenişleriyle yazılır. Tolstoy, Eflatun, Konfüçyüs…gibi. Bir takım kent ,ırmak, dağ, kişi adları dilimize Türkçe biçimiyle yerleşmişlerdir. Londra, Viyana, Münih, Napolyon, Sen Nehri vb. gibi…
Sayıların yazımında da çok yanlışlık yapılıyor. Sayılar yazıyla yazılırken her birim ayrı yazılır. İki bin on yılı. Üç yüz altmış beş gün… Sayılar ek aldıklarında da kesme işaretiyle ayrılırlar.
Sayı sayarken kişiler tane diye sayılmaz, bir de bunu çok duyuyorum. Üç kişi gördüm, denir, üç tane kişi görülmez. Üç asker, beş kadın, yetmiş iki milyon insan…
Kısaltmaların okunmasında ve yazmasında da keşmekeş yaşanıyor. Kısaltmaların okunmasında adın açılmış şekli değil, harfleri okunur,ona göre de ek alır. TBMM kısaltmasının açılışı: Türkiye Büyük Millet Meclisi. Okunuşu, “ te be me me.” Ek aldığı zaman, örneğin ismin e halinde bu kısaltma kaynaştırma harfi „y“yi de alarak şöyle yazılır: „TBMM’ye“ „TBMM’ne diye değil. NATO, yabancı dilden bir kısaltmadır. Şöyle ek alır: NATO’da, NATO’ya…
Kısaltmalara nokta işareti konmaması son yıllarda yaygınlaşmaktadır. Bazı kısaltmalarda ise nokta kullanma gereklidir: Dr. (doktor), bk. (bakınız), vb. (ve benzeri) , krş. (kuruş), prof. (profesör)
Bazıları da noktasız yazılır ve küçük harfle: cm (santimetre), mm (milimetre) g (gram), kg (kilogram).
Bazı önemli kısaltmalar, büyük harfle yazılır: TC (Türkiye Cumhuriyeti), TDK (Türk Dil Kurumu), THY (Türk Hava Yolları), PTT (Posta, Telgraf, Telefon), TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri)…
Türk Silahlı Kuvvetleri: TSK
Buradaki „K“ harfinin “ke” şeklinde okunması lâzım. Türkçemizde bütün sessiz harfler „e“sesli harfinin yardımıyla okunur çünkü. Ama nasıl olduysa oldu bu harf “ka “ şeklinde okunuyor son yıllarda. Özellikle PKK terör örgütünü okurken ikiye ayrılıyoruz. Bölücü yandaşlar, „pe ke ke „diyor, biz, „pe ka ka“ diye okuyoruz.
Sözü nereden aldım, nereye getirdim. Aslında bu yazıyla dil sevgisini, dilimizin milletimizin birliği için önemini, Atatürk’ün dilimizle ilgili sözlerini, çalışmalarını ve günümüzde dilimize yapılan ihanetleri yazacaktım. Artık bir başka yazıya…
Şimdi hepinize bir teklifim var:
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin bu baş bölümünü denemek için yazın ve yazdırın bakalım. Sonucu da yorum yazarak bizlerle paylaşın…Sonuçları saklamadan, kaç yerinde yanlış yaptınız, ne yanlışlarıydı, açıkça söyleyin.( Baştan yedi-sekiz satırlık bölüm bu deneme için yeterlidir.)Bu vesileyle, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni baştan sona, doğru imlâsıyla buraya alıyorum:
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki âsil kanda, mevcuttur!
Gazi Mustafa Kemal
Nutuk- Söylev,Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1987 basımı.
Feza Tiryaki, 5 Şubat 2011
Almanca’da en çok kullanılan fiillerin İngilizce – Türkçe karşılıklarıyla listesi… Almanca fiiller…
Almanca – İngilizce – Türkçe
antworten – to answer – cevaplamak
“ich antworte nicht.”
arbeiten – to work – çalışmak
“ich erbiete heute.”
bedeuten – to mean – anlamına gelmek
beginnen – to begin – başlamak
“wann beginnt der Film?”
bekommen – to get – almak
bestellen – to order – sipariş etm, emretmek
besuchen – to visit – ziyaret etmek
“wir besuchen meine Tante in Berlin.”
bezahlen – to pay – ödemek
bleiben – to stay – kalmak
“wir bleiben hier.”
bringen – to bring – getirmek
danken – to thank – teşekkür etmek
“Ich danke Ihnen.”
denken – to think – düşünmek
essen – to eat – yemek
fahren – to travel (go) – gitmek
“Ich fahre morgen nach Dresden.”
“I am going to Dresden tomorrow.”
finden – to find – bulmak
fliegen – to fly – uçmak (uçakla gitmek)
fragen – to ask – sormak
geben – to give – vermek
gehen – to go – (yürüyerek) gitmek
“Wir gehen ins Kino.”
“We are going to the cinema.”

helfen – to help – yardım etmek
hören – to hear, listen – dinlemek
“Hörst du die Musik?”
kaufen – to buy – satın almak
kommen – to come – gelmek
“Wann kommt er nach Hause?”
kosten – to cost – mal olmak
lesen – to read – okumak
lieben – to love – sevmek
“Ich liebe dich.”
machen – to make – yapmak
nehmen – to take – almak
öffnen – to open – açmak
probieren – to try (out) – denemek
regnen – to rain – yağmur yağmak
reisen – to travel – seyahat etmek
sagen – to say (tell) – söylemek, anlatmak
schlafen – to sleep – uyumak
schmecken – to taste – tatmak
schreiben – to write – yazmak
schwimmen – to swim – yüzmek
sehen – to see – görmek
senden – to send – göndermek
setzen – to put (set) – koymak, yerleştirmek, oturmak
singen – to sing – söylemek
spielen – to play – oynamak
“Hans spielt Fußball.”
sprechen – to speak – konuşmak
suchen – to seek – aramak
“Was suchst du?”
“What are you looking for?”

trinken – to drink – içmek
vergessen – to forget – unutmak
verstehen – to understand – anlamak
warten – to wait – beklemek
wohnen – to live (in) – yaşamak, ikamet etmek
“Mein Vater wohnt in Hamburg.”
zeigen – to show – göstermek YÖK Tasarısı ve Kayıkçı Dövüşü
Tuncay Alp

AKP’nin “Acil Eylem Planı” içerisinde yer alan ve ilk kez eski Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu tarafından 18 Şubat 2003 tarihinde kamuoyuna açıklanan yeni YÖK tasarısı ile birlikte, en başta üniversite camiası olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinde yeni ve hararetli bir tartışma başladı. Kısa sürede alevlenen tartışma hızla büyüdü. Tasarı, 77 rektörün imzasıyla sert bir tepkiye maruz kalınca, AKP’nin her zamanki taktiğiyle geri çekildi. Fakat bir süre sonra bu kez de Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik tarafından tekrar Meclis gündemine getirildi. Ancak tepkilerin dinmesi bir tarafa, konu etrafında cereyan eden tartışma daha da genişleyip derinleşerek hükümet ve asker-sivil bürokrasinin bazı kesimleri arasında ciddi bir gerilime sebep oldu. Tartışmalar son günlerde gündeme gelen “Kamu Yönetimi Reformu” konusuyla da birleşince iyice karmaşıklaştı ve tüm bunların üzerine yıllardır devam eden “türban” meselesi de eklenince tam anlamıyla seyirlik bir hal aldı.
AKP hükümeti kamuoyunun, öğrenci kesiminin ve üniversitelerdeki eğitim emekçilerinin YÖK’e karşı duydukları rahatsızlığı arkasına almaya çalışarak, yasa tasarısını üniversitelerin “demokratikleşmesi ve özerkleştirilmesi” adına hayata geçirmeye çalışıyor. Kuşkusuz yapılması düşünülen düzenlemelerden bir kısmı, AB’ye uyum kapsamında yapılması zorunlu düzenlemeler. Tasarının karşısında yer alan MGK, Cumhurbaşkanı ve rektörler gibi bürokratlar ise tasarının asıl amacının laik düzeni yıkmak olduğunu ve bunun AKP hükümetinin takiyyelerinden biri olduğunu savunuyorlar. Oysa üniversiteleri hizaya sokmak için 12 Eylül’de yapılan gerici düzenlemeler de, bugün bizlere demokratik kılıflarda yutturulmaya çalışılan YÖK tasarısı da sermayenin değişen ve gelişen ihtiyaçlarının anlatımıdır. Bu tasarı, AKP’nin “Acil Eylem Planı”nda bulunan diğer “reform” taslaklarından bağımsız düşünülemez. İş Kanununun değiştirilmesi, Kamu Yönetimi Reformu, Kamu Personel Rejimi tasarısı ve son olarak da YÖK tasarısı ile gerçekleştirilmek istenenler, sermayenin küresel düzeydeki ihtiyaçlarının karşılanmasına dönük adımlardır ve birbirlerine göbekten bağlıdırlar. Bu “reform” tasarıları devletin ve onu oluşturan kurumların yönetsel anlamda yeniden yapılandırılmasını hedeflemektedir. Planlanan değişiklikler, sermaye birikim sürecinin ilerlemesinin önündeki tıkanıkları aşmak için, sermayenin önceden nispeten daha yüzeysel sömürdüğü alanlara derinlemesine nüfuz edebilmek amacıyla giriştiği yeniden yapılanma sürecinin bir uzantısıdır.
Öte yandan tasarıyla hayata geçirilmeye çalışılan saldırıların asıl hedefi olan öğrenci gençliğin ve eğitim emekçilerinin geniş bir kesimi duruma seyirci kalmaya devam ediyor. Bu kesimlerden yükselen kısık muhalif sesler ise, tıpkı daha önceki pek çok saldırıda olduğu gibi, sınıf temelli bağımsız politikalardan yoksun olduklarından ötürü egemen sınıfın çeşitli kesimleri arasındaki çatışmada ortaya çıkan taraflardan herhangi birisinin kuyruğuna takılmaktan öteye gidemiyorlar.
Hiç şüphe yoktur ki, bizler açısından, ne 12 Eylül rejiminin mirası olan mevcut YÖK kanununun ne de sermayenin en has temsilcilerinden olan AKP hükümetinin önerdiği yeni tasarının kabul edilebilir bir yanı vardır. Sorun bu ikisi arasında bir tercih yapmak değil, burjuvaziden ve devletinden bağımsız bir politika geliştirebilmektir. Bu yüzden konuyu ele alırken, öncelikle mevcut yasanın ve yeni yasa tasarısının içeriğini teşhir etmek, ardından halihazırda yürüyen tartışmalarda kullanılan argümanların ne anlama geldiğini açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Böylelikle milyonlarca genç insanı ve emekçiyi ilgilendiren önemli bir konuda nasıl bir bakış açısına sahip olmamız gerektiğini de ortaya koyabiliriz.
YÖK, 12 Eylül rejiminin bir kalıntısıdır
Bundan tam 22 yıl önce, 6 Kasım 1981’de, 12 Eylül cuntası tarafından bütün üniversitelerin yönetim kurulları tasfiye edilerek yerlerine bizzat askeri cuntanın atadığı rektörler getirildi. Yine cuntanın çıkardığı 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile hayata geçirilen YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu) sayesinde de üniversiteler ve yüksek öğretim kurumlarında köklü değişiklikler yapılarak, rejimin istediği tipte bir düzen kurulması sağlandı.
Amacını, “Yüksek öğretimle ilgili her konuda temel, ana belirleyen olmak” ve bu amaçla “yüksek öğretim kurumlarının organize edilmesi, eğitim ve öğretimle ilgili tüm detayların belirlenmesi” görevini yerine getirmek olarak ilan eden YÖK’ün ilk icraatı; üniversitelerde okuyan ve çalışan ne kadar sosyalist, devrimci, demokrat ve ilerici unsur varsa bunları üniversitelerden dışarı atmak ve bizzat kendi elleriyle polise teslim etmek oldu. Gerici ve baskıcı 12 Eylül rejiminin çıkardığı 1402 sayılı sıkı yönetim yasası ile birlikte 3 binden fazla eğitim emekçisi işlerinden oldu ve son derece ağır baskılara maruz kaldılar.
Bu anlamda YÖK’ün temel dayanağı gerici 12 Eylül Anayasası ve rejimidir. YÖK, 12 Eylül rejiminin ruhuna uygun bir biçimde, üniversitelerde eğitim ve öğretimle uzaktan yakından ilgili her şeyi kendi kontrolüne alarak, ağır bir baskı uygulamaya başladı. Sadece Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Emniyet Teşkilatına bağlı okullar bu kanunun kapsamı dışında tutulmuştu.
YÖK’ün bütün üyeleri devlet tarafından belirleniyor ve bizzat cumhurbaşkanı tarafından onaylanıyordu.[1] Yapılan bu düzenleme ile yüksek öğretim sisteminin tepesine YÖK oturtuluyor ve bu alanda atılacak her adımda yegâne karar mercii olarak tayin ediliyordu. YÖK’ün bileşimi de burjuva devlet aygıtı tarafından belirlendiğinden, üniversiteler böylece tam anlamıyla kontrol altına alınıyor, “anarşi ve terör” ortamı sona erdirilerek, üniversitelerde “huzur ve düzen” tesis ediliyordu!
12 Eylül cuntasının hazırladığı bu kanuna göre yüksek öğretimin amacı, “Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türklük bilinciyle dolu, devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren, TC devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu kabul eden” gençler yetiştirmekti. Yeri geldiğinde hür ve bilimsel düşünceden bahsetmekten de geri durmayan kanunun en geniş ve üzerinde çalışılmış kısmı ise öğrencilere ve eğitimcilere öngörülen suç ve cezalardı.
Yüksek Öğretim Kanununun 53. maddesine göre, “İdeolojik amaçlarla devletin ve milletinin bölünmez bütünlüğüne kasteden, din, dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanarak cumhuriyeti yıkmaya çalışan faaliyetlerde bulunanlar” derhal okuldan atılıyor ve cumhuriyet savcısına teslim ediliyordu. Ayrıca bu sebeplerle üniversiteden atılan bir öğrenci ya da eğitimci bir daha başka bir üniversitede de okuyamıyor veya çalışamıyordu.
Okuldan atılma veya uzaklaştırma cezası almak için, “Yükseköğretim içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunmak, öğrenme ve öğretme hürriyetini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kısıtlamak, kurumların sükun, huzur ve çalışma düzenini bozmak, boykot, işgal ve engelleme gibi eylemlere katılmak, bunları teşvik ve tahrik etmek, yükseköğretim mensuplarının şeref ve haysiyetine veya şahıslarına tecavüz etmek veya saygı dışı davranışlarda bulunmak ve anarşik ve ideolojik olaylara katılmak veya bu olayları tahrik ve teşvik etmek” fiillerinden birini işlemek yeterliydi.
Benzer şekilde öğrenciler ve öğretim elemanlarının üniversitelerde “parti faaliyetinde bulunmaları ve parti propagandası yapmaları” yasaklanırken, herhangi bir siyasal partiye üye olan öğrenci ve öğretim elemanlarının üniversitelerde yönetici görevler almaları da engelleniyordu.
Böylelikle YÖK gerçek yüzünü de teşhir etmiş oluyordu. Kendisi baştan aşağı burjuva devlete bağlı siyasal bir kurum olduğu halde, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin her türlü siyasal faaliyetini yasaklamaktaydı. Örgütlenmelerinin önüne en gerici yasaklarla türlü türlü engeller çıkartarak onları her türlü hak ve özgürlüklerinden mahrum etmekte, bir yandan da yetişmekte olan genç kuşağın geleceğini ipotek altına almaktaydı.
12 Eylül rejiminin bir parçası olan YÖK’ün asıl amacı, 1960’lı yıllardan itibaren hızla yükselen toplumsal muhalefetin ilerleyişini durdurmaktı. İşçi sınıfı hareketinin siyasallaşmasına paralel olarak üniversitelerde de öğrenci gençliğin burjuva ideolojisinden kopup devrimci hareketin saflarına katılmasını engellemekti. Burjuvazinin çıkarları doğrultusunda hareket eden askeri diktatörlüğün, toplumun her alanında başlattığı karşı saldırının bir ayağı da üniversitelerdeki devrimci yükselişi kesmekti.
Bu sayede yeni yetişen genç nesillerin bilincinde muazzam çarpılmalar oluşmuş, tarihsel hafıza yitirilmiş, gençlik depolitize edilerek siyasal hayatın dışına itilmiş, toplumsal sorunlara duyarsızlaştırılmış ve pasifize edilmiş, neticede ortaya kayıp bir kuşak çıkmıştır. 12 Eylül rejimi, politikadan ve örgütlenmekten korkan, hakları uğruna mücadele etmek yerine edilgen bir şekilde egemen sınıfların ve devletin her dediğini hiç sorgulamadan kabul eden, kendine ve topluma yabancılaşmış, toplumsal yaşamdan koparak bireyselleşmiş ve atomize olmuş bir kuşak yarattı. Burjuva ideolojisinin yoğun bombardımanı altında iyice sersemleyen insanları kendi yarattığı bu cendere ile yıllar boyu ezerek tam da sermaye sahibi sınıfların istediği tipte bir insan modeli yaratmıştır.
Burjuvazinin, son yirmi yıldır ciddi anlamda hiçbir alternatifle karşılaşmadan işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde tam bir ideolojik tahakküm kurabilmesinin önemli bir nedeni budur. Türkiye burjuvazisinin sınıf egemenliğini devam ettirebilmesinin bir aracı olarak YÖK, kapitalist toplumda üniversitelerin burjuva ideolojisinin yeniden-üretim merkezleri olarak işlev görme rolünü güvence altına almakla kalmamış, bu ideolojinin gerek öğretim görevlileri gerek öğrenciler gerekse de üniversitelerde çalışan diğer emekçiler tarafından sorgulanmasının da önüne set çekmeyi temel misyonu bellemiştir. YÖK bugüne kadar, burjuvazinin hakim ideolojisinin argümanı olan şovenizmin en önde gelen savunucusu olmuş, en temel demokratik taleplerin bile dile getirilmesini şiddetle cezalandırmış, örgütlenme ve gösteri yapma haklarını kullandıkları için nice insanı okullardan uzaklaştırmış ve bu anlamda burjuvazinin siyasal gericiliğinin en başta gelen kalelerinden biri olduğunu defalarca ispatlamıştır.
YÖK’ün iki ana hedefi vardı: birincisi öğrenci gençliğin ve eğitim emekçilerinin her türlü örgütlü mücadelesini boğmak ve bu yolla toplumsal sorunlara en duyarlı kesimlerden birisini pasifize etmek; ikincisi ise düzenin tekrar sağlanmasıyla birlikte üniversitelerin asıl işlevlerine dönmesini sağlamak, yani daha fazlasıyla burjuvazinin hizmetine sunulduğu kurumlar haline getirmek.
YÖK’ün 22 yıllık tarihi bu yönde atılmış adımlarla doludur. 12 Eylül rejimi yerini “olağan” siyasi hayata bıraktıktan sonra bile bu adımların atılmasına devam edilmiştir. Üniversiteler polis karargâhlarına dönüştürülmüş, uzun bir süre kurulmaları yasak olan öğrenci dernekleri üzerindeki baskılar, bunlar yasal varlık kazandıktan sonra da eksilmeden devam etmiştir. 1992 yılında her üniversitenin kendi bünyesinde “Özel Güvenlik Birimleri” kurmasıyla birlikte polisin ve faşist grupların üniversitelere kalıcı bir şekilde yerleşmesi sağlanmıştır.
Yine ANAP hükümeti döneminde (1990) 418 sayılı kanun çıkarılarak ve harçlara %1000’lere varan oranda zamlar yapılarak, işçi ve emekçi çocuklarının üniversitelerde okuması zorlaştırılıyordu. Öğrencilerden alınan har(a)çlar arttıkça, devletin üniversitelere yaptığı katkı da kademeli olarak azaltılıyordu. 1992 yılında mediko-sosyal denilen sağlık hizmetleri tamamen paralı hale getirildi. Her geçen yıl yenileri eklenen bu tür uygulamalarla, öğrenci gençlik içindeki sınıfsal ayrım giderek daha da derinleştirildi. ANAP hükümeti döneminde, özel vakıf üniversitelerinin kurulması yasalaştırılarak “bacasız fabrika” denilen bu yeni sektöre burjuvazinin el atmasının önü açıldı. Bugün özel üniversitelerin yüksek öğretim kurumları içindeki oranı, üniversite sayısı itibariyle yaklaşık 1/3 düzeyine erişmiş durumdadır.
Yeni YÖK tasarısının arka planındaki gerçekler
Burjuvazi, giriştiği daha kapsamlı dönüşüm sürecinin bir parçası olarak üniversiteleri de yeniden düzenlemek istiyor. Bu “reform” ihtiyacının başlıca nedeni sermayenin uluslararası düzeyde giriştiği düzenlemelerdir. Daha önce Kamu Yönetimi Reformu tartışmalarında da gündeme gelen GATS anlaşmaları çerçevesinde verilen taahhütler bağlamında, büyük ölçüde devlet tarafından yürütülen eğitim ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilerek ulusal ve uluslararası tekellerin dolaysız olarak yatırım yapabileceği şekilde düzenlenmesi de bu döneme rastlamaktadır.
Bu durumda nasıl oluyor da, sermayenin çıkarları temel alınarak hazırlanan bir düzenleme, sermaye, hükümet ve devlet bürokrasisi arasında böylesine sertleşen bir tartışmanın konusu olabiliyor? İşin aslına bakılırsa, bugün Türkiye’de yalnızca üniversiteler konusunda değil, neredeyse tüm temel toplumsal ve siyasal sorunlarda çeşitli burjuva kesimler arasında henüz çözüme bağlanmamış bir kapışma yürürlüktedir. Gerçekte tüm kapışma, dönüp dolaşıp mevcut devlet aygıtının ve onun çeşitli kurumlarının yeniden düzenlenmesi noktasında yoğunlaşıyor. AKP hükümeti de bu kapışmanın ortasında doğmuş bir hükümet olarak, hem kendi siyasal zeminini korumak ve güçlendirmek hem de temsil ettiği sermayenin çıkarlarını geliştirmek adına zaman zaman çeşitli denemelere girişiyor.
Bu noktadan bakıldığında, son YÖK tasarısının AKP hükümeti açısından önemli bir siyasal anlamı var. 28 Şubat darbesiyle ordu İslamcı çevrelere yönelik baskılarını arttırmıştı. Gerek İmam-Hatip Liselerine getirilen sınırlamalara, gerek sekiz yıllık eğitim zorunluluğuna, gerekse de üniversitelerde türbanın yasaklanmasına karşı tepkili kesimler, AKP hükümetiyle birlikte bu sorunların çözüleceği beklentisi içine girdiler. AKP hükümeti hem bu beklentileri boşa çıkarmamak zorunda, hem de devlet bürokrasisiyle köprüleri atmaması gerektiği dersini çıkarmış durumdadır. Bu nedenle çeşitli denemelere girişerek 28 Şubat darbesini kısmi reformlarla geriletmeye çalışmaktadır. Tüm beyanlarına rağmen askeri ve sivil bürokrasinin bir kesimiyle aralarındaki soğukluğu aşamayan AKP, bu meseleyi kendisi açısından bir itibar meselesi olarak görmektedir.
30 Temmuz 2003’te yaptığı bir basın açıklamasında YÖK, tasarının “öncelikli olarak siyasi amaçlı” ve “üniversiteler üzerinde siyasi otoritenin etkisini ve müdahalesini arttırmaya yönelik” olduğunu, “bugünküne göre çok daha merkeziyetçi bir yapı” öngördüğünü ifade etti. Hiç kuşkusuz tasarının siyasi bir amacı söz konusudur. Ancak bunun tam da YÖK tarafından garipsenmesi tam bir ikiyüzlülüktür. Çünkü bizzat YÖK bir “siyasi amaçla” üstelik de askeri diktatörlüğün siyasi amaçları doğrultusunda kurulmuş bir kurumdur. O halde bu ifadenin anlamı olsa olsa siyasi otoritenin el değiştireceği ve bu elin hükümetin eli olacağı korkusudur. Demek ki YÖK başkanı Kemal Gürüz’ün ve altındaki ekibinin feryatlarının sebebi kendi kişisel çıkarları olduğu kadar, arkalarındaki ordunun mevcut statükoyu koruma refleksidir. Üniversite profesörlerinin “Ordu Görev Başına” şeklinde pankartlarla alanlarda arz-ı endam etmeleri, gerçekte kimin çıkarlarının temsilcisi olduklarını yeterince açığa çıkartıyor.
Nitekim AKP’nin sunduğu tasarı ile yapılması düşünülen değişikliklerin başında, mevcut düzenlemede yüksek öğretim sisteminin tepesindeki idari organ olan YÖK’ün yerine ÜAK’ın[2] geçirilmesi, YÖK’ün daha ziyade bir akademik kurula ve koordinasyon organına dönüştürülmesi ve bunların üyelerinin belirlenmesinde ağırlığın cumhurbaşkanlığından başbakanlığa –yani AKP hükümetine– devredilmesi hedefi gelmektedir. Örneğin eski haliyle YÖK’ün 7 üyesini cumhurbaşkanı, 7 üyesini başbakanlık, 1 üyesini MGK ve 7 üyesini de ÜAK belirlerken, yeni düzenlemeyle birlikte 6 üye ÜAK, 8 üye başbakanlık, 1 üye yine MGK ve 2 üye cumhurbaşkanlığı tarafından belirlenecektir. Ancak YÖK’e seçilen tüm bu üyelerin ÜAK içinden seçilmesi zorunludur. Böylece yüksek öğretim kurumlarında görev yapan bütün rektörlerin doğal üyesi olduğu bir kurul olarak ÜAK, yüksek öğretimin ana politikalarının belirlenmesinde en yetkili organ haline gelmektedir. Ayrıca mevcut haliyle Milli Eğitim Bakanı YÖK’e sadece gözlemci olarak katılabilirken, yeni tasarıda bakan YÖK’ü istediği zaman toplayıp başkanlık edebilmektedir.
Bugünkü YÖK yönetimi, hükümetle yürüttüğü tartışmalarda, 28 Şubat darbesinin bekçiliğine soyunmuş olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Nitekim ordunun uşağı durumundaki YÖK profesörlerinin tasarıda karşı çıktıkları maddelerin orduyu (yani sözde laikliği ve Kemalist ideolojiyi) savunma refleksiyle sınırlı olması bu durumun kanıtıdır. Oysa tasarı bu maddelerle sınırlı değildir! Ne var ki geri kalan maddelerde, profesörlerinden cumhurbaşkanına, generallerinden başbakanına kadar tüm burjuva unsurlar hem fikirdirler! Ne de olsa, iş, kapitalist dişlilerin daha iyi dönmesini sağlamak, işçi sınıfını daha yoğun sömürebilmenin yollarını bulmak ve emekçilerin ve devrimci öğrencilerin mücadelesinin önüne set çekmek oldu mu, tüm egemenler domuz topu gibi birleşmesini de biliyorlar!
Biz tepede dönen tüm bu kayıkçı kavgasını şimdilik bir kenara bırakıp, yeni tasarıyla birlikte yapılması planlanan değişikliklere göz atmaya devam edelim. Bunlardan birincisi, oluşturulması düşünülen “Sosyal Konsey”dir. Konseyin üyeleri kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve işçi, işveren sendikaları gibi sivil toplum örgütleri tarafından seçilecektir. Konsey yüksek öğretim alanında yapılacak yatırımların planlanması, üniversitelerin ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlandırılması, üniversite-sanayi-STK (Sivil Toplum Kuruluşları) arasındaki ilişkinin geliştirilmesi gibi konularda kararlar alacak ve bu kararlarını öneriler halinde üniversite yönetimlerine iletecektir.
Sosyal Konseyin bileşimi, ne tür bir işleve sahip olacağı konusunda yeterli ipuçlarını vermektedir. Konsey öncelikle üniversitelerin yürütecekleri bilimsel çalışma ve projelerin hangi alanlarda ve yönde olacağını belirleyecek, ihtiyaç duyulan işgücünün yetiştirilmesi ve üniversiteler ile çeşitli sektörler arasında işbirliğinin sağlanması ve öğrencilerin çeşitli sorunlarının çözümlenmesi hususlarında tavsiye kararları alacaktır. Bunun anlamı öncelikle büyük tekellerin ve sermaye kuruluşlarının ihtiyaçları doğrultusunda bilimsel araştırmalar yapılmasıdır. Kuşkusuz bunun karşılığında bu kuruluşlar da bu hizmetin karşılığı olan bedeli, yapacakları bağışlar ve yardımlar biçiminde ödeyeceklerdir. Gerçekte yapılmak istenen, 1990’lı yıllardan itibaren fiilen başlamış olan bu uygulamayı, tüm yasal engellerden arındırmak ve daha rahat ve açık şekilde yürütebilmektir. Böylelikle üniversitelerin temel görevi olan bilimsel araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin kapitalist sistemde sahip olabileceği yegâne işlev de çıplak bir şekilde ortaya konulmuş oluyor; sermayenin ve burjuvazinin çıkarlarını gözeterek, kapitalistlerin kâr ve rekabete dayalı sistemde daha fazla artı-değer sömürüsü yapabilecekleri biçimde bilimi ve teknolojiyi geliştirip onların hizmetine sunmak.
Öte yandan, kapitalist sistemde üniversitelerin asli görevlerinden bir diğeri olan sermayenin ihtiyaç duyduğu alanda ve oranda kalifiye işgücü yetiştirilmesi görevi de, yine Konsey aracılığıyla bizzat sermaye kuruluşlarının temsilcileri tarafından üniversite yönetimlerine tavsiye edilecek ve böylece üniversiteler ile sermaye arasında tam bir işbirliği sağlanmış olacaktır.
Ne var ki, üniversitelerin bu işlevi de yeni değildir. Söz konusu olan, kapitalizmde öteden beri varolan bu işlevin daha da mükemmel ve derinleşmiş bir biçimde yerine getirilmesini sağlamaktır. Zaten kapitalizm varolduğu sürece üniversitelerin daha farklı bir işleve sahip olması da mümkün değildir. Kapitalizm, toplumun değil sermayenin ihtiyaçlarının karşılanması üzerine şekillenen bir toplumsal yapıya sahiptir. Bu yapı içerisindeki bir kurumun toplumun genelinin çıkarlarına göre davranmasını beklemek, iyimserliğin sınırlarını aşan bir hayalcilikle veya olsa olsa kapitalizmin doğasını kavrayamamış olmakla tanımlanabilir.
AKP hükümetinin sunduğu yeni YÖK tasarısına baktığımızda, tasarının içeriğinin hiç de demokratik olmadığını rahatlıkla görebiliriz. Tasarıda yer alan disiplin yönetmeliğinin içeriği de bunun bir göstergesidir. Disiplin yönetmeliği mevcut kanuna göre ceza gerekçeleri ve usullerinin üzerinde çok daha ayrıntılı ve titizlikle durmuştur. Örneğin uyarma, kınama gibi disiplin cezalarına bir yenisi eklenmiştir: aylıktan kesme. Bu cezanın uygulanması için gereken şartlar arasında, 1-3 gün arası işe gelmemek, görev yeri sınırları içerisinde herhangi bir yeri toplantı, tören ve benzeri amaçlarla izinsiz olarak kullandırmak, yükseköğretim törenlerinin programlarını engelleyecek veya sekteye uğratacak hareketlerde bulunmak gibi sebepler de bulunmaktadır.
Bir başka göz açıcı örnek de öğretim üyeliğinden çıkarılma cezasıdır. Bu cezayı alan bir öğretim elemanı bir daha akademik unvanını kullanamayacak ve öğretim mesleğine geri alınmayacaktır. Bu cezanın uygulanması için öngörülen iki durum bulunmaktadır. a) Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü ya da temel-karakteristik özelliğini belirten kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek, b) Şiddet ve terör amaçlı bildiri, afiş, pankart, bant ve benzerlerini basmak, çoğaltmak, dağıtmak, dağıttırmak veya bunları iş yerine veya iş yerindeki eşya üzerine yazmak, resmetmek ve asmak.
Yıkıcı ve bölücü amaçlarla eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetlerini engelleyen eylemlerde bulunmak, şiddet ve terör eylemlerinden arananları görev mahallinde gizlemek, yurt içinde veya yurt dışında devletin birlik ve bütünlüğü aleyhine düzenlenen şiddet ve terör eylemlerini tertiplemek, tertipletmek veya fiilen katılmak gibi fiillerin cezası ise kamu görevinden bir daha alınmamak üzere çıkarılmaktır.
Eski YÖK yasasında ve yeni tasarıda ortak olan bir nokta da öğrencilerin ve öğretim elemanlarının siyasal faaliyetlerine getirilen kısıtlamalardır. Öğrenciler ve öğretim elemanları siyasi partilere üye olabilmekte, fakat üniversite içerisinde parti propagandası yapamamakta ve parti faaliyet yürütememektedirler. Üstelik bir siyasi partinin yönetim organlarında yer alan öğrenci ve öğretim elemanı, üniversite bünyesindeki herhangi bir yönetsel organda da yer alamazken, sistemin tepesindeki kişiler bizzat hükümet ve devlet tarafından seçilmektedir. Burjuvazinin istediği üniversitelerin veya toplum içerisindeki bir başka kurumun genel anlamda siyasetten bağımsızlığı değil –ki bu imkânsızdır– kendisine kökten muhalif olan siyasetlerden bağımsızlığıdır. Bir başka deyişle istenen, üniversitelere de tüm diğer kurumlarda olduğu gibi burjuva siyasetinin egemen olmasıdır. Bunun en kolay yolu da üniversiteleri burjuva devlet aygıtına bağlı, onun güdümünden çıkmayan bir durumda tutmaktır.
Orduya karşı demokratlık taslayan AKP’nin iş gerçek demokratik haklara geldiğinde, bu denli gerici, bu denli düşmanca bir tutum içerisinde olması, burjuva demokrasisinin iki yüzlülüğünü bir kez daha göstermektedir. YÖK’ün yerine ÜAK’ın veya geçici olarak düşünülen YEK’in (Yüksek Eşgüdüm Kurulu) geçmesiyle yahut biçimsel birtakım değişikliklerle üniversitelerde yaşanan sıkıntıların çözümlenmesi mümkün değildir. Toplumsal yaşamın diğer tüm alanlarında olduğu gibi, üniversitelerin işleyişinde de demokratik kazanımlar ancak işçi sınıfının mücadelesiyle bütünleşmiş bir mücadele ile elde edilebilir.
YÖK’e karşı mücadele sınıf mücadelesinden koparılamaz
Bir bütün olarak baktığımızda sorun ne YÖK ne de YEK meselesidir, sorun burjuva eğitim sistemidir. Kapitalist eğitim burjuvazinin toplum üzerindeki egemenliğini sürdürebilmesinin bir aracıdır. Eğitim kurumları burjuva ideolojisinin üretildiği ve yayıldığı ve sermayenin hizmetine sunulmak üzere nitelikli işgücünün yetiştirildiği yerlerdir. Bu durum kapitalizmin ortaya çıkışından bu yana böyledir ve bu niteliği gittikçe artmaktadır.
Demek ki eğitim sorunu ve bu sorunun bir parçası olarak YÖK-YEK meselesi, kapitalist düzenin barındırdığı diğer çelişkilerden ve problemlerden ayrı, bağımsız olarak düşünülemez. Sorunun kaynağı kapitalizmin kendisidir ve çözümü de kapitalizmin diğer sorunlarının çözüm şekliyle ortaktır. Kapitalist sistemde toplumsal yaşamın her alanı birbirine görünmez iplerle bağlıdır, hiçbir sorun bağımsız ve yalıtık olarak ele alınamaz. Son YÖK tasarısı da, 22 yıldır devam eden YÖK sorunu da bu bağlamda ele alınmalıdır. Bu temel gerçek kavranılmayıp YÖK’e karşı mücadele, sınıf mücadelesinden bağımsızlaştırıldığı ölçüde öğrenci gençliğin de bu sorunu aşma şansı olmayacaktır. En basit çerçeveden bakıldığında bile sorunun muhatabı sadece öğrenciler değil aynı zamanda eğitim emekçileridir. O halde kalkış noktası sorunun bu iki muhatabının bir araya gelerek mücadeleyi ortaklaştırmasından geçer.
Burjuvazinin öğrenci gençliğe dönük ideolojik bombardımanının en güçlü panzehiri öğrenci hareketinin başta eğitim emekçileri olmak üzere işçi sınıfıyla el ele vermesidir. Tarih bize güçlü bir sınıf hareketinin varolmadığı koşullarda devrimci bir öğrenci hareketinin de oluşamayacağını göstermiştir. Bugün kavranması gereken en önemli nokta budur. Bu gerçekliği kavrayamayıp sınıf mücadelesinden bağımsız bir öğrenci hareketi düşlemek gibi hoş ama boş hayaller peşinde koşanlar, eninde sonunda ya burjuva liberalizmine teslim olurlar ya da gittikçe marjinalleşmeyle yüzyüze kalırlar. O halde burjuva eğitim sistemine ve onun en gerici ifadesi olan YÖK’e karşı verilecek mücadelenin bağımsızlaştırılmak bir yana öncelikle işçi sınıfının mücadelesiyle bağlarının kurulması gerekiyor.
18 Aralık 2003
[Anasayfa'ya Geri Dön] [Gündem/Analiz Sayfasına Geri Dön]
Ayrıca bakınız:
•             YÖK'e de YEK'e de Hayır (6 Kasım 2003)
•             Temel Görüşlerimiz ve Platformumuz


________________________________________
[1] Dönemin cumhurbaşkanının Org. Kenan Evren olduğu hatırlanırsa YÖK’ün işlevi daha iyi anlaşılacaktır.
[2] ÜAK (Üniversitelerarası Kurul) ilk kez 1946’da oluşturulmuş bir kurumdur. İlk haliyle kurul üyelerini üniversiteler kendi bünyelerinden seçiyorlardı ve kurul üniversitelerdeki en üst düzey idari organ olma fonksiyonuna sahipti. Daha sonra 1973’te çıkan bir kanun ile kurulun görevleri arasına üniversiteler ile ilgili her türlü düzenlemeyi, koordinasyonu, kanun tasarılarını ve yönetmeliklerini düzenlemek de katılmıştır. Ancak 1981’de çıkartılan yüksek öğretim kanunu ile birlikte kurulun yönetsel işlevi son bulmuş ve akademik bir organa dönüştürülmüştür. O yıllarda askeri cuntanın iktidarını pekiştirmek için bir anlamda tenzil-i rütbeye tâbi tuttuğu bu organ, şimdilerde AKP hükümeti tarafından tekrar eskisi gibi bir işleve kavuşturulmak istenmektedir; bu kez de YÖK’ün lağvedilmesiyle...
                 
   ******
Öğrenci Neden Ders Çalışmaz?
Bir yıLda ders çalışabiLmemiz için 365 gün var.
52 gün pazarLarı kaLdırırsak 313 gün kaLıyor.
Yazın havaLarın çaLışmak için çok sıcak oLduğu 50 gün var, yani geriye 263 gün kaLıyor.
Her gece ortaLama 8 saat uyuyoruz bir sene için düşünürsek saatLer 122 gün yapar.Geriye141 gün kaLır.
Kendimize her gün 1 saatcik zaman ayırsak 15 gün daha azaLır.KaLdı 126 gün.
Her gün yeme içme için 2 saat harcarsak 30 gün gidiyor, 96 günümüz kaLıyor.
İyi bir öğrenci dışarı çıktığında sadece 2 saat gezip tozmaya harcasa, yılda 92 gün eder, geriye sadece 4 günümüz kaLır.
Ee sonuçta bizde insanız 3 gün de hastalanırız, geriye 1 günümüz kalıyor.
Aaa!.. Tesadüfe bakın o gün de doğum günümüz..
*****
OKUL BAŞARISIZLIĞINDA AİLENİN ROLÜ
İki – üç gün önce çocukların okul hayatında bir dönemi daha arkada bıraktık. Kimi anne - babalar heyecanla, kimileri ise kaygı ile çocuklarının karnelerini bekledi. Bazıları karneyi ellerine aldıklarında sevindi, bazıları üzüldü, bazıları ise öfkelendi. Başarı Kavramı Görecelidir
Karne, bir çocuğun okul başarısının/başarısızlığının en somut göstergelerinden biridir. Ancak başarının değerlendirilmesi her çocuk açısından farklı ele alınmalıdır. Her dönem karnesinde 3-4 zayıf getiren bir öğrenci son aldığı karnede hiç zayıf not getirmemişse ve diğer ders notlarını yükseltmişse, bu onun için önemli bir başarıdır. Bu öğrenciyi takdir etmek için illaki onun Takdir Belgesi almasına gerek yoktur.
Çocuğun okul başarısızlığı birden fazla faktöre bağlıdır. Çocuğun fiziksel, zihinsel ve duygusal olgunluğu...vs bireysel faktörler arasında yer alır. Ebeveyn tutumları, aile ilişkileri, evin fiziki koşulları...vs ev ortamı ve aileden kaynaklanan faktörleri; okul araç gereçlerinin yeterliliği, sınıf mevcudu, öğretmenin sevilip sevilmemesi...vs okul ortamı ve öğretmenden kaynaklanan faktörleri oluşturur. Uzun süreli hastalık, çevre değişikliği, bir yakının kaybı gibi durumlar dışsal faktörlere örnek verilebilir. Bu faktörlerin her birisi ayrı öneme sahip olmakla birlikte, biz burada bugün, sadece ev ortamı ve aile faktörünü ele alacağız.
Okul Başarısına Hayati Önem Atfetme
Bir çok ebeveyn için çocuğunun başarılı bir öğrenci olması oldukça önemlidir. Bunun için ellerinden geldiğince maddi-manevi bütün imkanları sağlarlar. Böyle de olmalıdır zaten, buraya kadar sorun yok. Bunu sorun haline getiren ebeveynin en önemli derdinin bu olmasıdır. Her ne kadar anne–babalar öyle olmadığını söyleseler de farkında olmadan çocuklarına verdikleri mesaj tam da öyledir. Çocuğu okuldan geldiğinde ona ilk sorduğu soru okulda ne öğrendiği, sınavdan kaç aldığı, ödevinin ne olduğu olan ya da çocukla ilgilenmek deyince bütün gün onunla ders çalışmayı, ödev yapmayı anlayan, çocuğa vereceği her ekstra şeyi alakalı olsun ya da olmasın okuldaki başarısına bağlayan bir ebeveyn, ister istemez çocuğuna derslerinin kendileri için her şeyden daha önemli olduğu mesajını vermektedir. Halbuki çocuk okuldan döndüğünde önce, annesinin onu ne kadar özlediğini duymayı, arkadaşlarıyla nasıl vakit geçirdiğini sormasını istemektedir. Anne-babası ile birlikte geçirdiği zamanın sadece ders vaktini değil, kendisinin hoşuna giden oyun ve aktiviteleri de içermesini ve ebeveyninin de bu durumdan memnun olmasını beklemektedir. Hepsinden önemlisi, derslerinde başarısız olsa bile anne babasının sevgisinden emin olmak istemektedir.
Bir çocuk için sevilmenin koşula bağlı olması kadar zor bir durum neredeyse yoktur. Ebeveyn çocuğun diğer sıkıntıları ile ilgilenmeyip, tamamen derse yoğunlaşırsa çocuk derslerinde başarısız olursa sevilmeyeceğini düşünür. Bu ise çocuğun benlik saygısını düşürür. Değersizlik ve yetersizlik hislerini yaşamasına neden olur.
Ebeveynin okul başarısını gereğinden fazla önemsediği durumlarda çocukta olası iki davranış şekli baş gösterir. Çocuk ebeveynin sevgisini kaybetmemek korkusuyla derslerine daha fazla özen gösterebilir belki ama diğer taraftan da kaygı oranı yükseleceği için ders çalışmak eziyet haline gelebilir, hatta çalışsa bile sırf kaygısından dolayı başarılı olamayabilir. Diğer davranış şekli ise pasif saldırganlıktır. Yani çocuğun bilerek faaliyette bulunmamasıdır. Çocuk derslerini aşırı önemseyen anne-babasından intikam almak isteyebilir. Bununla aktif bir şekilde mücadele edemez ve yıl sonu zayıflarla ya da düşük notlarla dolu karnesini “seve seve” ebeveynlerine sunar. Buradan ebeveynlerin çocukların dersleri ile ilgilenmemeleri gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Bilakis, ilgilenmelidirler. Ancak tek ya da öncelikli ilgilendikleri konu bu olmamalıdır. Anne okuldan gelen çocuğu ile önce hoş-beş etmeli; sıkıntılarını, sevinçlerini paylaşmalı daha sonra ödev ve ders konusu ile ilgilenmelidir. Ailenin geleceğe yönelik tatil, ödül, ceza... vs gibi plan ve programları tamamen ders ekseninde yapılmamalıdır. Aksi halde bu, çocuğun omuzlarına büyük bir yük yüklemek olur. Zayıf getirmezse oğluna bisiklet alacağını söz veren baba zayıf getirdiği takdirde tutarlı olmak adına bisikletini almayabilir belki ama konu orada kapanmalıdır. Çocuk tatilden mahrum bırakılarak ya da tatili zehir edilerek uzatılmamalıdır. Bu duruma çocuk ile birlikte çözüm aranıp, bir daha ki dönem için çocuk motive edilmelidir.
Okul Başarısına İlgisiz Kalma
Bu, yukarıda bahsettiğimizin tam tersi bir ebeveyn tutumudur. Anne-baba çocuğun ders ve ödevlerine karşı ilgisiz davranır. Çocukta bu durumda okul başarısının önemli olmadığı gibi bir algı oluşur ve okulu ve başarılı olmayı önemsememeyi ebeveyninden öğrenir. Bazı durumlarda ise çocuk başlangıçta başarılı olmak için çabalamaktadır. Ancak başarıları ebeveyn tarafından görülmedikçe ya da görülse bile takdir edilmedikçe, çocuğun ders konusunda motivasyonu düşer ve yine derslerini önemsemeyen bir çocuk tablosu karşımıza çıkar. Bir grup ebeveyn ise çoğunlukla çocuğun okul durumu ile ilgilenmeyip sadece sınav ya da karne dönemlerinde üzerine düşer. Bu durumda da sonuç diğerlerinden farklı değildir.
Yaşadığımız dönemde, ebeveynlerin çocuğun okul başarısına kayıtsız kalma gibi bir lüksleri bulunmamaktadır. Çünkü bu, çocuğun okula olan ilgisini azaltır ve çocuk, vaktinden önce farklı alanlara ilgi duymaya başlar. Bu da onun her alandaki –zihinsel, fiziksel, duygusal, sosyal - sağlıklı gelişimine engel olabilir.
Kıyaslama
Ebeveynler zaman zaman motivasyonu arttırmak adına çocuklarını arkadaşları, kardeşleri ya da kendileri ile kıyaslamaktadırlar. Kıyaslanan çocuk kıyaslandığı kişi konusunda kompleks geliştirebilir, ona öfke duyabilir ve ilişkisi bozulabilir. Daha da önemlisi benlik saygısı düşebilir. Kıyaslayan kişiye duydukları öfke de bunun ekstrasıdır. Anne-babalar çocuğu illa birileri ile kıyaslamak istiyorlarsa çocuğun kendisi ile kıyaslamaları en sağlıklı ve motive edici olanıdır. Kendi başarı çizgisinde önceki zamanlara göre nerede olduğuna dikkat çekmelidirler. Öncekine göre ilerideler ise zaten sorun yoktur. Gerideler ise de sorun yoktur. Çünkü daha önceden kendisinin bir şeyi başarabilmiş olduğunu görmek çocuğun kendine güvenini ve dolayısıyla motivasyonunu arttırır.
Özetlemek gerekirse;
çocuk okul başarısı için motive edilmeli, çocuğun okul başarısı ile ilgilenilmeli. Ancak bu ilgiyi gösterirken denge gözetilmeli. Ayrıca her çocuk kendi potansiyeline göre değerlendirilmelidir. Çocuğun başarısında ebeveynin beklenti düzeyi değil, çocuğun kapasitesi baz alınmalıdır. Ortada bir başarısızlık söz konusu ise önce onun nedeni bulunmalı ve çocuğa kızmak yerine birlikte çözüm üretilmelidir. Bir sonraki hafta, bu konuyla ilgili genel olarak sorulan sorulara cevap verilecektir.
Görüşmek üzere.

Psikolog Canan Cantürk





** Tokat Gerçek
Eğitim Bir Sen de isyan etmiş! Bazı haber sitelerinde yer alan bu haberde Eğitim Bir Sen‘in Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den duyduğu rahatsızlık dile getirilmekte ve “Ömer Dinçer bizi üzdü” denmekte… Eğitim Bir Sen Ömer Dinçer’e isyan eder mi? Eğitim Bir Sen, hükümete yakınlığıyla bilinen, bunu sık sık ifade etmekten kaçınmayan, Ömer Dinçer’in çalışmalarını olumlu bulduklarını açıklayan, dahası 4+4+4 ile arapsaçına dönen eğitim sisteminin proje sahibi olduklarını açıklamaktan kaçınmayan bir sendika… Ömer Dinçer’in hayata geçirdiği her uygulamanın “sivil toplum” ayağındaki destekçisi imajı çizen Eğitim Bir Sen‘in son zamanlarda bazı sıkıntıları bulunmakta. Eğitim Bir Sen tarihsel misyonunu yerine getirirken doğal olarak çalışanlardan büyük tepki toplamış, katkı sundukları uygulamalardan mağdur olan öğretmenlerden ve üyelerinden ciddi olumsuz dönüşler almıştı. İlk Akla Gelenler…
Hatırlanacağı gibi bir sendika olarak 1 Mayıs meydanlarına çıkmamanın tepkisini kırmak adına alanlarda yer alan Eğitim Bir Sen, içgüdülerine yenik düşmüş ve 1 Mayıs kürsüsünde hükümet yetkilileriyle el ele kol kola fotoğraf vermişti. Bu da yetmezmiş gibi hükümetin her toplantısında, çalışmasında protokol olarak yerini almaktan çekinmemişti.
Eğitim Bir Sen toplu sözleşme masasında üyelerinin beklemediği kararlara imza atmış, bu süreçte de üyelerini “ek ödeme namusumuzdur” gibi ifadelerle “idare” etmeyi başarabilmişti.
4+4+4 ile ilgili süreçte sadece din derslerinin durumundan yola çıkarak her türlü olumsuzluğu görmezden gelmiş, üyelerine “herşey çok güzel olacak” diyerek bakanlığın da dediği gibi “sabırlı olmayı” önermişti. Bunun sonucunda okul dönüşümleri, 60 aylık çocuklar, norm fazlası, alan değişikliği, kalabalık-yetersiz sınıflar gibi çeşitli sorunlar karşısında sessiz kalmıştı. Hatta bunca sorun karşısında bile çıkıp “4+4+4 bizim projemizdi” diyebilmişti.
Her Zaman Bakanın Arkasındayız! Eğitim Bir Sen, her türlü taleplerinin hükümet tarafından hızla karşılanması sonucunda bakana hürmetini “Ömer Dinçer’in arkasındayız” açıklamalarıyla gösterirken, gelebilecek tepkileri kırmak adına da açıklamalarına “tüm olumsuzluklara rağmen…” ifadesini eklemeyi ihmal etmemişti.
Eğitim Bir Sen Üye Kaybediyor Eğitim Bir Sen, Aktif Sen‘in kurulmasından ve üyelerinin taleplerine yanıt verememesinden dolayı ciddi bir üye kaybına uğrarken “sivri” açıklamalar yapmanın zamanı geldiğini düşünmüş olacak ki açıklamalarındaki ifadeleri sertleştirmeye başladı. “Bakan sabrımızı taşırmasın, bakan tepkimizi ciddiye alsın, bakan hatalı işler yapıyor, bakan doğru bir işi yanlış yolla yapıyor” gibi mağdur öğretmenin hoşuna gidecek ifadeleri kullanmayı arttırdı. Hatta son açıklamalarında, yakın zamanda tüm memurları etkileyecek “iş güvencesinin kaldırılması” konusunda da zehir zemberek açıklamalarda bulundu. Fakat hafızamız bizi yanıltmıyorsa “devlet memurluğu güvencesinin kaldırılması” teklifinin de hükümete yine Memur Sen tarafından götürüldüğü bizzat açıklanmıştı.
Dolayısıyla toplumun bazı hassasiyetlerini merkeze koyarak sadece bunlar üzerinden çalışmalar yapmak belki bir kesimi mutlu ederken, sendikanın, özlük hakları, meslek onuru, nitelikli eğitim gibi gerçek görevlerini gözardı etmesi doğru sonuçlar doğurmamakta. Üyeler Ne Diyor? Hangi Eğitim Bir Sen‘liye dokunsak şikayet üzerine şikayet işitmekteyiz. Kimi norm fazlası, kimi okulundan-sınıfından ayrılmış, kimi uğradığı hakaretten, kimi ek ödemeden-maaş zammından, kimi kalabalık sınıfından, kimi yersiz inceleme-soruşturmadan şikayetçi… Mağdurlar sürekli eleştirmekte fakat kimsenin dili henüz bakanlığı ya da Eğitim Bir Sen‘i eleştirmeye varmıyor. Yakınanlar henüz bazı gerçeklerle “yüzleşmeye” cesaret edemiyor. Ayağına taş değen herkes taşa sinirleniyor ama o taşı oraya kimin koyduğunu henüz düşünmüyor. Eğitim günden güne bakanlığın ve destekçilerinin uygulamalarıyla içinden çıkılamaz bir yola doğru gidiyor. Her şey için çok geç midir? Geç olmayabilir… Peki çözüm? www.egitimciyiz.com