7 Nisan 2012 Cumartesi

MHP Merkezindeki Adam: ALİ YURTASLAN'IN İTİRAFI-

http://www.turktoresi.com/viewforum.php?f=101&start=50
DOGU PERİNÇEK'İN İTİRAF ÜZERİNE AYDINLIK GAZETESİNDE ÇIKAN BAŞ YAZILARI

KARAKOL KAFASI VE DEMOKRATİK ANLAYIŞ


ÜGD Hukuk Masası Başkanı ve MHP'nin illegal Cezaevleri İşleri Sorumlusu Ali Yurtaslan, binbir zahmet ve izlemeden sonra yakalanmış değil. Kendi ayağı ile geldi ve Türkiye İşçi Köylü Partisinin kapısını çaldı.
Ali Yurtaslan, günlerce süren elektrik işkencesi ve falaka ile konuşturulmadı. Son derece nazik karşılandı ve her şeyi kendi isteğiyle anlattı. Açıklamaların güvenilir yanı buradadır. İtiraf işkenceyle alınmamış, gönüllü olarak yapılmıştır.

Ali Yurtaslan olayı, demokratik mantık ve yöntemin, karakol mantığı ve yöntemi karşısındaki son zaferidir.
Bugüne kadarki iktidarların mantığı, karakol mantığıydı. Sanırız bu anlayışın iflas ettiği konusunda artık bir görüş birliği oluşmuştur.
Türkiye İşçi Köylü Partisinin tutumu ise, gerçeğe dayanmak, terör odaklarına karşı kesin bir tutum almak, sorunun çözümünde halka güvenmek olmuştur. Bu siyaset, hem Moskova'nın kışkırttığı hem de MHP'nin yönettiği terör odaklarına karşı başarılı olabileceğini defalarca kanıtlamıştır.
Polisin yetkilerini istediğiniz kadar artırınız, yüzlerce panzer, makineli silah, en modern telsizler alınız, gene bu kanlı gidişi durduramayacaksınız! Çünkü sorun, karakol kafasıyla ve zaptiye tutumuyla çözülemeyecek kadar çetrefillidir!

Devlet cinayet işleyenleri aramak, bulmak ve "konuşturmak" için binlerce görevliyi seferber etmekte, milyarları harcamakta, fakat bu terör örgütlerini açığa çıkaracak insanlar kendisine başvurduğu zaman, kapıyı yüzlerine kapamaktadır. Ali Yurtaslan, ülkücü örgütlerce yok edilme tehlikesi içinde devlete başvurmuş fakat ortada bırakılmıştır. Ne ilginçtir, daha önce itirafta bulunan Ömer Tanlak da, ilkönce devletin kapısını çalmış, ancak ilgilenilmediği ve korunmadığı için Türkiye İşçi Köylü Partisine gelmiştir. Devletin yapmak istemediğini, TİKP yapmaktadır.
Terör örgütlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmek isteyenler, devlete güvenmiyorlar, fakat Türkiye İşçi Köylü Partisine güveniyorlar. Bu işte devlet açısından bir sakatlık vardır. İktidarlar, bugüne kadar terör odaklarından birine kanat germişlerdir. CHP, Moskovacı terör örgütlerini koynuna almış, AP ise MHP'nin cinayet şebekelerine devletin en mahrem yerlerini açmıştır.

Bu durumda, Ömer Tanlaklar, Adnan Özçiftçiler, Ali Yurtaslanlar ve sırada olan diğerleri, nasıl güven duyacak ve devlete başvuracaklardır? MHP'nin cinayet örgütlerinin kara listesine girmeyi göze alan ve her şeyi anlatacak kadar onlarca, hatta yüzlerce insan vardır, fakat bunlar kime gideceklerdir? Hepsi de teşkilat içindeki deneyleriyle biliyorlar ki, polise başvurdukları zaman belki de kapıyı onlara MHP'ye bağlı bir "görevli" açacaktır. Ya da daha sonraki aşamalarda böyle bir görevliye toslayacaklardır. Canlarını pazarda bulmamışlardır.

Niçin böyle oluyor? Devlete düşen görevi, bugün niçin Türkiye işçi Köylü Partisi yapmak zorunda kalıyor? Bu, ne zamana kadar böyle devam edebilir?
Bir kere devlet, terör odaklarının adını cesaretle belirlemek, onların kendi içindeki yuvalarını temizlemek, hem güvenlik örgütünü hem de silahlı kuvvetleri terör odaklan konusunda eğitmek ve doğru anlayışlarla donatmak zorundadır. Bunu başarmak, ancak açık siyasetlerle olur. Devlet, en başta terör odaklarını gökyüzündeki esrarengiz merkezler ola-rak göstermeye son vermelidir. Onların devlet örgütündeki mevzilerini dağıtmanın şartı da budur.
İkincisi, terör örgütleri ile halk arasına kesin bir sınır çekilmelidir. Bugün benimsenen "Balığı yakalamak için suyu kaynatma" anlayışı, yangının üzerine benzin dökmektir. Canileri yakalamak iddiasıyla halka baskı yapmak, onlarca yeni terör eyleminin tohumlarını serpmekle birdir. Nitekim böyle olmaktadır. Belki birkaç tanesi yakalanmakta, fakat teröre karşı mücadelede en sağlıklı güçler, yani halk karşıya itilmektedir. Sonuç, devletin bir körebe gibi karanlığa saldırması ve kendisini alayla seyredenleri yakalamak için boşuna koşturmasıdır.

Demokrasiye gerçekten sarıldığınız zaman, sorun şu kadar basittir:

Karakol kafasına son verilmelidir!
Gerçekler cesaretle saptanmalıdır!
Halkın desteğini kazanmak için özgürlük siyaseti ilan edilmeli ve uygulanmalıdır!

Cinayetlere asli fail olarak katılmayıp pişman olanlar, bildiklerini anlattıkları taktirde korunmalı, böylelerinin can güvenlikleri sağlanmalıdır!
Kabaca bu siyasetler benimsendiği zaman, terör örgütlerinin çorap söküğü gibi çözüldükleri görülecektir. Ancak bunları yapabilmek için, Türkiye İşçi Köylü Partisi örneğinde olduğu gibi, her iki terör odağıyla da girdiniz çıktınız olmamalı, onlara karşı kesin ve kararlı bir tutum almalısınız.
(31 Temmuz 1980, Aydınlık)

NİÇİN TİKP'YE GELİYORLAR?

Bugüne kadar Aydınlık, eski ülkücülerden Ömer Tanlak, Adnan Özçiftçi ve son olarak da ÜGD Hukuk Masası Başkanı Ali Yurtaslan'ın itiraflarını yayınladı. Bazı eski ülkücüler ise, isimlerini açıklamaktan korktular, "Benim anlattığım belli olmayacak şekilde ve ölçüde yayınlayın" dediler ve öyle yapıldı.
Birçok ülkücü, kanlı cinayet şebekesinin ağından kurtulmak istemekte, fakat bocalamaktadır.

Demek istediğimiz şudur:

Eğer can güvenlikleri sağlanır ve bu konuda güvence verilirse, MHP'nin işlediği suçlan ortaya dökecek olan insanların sayısı tahmin edemeyeceğiniz kadar çoktur.
Çeşitli eylemlerden ve deneylerden geçerek belli bir noktaya gelmiş olan ülkücü günün birinde bir cinayet emriyle yüz yüze gelmektedir. Belki de o, işin buraya kadar varacağını düşünmemiştir bile. Şimdi uçurumun kenarındadır. İsteneni yapsa, bunun sonuçlarını omuzlayamayacaktır. Yapmasa, MHP tarafından ortadan kaldırılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü artık çok önemli bir sırrı taşımaktadır. Ya eşikten adımını atacak ve bundan sonra hayatı peş peşe cinayetler işlemek olacaktır, ya da kendisini bu beladan kurtaracak ve canını koruyacak bir sığınak bulacaktır. İşte bu noktada akla ilk gelen devlet olmaktadır. Ama devlet sahip çıkmayınca, Türkiye İşçi Köylü Partisinin kapısı çalınmaktadır.

Birçokları sormaktadır: İtirafta bulunmak isteyenler, niçin Türkiye İşçi Köylü Partisine geliyorlar da, başka bir solcu örgüte gitmiyorlar? Aslında bu soruya en iyi cevap verebilecek olanlar, itirafta bulunanlardır.

Ancak biz onların anlattıklarını da dikkate olarak şunları söyleyebiliriz:

—TİKP, MHP'nin karşısına ciddi ve mücadeleci bir örgüt olarak dikilmektedir. Bu konuda kelleyi koltuğa alanlara güven vermektedir. İtirafta bulunmak, ölümü göze almak demektir. Çünkü "davadan dönenin vurulacağını" ülkücülüğün alfabesinden öğrenmişlerdir. Ali Yurtaslanlar, "solcu" olduğunu söyleyen ne idüğü belirsiz, başıbozuk örgütlere nasıl güvensinler? Bu örgütlerin içinde çeşitli karanlık güçlerin cirit attığı her ciddi insanın malumudur.
—TİKP dışındaki bir örgüte gitseler, nasıl karşılanacakları konusunda kuşku ve kaygıları vardır. Büyük bir ihtimalle işkence göreceklerini ya da öldürüleceklerini düşünmektedirler. Bu kaygılarında haklıdırlar da. Çünkü "sol" maskeli çeteler, işkence yapmakta ve kolayca idam kararı vermektedirler. Oysa TİKP, MHP'ye hizmet etmekten vazgeçenlere fırsat tanımakta ve onları cesaretlendirmektedir.
—MHP'nin elinden kurtulmak isterken, MHP benzeri başka bir örgütün eline düşmekten korkmaktadırlar. Orada kendilerine verilecek görev, Ülkü Ocaklarındakinden pek farklı olmayacaktır. Yakayı kaptırdıktan sonra bu kez de onların emirlerini yapmak zorunda kalacaklardır.
—TİKP, bu konuda denenmiş, sınanmıştır. İtirafta bulunanlara bir şey olmamıştır, örneğin Ali Yurtaslan, TİKP'ye başvurmak düşüncesini kafasından geçirdiği halde, uzun süre Ömer Tanlak'ın ne olacağını beklemiştir. Ömer Tanlak ölmemiştir. Öyleyse TİKP'ye güvenmek gerekir.
132
—Türkiye İşçi Köylü Partisinin güçlü yayın imkanı vardır. MHP'ye darbe indirebilecek biricik sol parti O'dur. Açıklamaları bütün kamu-ovuna en iyi şekilde TİKP duyurabilir.
—TİKP, biraz da sınama-yanılma yöntemiyle bulunmuştur. Başka partilerin kapısı hiç çalınmamış değildir. Ama, onların MHP'ye karşı kararlı ve cesaretli bir mücadeleden yana olmadıkları deneyle görülmüştür. Başvuranlara sahip çıkılmamıştır.
İtirafta bulunmak isteyenlerin neden TİKP'ye geldiklerini anlamak için, onların durumlarını ve ruh hallerini kavramak gerekir.
En önemlisi, itirafa karar veren insan artık MHP'yi can düşmanı olarak görmektedir. Kendisi hakkında ölüm kararı verileceğini adı gibi bilmektedir. MHP'ye meydan okumakta ve sıradan bir solcudan çok daha kesin bir biçimde MHP ile ölüm-kalım mücadelesine girmektedir. Bu durumda sahipsiz kalmak ölümle birdir. Öyleyse MHP karşısında güvenilir ve ciddi bir örgüt bulmak hayati önemdedir. Bugüne kadar toplumumuzda MHP'yi ve devlet içindeki faaliyetlerini kararlı ve başarılı bir şekilde açığa çıkaran örgüt TİKP olmuştur. TİKP, bu işi mesele edinmiştir. Gelen her insanı, her bilgiyi değerlendirmiştir. O zaman kapısı çalınacak örgüt, TİKP'dir.

Sırada daha birçok ülkücü vardır. Ömer Tanlak m cesareti, Adnan Özçiftçi'yi yüreklendirmiştir. Ömer ve Adnan'ın çıkışları, Ali Yurtaslan'ın kararında etkili olmuştur. İtiraf, tabandaki ülkücülerden adını adım MHP'nin merkezine doğru tırmanmaktadır. En son itirafta bulunan Ali Yurtaslan, Türkeş'le değerlendirme toplantılarına katılıyordu ve merkezi bir görev üstlenmişti. Bundan sonraki itirafçı, Türkeş'in daha yakınından olacaktır. Gerici ve zorba olan her çetenin sonu budur.
(2 Ağustos 1980, Aydınlık)

KENDİ KENDİNİ SANSÜR

Okuyucularımız soruyorlar:

Ömer Tanlak, Adnan özçiftçi ve Ali Yurtaslan'ın İtiraflarını, Kontrgerilla dizisini ve "MHP Dosyası" gibi olay yaratan belgeleri, niçin Aydınlık gazetesi yayınlıyor da diğer büyük gazeteler yayınlamıyorlar?
Aslında Aydınlık, bu yayınlardan hiç birini tekelinde tutmak istememiştir. Babıali'de kötü bir rekabet anlayışı vardır. Özel bir haber yakalayan gazete, diğerlerini atlatmaya çalışır. İsterki. o haber yalnız kendi gazetesinde çıksın. Çünkü sorun halkı aydınlatmak, gerçekleri en geni? halk yığınlarına duyurmak değil, daha fazla satmak, rakipleri altetmektir. Kapitalist felsefe, basına böyle yansımaktadır. Bu konu üzerinde ayrıç? durulmaya değer. Yalnız şu kadarını söyleyelim: Aydınlık çıktığı günden beri Babıali'nin bu kuralına uymamıştır.

Halkın bilmesi ve öğrenmesi gereken haberleri kendine saklamamış diğer gazetelere de ulaştırmış, gerçekleri elbirliğiyle yaymayı önermiştir.
Nitekim gerek Ömer Tanlak'ın ve Adnan Özçiftçi'nin gerekse Ali Yurtaslan'm açıklamalarını avucumuzda saklamadık. Basın toplantıları yaparak fotoğraflarıyla birlikte diğer gazetelere verdik, özel görüşmeler yaparak birlikte yayın yapmayı önerdik.

Ali Yurtaslan'ın açıklamalarına bir tek Demokrat gazetesi yer verdi. Sayın örsan öymen ise köşesinde değindi. Gazeteler bu olayı yok saymayı yeğlediler.
Babıali basını, terör olayının köküne inmek istemiyor. Bu konuyu mesele edinmiyor, önemli insanlar öldürüldükten sonra, büyük gazetelerin birinci sayfalarında "Ne Zaman Uyanacaksınız", "Yeter Artık", "Birleşmeye Çağrı", "Sıra Sizde Sayın Liderler", "Türk Ulusu Bu Oyuna Gelmeyecek" türünden çerçeveli, büyük harflerle dizilmiş yazılar çıkıyor. Dikkat ediniz, bunlar pabuç gibi büyük başlıkları olan fakat içi boş, sade suya tirit yazılardır. O yazılar da gösterir ki, bu gazeteler aslında teröre karşı mücadele davasının sahibi değillerdir. Hükümete yüksek perdeden laflarla yüklenirler. Muhalefeti göreve çağırırlar. Anayasal kurumlara firaklı "devlet kurtarma" çağrıları yaparlar. Ama bu yazılarda somut bir hedef, elle tutulur bir öneri göremezsiniz. Söyledikleri palavradır.
Somut bir yayın yapmak, gerçekleri cesaretle açıklamak, bu gazetelerin yönetim organlarının gündemine hiç gelmez değil elbetti. Ama bu tür öneriler kenara itilir.

Gerekçeler üç aşağı beş yukarı şunlardır:

—Sonra MHP'nin hedefi haline geliriz.
—Sıkıyönetim ne der?
—Hükümetle (ya da ana muhalefetle) aramız açılır.
—Bizim gazetenin çizgisine uymaz.
—Falanca firmadan aldığımız ilanlar kesilir.
Geçende Sayın Çetin Altan'ın bir yazısı vardı. Sokağa ve sokağın yargılarına önem vermemek Osmanlıdan mirastır diyordu. Ortaçağ kafasından kurtulmadığımız için, bizde halkın önemi yoktur. Sorunların çözümünü hep halkın dışında düşünürüz. Terör sorunu mu vardır, bunu çözecek olan polistir, en fazla hükümetin işidir. Her şeyi yukardan aşağıya çözmek yanlısıyızdır vesselam! Gazetelerin anlayışı da budur.

Halk neyi öğrenmelidir, halkın dikkati hangi sorunlar üzerinde yoğunlaştırılmalıdır? Bu sorulara Babıali basınının verdiği cevap bellidir. Yayınlar meydanda. Onlara göre halkın ilgilenmesi gereken konular, Farah Diba'nın inci gerdanlığı, Maria Callas'ın masörüyle sevişmesi, Kaşıkçı'nın karısının babası belirsiz çocuğudur.

Ülkemizin olağanüstü bir dönemi yaşadığını her gazete yazıyor. Acaba basın, bu olağanüstü döneme uygun bir tutum içinde midir? Gazeteler iktidarı ve muhalefeti suçluyor ve olağanüstü bir tavır almaya çağırıyorlar. Ama iğneyi kendine batırmak, basınımızın aklına gelmiyor.

Açınız gazetelerimizi. Beş yıl, on yıl öncesinin gazetelerinden ne farkları vardır? Altı ayda binden fazla insan öldürülen bir ülkenin gazetelerine benziyorlar mı? İri iri başlıklara aldırmayınız, aslında öz olarak istiflerini bozmamışlardır. En önemlisi: Terör odaklarıyla girdileri çıktıları vardır. En etkili ve en tehlikeli sansürün kaynağı da budur.
(4 Ağustos 1980, Aydınlık)

KILLARINA BİLE DOKUNAMAZSINIZ

Dünkü Hergün telaştan ne yapacağını şaşırmış, İtirafları yayınlanan Ali Yurtaslan'ı saklandığı evde öldüreceğimizi, sonra da bunu MHP'ye yükleyeceğimizi yazıyor. Hatta sloganını bile hazırlamışız: "Buldular, vurdular" diyecekmişiz.
Alileri "bulmak ve vurmak" bizim değil MHP'nin meselesidir. Bizim meselemiz tam tersine Alileri çoğaltmaktır. MHP, İtirafta bulunanları bulup vuramayacaktır, fakat biz onları çoğaltacağız. Hiç kuşkunuz olmasın.
Hergün gazetesi, aynı zırvaları Ömer Tanlak ve Adnan özçiftçi'nin İtirafları sırasında da ileri sürmüştü. Aslında onlar, kendi niyetlerini ortaya koymaktadırlar. Ellerine geçirseler ve güçleri yetse, bu üç cesur genci de ortadan kaldıracaklardır.
Ömer, Adnan ve Ali, ölümü göze aldılar ve MHP'nin zorbalığından kurtulmak isteyen Türkiye halkına çok değerli bir hizmette bulundular. Onların arkasında bugün Türkiye halkı bulunmaktadır. İç barış ve demokrasiden yana olan güçler en başta da devrimciler, bu gençleri MHP' ye yedirtmeyeceklerdir. Ömer'in, Adnan'ın ve Ali'nin sağlık haberlerini önümüzdeki günlerden itibaren sizlere sürekli olarak vereceğiz.
Daha önemlisi, daha sırada nice Ömerler, Adnanlar ve Aliler vardır. Kazanın dibi çıkmıştır. MHP'nin uçurumun kenarına ittiği gençler birer birer ayılmakta ve bize başvurmaktadırlar. Gün gelecek, gerçekleri açıkladıkları için MHP'nin kara listesine giren eski ülkücülerin sayısı, Türkeş' in etrafında kalan elebaşılardan fazla olacaktır.
Son adımı atmakta duraksayan gençlere sesleniyorum:

Korkmayınız. Cesur olunuz. MHP, Ali Yurtasianları "ne bulabilir, ne vurabilir" Onların kılına bile dokunamaz! ölüm tehditleri sizleri yıldırmak ve cesaretinizi kırmak içindir. Cesur ve onurlu karan alanlar, onları yüzleri bulduğu zaman MHP'nin eli ayağı iyice birbirine dolaşacaktır. Türkiye'nin de sizlerin de bu beladan kurtulması için, vicdanınızın sesini dinleyin ve kararınızı verin. Sizleri ülkemizin geleceğine karşı suç işlemekten kurtaracak, gönül rahatlığına ve vicdan huzuruna kavuşturacak biricik çıkış yolu budur.
(10 Ağustos 1980, Aydınlık)

ÜLKÜCÜLERİN ELİNDEKİ YURTLAR VE BAZI OLAYLAR

Yurtları ele geçirmek, hem okullarda hem de semtlerde hakimiyet kurmak bakımından bizim için çok önemliydi, Niğde Yurduna ve Ahmetler bölgesindeki diğer yurtlara hakim olduktan sonra Cebeci, Topraklık, Kurtuluş gibi bütün civar senitlerde hakimiyet mücadelesine giriştik. Aynı şekilde Nenehatun Yurdundayken bütün Bahçelievler ve Emek bölgesinde terör estirdik.

Sadi Somuncuoğlu'nun Kardeşi Birçok Yeri Bombalattı

Niğde Yurdunda başkan, Yurt Müdürü Ali Işıklar idi. Bu aynı zamanda MHP Gençlik Kolları Genel Yönetim Kurulu üyesiydi. Müdür muavinlerinden biri Mustafa Şafak, diğeri ise Arif Görünmez idi. Arif, Fen Fakültesi Kimya Bölümü öğrencisiydi. ÜGD Ankara Şubesinde de görev yaptı. Müdür Muavini iken Aydın Efetürk'ü öldürmekten yargılandı. Niğde Yurdunda ülkücülerin başkanlığını bir ara Derviş Canlı yaptı.

Bu dönemde Cebeci-Topraklık-Türközü-Kurtuluş bölgesi başkanı olan Mahmut Somuncuoğlu'nun (Sadi Somuncuoğlu'nun kardeşi) planladığı bir çok bombalama olayı meydana geldi. Bu bombalama olaylarının çoğunda Ahmet Görünmez yer alıyordu. Ahmet Görünmez, halen Niğde Yurdunda kalır. Arif Görünmezin kardeşidir. Arif, Ahmet'in yerine imtihana girerek onun okula girmesini sağlamıştır.

Evler Bombalanıyor

Bir ara Niğde Yurdundan ayrılmayı ve yurdun civarındaki bir evde kalmayı düşündüm. Arkadaşlardan bana ev bulmalarını istedim. Bu sırada ülkücülerin buraya yerleşmesini sağlamak amacıyla bekarların kaldığı birçok ev bombalanıyordu. Benim isteğimle de Topraklık-Dedeefendi İncesu bölgesinde bazı evler bombalandı. Mesela 6 Haziran 1978'de Kıbrıs Cad. 54 no'daki ev bombalandı. Yine 9 Haziran 1978'de Kurtuluş'ta bir eve bomba atıldı. Bombaları atanlar Ahmet Görünmez, Dursun İnce ve Mahmut Somuncuoğlu idi. Ahmet bombalamaya katıldığını bana bizzat kendisi anlattı.



ALI YURTASLAN'IN SADİ SOMUNCUOGLU'NUN İDDİALARINA CEVABI:

NİĞDE'DE HÜCUM EMRİNİ SEN VERDİN!"

Faşizmi Koruma örgütü üyelerine ve ağababalarına cevaptır: 29 Temmuzdan beri susan ağababaları nihayet ağızlarını -açtılar ve önlerine her gelene kara çalmaya başladılar, önce benden hesap soracaklarını söylediler. Bunu, uşakları eski ÜYD Başkanı Hasan Çağlayan a yaptırdılar. Çağlayan, hiç kimsenin yaptığının yanına kâr kalmayacağını ve benden hesap soracaklarını kamuoyuna açıkladı. Peşinden Türkeş'in özel muhafızı ve benim adliyelerde yaptırdığım girişimler vasıtasıyla birçok tekzibini yayınlattırdığım, adı "tekzip makinası"na çıkmış eski pavyon kabadayısı aracılığıyla açıklamalarım konusunda yazı yazan köşe yazarlarını tehdit etti.

Tabii ki bu arada boş durmuyorlardı. Daha önce, ilk itirafçı Ömer Tanlak'ın basın toplantısındaki yazarlar hakkında düzenledikleri sahte evrak cinsinden evrak hazırlamaya başladılar. Birkaç gün önce kamuoyunda malum gazetenin her sahifesinde birer yazı ile kara çalma kampanyası başlattılar.

"Niçin 27 Gün Beklendi"

"En büyük bozkurt" Sadi'nin yaptığı basın toplantısında bu açıklamaların çeşitli yazarlar, siyasetçiler, polis şefleri ve MİT tarafından ortaklaşa hazırlandığını ve benim işkenceyle cezaevinden çıkartılma teklifiyle kandırılarak bu açıklamaları yapmak mecburiyetinde bırakıldığımı söylediler. Bu şekilde olduğuna dair, ellerine bir güvenlik görevlisi muhterem, bir belge vermiş. Ama bu belge daha yeni akıllarına gelmişmiş, gerekirse kamuoyuna açıklayacaklarmış. Her kimse o güvenlik görevlisi, haziranda böyle işler tezgahlandığını söylemişse de, niçin o zaman bir açıklama yapılmadı? Veya 29 Temmuzda Aydınlıkta başlayan yayın üzerine hemen açıklama yapılmadı da, niçin 27 gün beklendi? "En büyük bozkurt" ve yandaşları belli ki, yapılan yayınlar sonucu tarafsız devlet görevlilerinin yaptıkları soruşturmaları ve demokrat aydınların kendileri aleyhine başlattıkları kampanyayı görünce büyük bir telaş içerisinde düzmece evraklarla, birçoklarını tehditle bu vartayı atlat-mak istiyorlar. Bunu hiç bir zaman başaramayacaklar.

Türkiye aydınları artık MHP'nin karanlık yüzünü görmüştür. Tüm adli merciler soruşturmaya başlamıştır. Soruşturma sonuçlan açıklanmaya başlamıştır. Bu da benim açıklamalarımın doğruluğunun kanıtıdır.

"Gelelim Noterdeki Belgeye"

Gelelim noterdeki belgeye. Sadi efendi, bu belge acaba hangi noterdedir? Türkiye'deki tüm devlet daireleri, Sayın Adalet Partililer tarafından size kucaklarını açmış beklerken, noterlerin yansız kalması düşünülebilir mi? Çeşitli görevlileri satın alan sizler — ki, bu görevlilerin bir kısmını ben açıkladım— en sonunda Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bir yüzbaşının sizler tarafından satın alındığını açıkladı. Bir noteri mi aldatamayacaksmız, satın alamayacaksınız?
Noterlerin nasıl çalıştığını çok iyi bilirim. Bir belgeyi önceki tarihle resmileştirmek çok zordur. Bunun çeşitli cezai müeyyideleri vardır. Ayrıca noterlerin hepsi de yeminli adalet mensuplarıdır. Ama yine de bir evrakı önceki tarihle resmileştirmek imkansız değildir.

"Bu Noterler Benim İş Yaptırdıklarım Olmasın"

Yoksa bu noterler benim daha önce kontak kurduğum ve çeşitli işler yaptırdığım noter beyler olmasın? Bu noterlerle benim yaptığım bazı evrak sahtekarlıkları var. Mesela, kaçan bir MHP'liye veya gıyabında ceza almış MHP'lilere eski tarihle vekaletname çıkarttırmak gibi. Vekaletname nedir ki, istediğiniz zaman gidip çıkartırsın, denilebilir. Ama kazın ayağı öyle değildir. Bir kaçağa veya hükümlüye, kaçakken veya hükümlüyken vekaletname çıkartırsan,mahkemeye ibraz ettiğin zaman hakim ihbar etmedi^, -ı için seni suçlu bulur; sen onun kaçak olduğunu bilerek vekaletname almışsındır. Öyleyse sen de suç ortaklığı yapmış-sındır. İşte ben bazı noterlerde böyle işlemler yaptım. Bu işlemler daha önce adlarını saydığım MHP'li avukatlar adınadır. Bu noter, dediğim noterler olmasın sakın? Yani, Ankara Beşinci Noteri ve Ankara Üçüncü Noteri.

Ankara Beşinci Noteri Anafartalar Caddesi, Vakıf İşhanı Kat 1'dedir. Başkatibi ve katipleri MHP'ye çok yakındır. Mesela Başkatip Ahmet Bey, gözlüklü bir bayan katip, Katip Mehmet Bey burada çalışırlar. Ankara Üçüncü Noteri ise, Sümerbank karşısında Koçak Han Kat-1'de, yani bizim eski Hukuk Masasının, Av. Müştak Karabağ'ın yazıhanesinin bulunduğu handadır. Ayrıca Sayın Noter Bey Müştak Karabağ'ın bir hemşehrisidir.
Burak bu noterlerdeyse çok orijinal bir şey. Çünkü benim daha önce iş yaptığım kişilere beni vurdurmak istemektedirler. Benim bazı kişilerce hazırlanan evraka imza attığım lafına beni tanıyan her MHP'li bıyık altından gülmektedir. Siz bu iftiralarla hiç kimseyi kandıramayacaksınız.

Beni Cezaevinden MHP Avukatları Çıkarttı"

Benim cezaevinden çıkartılmam masalına gelince. Kimler tarafından çıkartıldığımı açıklayayım da ağababalar öğrensin. Benim avukatlarım Müştak Karabağ, Yalçın İlikli ve Sabahattin Şener'di. Daha önce de açıkladığım gibi üçü de MHP'li avukatlardır. Avukat Yalçın İlikli benim salıverilmem için Sıkıyönetim Savcılığına üç adet dilekçe verdi. Ayrıca cezaevinden kaçırıldığı söylenen Erdal Kabaoğlu'nun ifadelerinin fotokopisi, Yalçın İlikli tarafından Eskişehir ve Balıkesir'den Ankara Sorgu Hakimliğine getirilmiş, bu konudaki soruşturma dosyalarının tüm fotokopileri Ankara Sıkıyönetim Askeri Savcılığına sunulmuştur. Bunların hepsi askeri savcılıktaki dosyamda mevcuttur. Bu deliller sonucu suçsuzluğum anlaşılmış ve 16 Ocak 1980 günü Askeri Savcılığın yazısıyla salıverilmiştim.
İşte Sadi beyefendi. Cezaevinden çıkartılışım bu şekilde olmuştur. İddia ettiğiniz gibi, hiç bir zaman kapalı kapılar ardındaki konuşmalar olmamıştır.

"En İyisi Bütün Kirli İşlerinizi Açıklayın"

Sizin için en iyi şey, benim yaptığım gibi, tüm kirli işlerinizi kamuoyuna açıklamak olmalıdır. Haaa, açıklamaları yaparken* 1976 yılı içerisinde Devlet Bakanı iken Niğde ilinde yaptığınız bazı işler de açıklansın. Açıklayın, olmaz mı?
Unuttuysanız ben açıklayım. Hani, anlı şanlı Devlet Bakanı olduğunuz 1. MC zamanında Niğde'ye gitmiştiniz. 1976 yılı sonlarındaydı. Bozkurtlar size valiyi şikayet ettiler. "Yansız tutum alıyor, bize okulda yaptığımız eylemler nedeniyle disiplin cezaları veriliyor" diye. Siz de hemen valiye giderek, "Sen Bozkurtlara nasıl böyle muamele edersin" diye hakaret etmiştiniz. Sonra da valinin telefonuyla emniyet müdürünün ve alay komutanının,emrindeki bütün kuvvetleri alarak vilayetin önüne gelmelerini emretmiştiniz.

"Hücum Emrini Sen Verdin"

Yanındaki MHP Gençlik Kolları Başkanı ve Yüksek Meslek Okulu Öğrencisi Nusret Altınkaya'ya da "Tüm ülkücüleri topla gel" demiştin, emniyet müdürü ve alay komutanı emirlerindeki kuvvetleri vilayet önüne getirirlerken, Nusret de MHP'lileri toplayıp getirmişti. Sonra dışarıya çıktınız ve toplanan herkese ilericilerin devam ettiği Ticaret Lisesine hücum emrini verdin. Alay komutanı MHP'lilerin niye geldiğini sorunca, "Bunlar Milliyetçi vatansever insanlar, güvenlik kuvvetlerine yardımcı olacaklar" dedin. 100'ün üzerinde tarafsız ve devrimci kişi senin emrin üzerine saldırıya uğradı ve yaralandı.

Sen de valiye hemen bir demeç verdirdin: "Komünistler askerlere ve polislere saldırdı", diye. 100 kişi civarında gözaltına alınanlar oldu bu olayda. Bu anımızı hatırladın değil mi, Sadi Bey?

"Daha Birçok Kişi Açıklama Yapacak"

Şimdilik bu kadarı yeter! Senin gibi birisine bu kadar zaman ayırma değmezdi, ama neyse! Bir kere ayırmış bulunduk.
Size son tavsiyem, hiç olmazsa ağzınızı açmayın. Herkese rezil oluyorsunuz. Şunu da unutmayın: Benden sonra sırada birçok kişi var açıklama yapacak. Yüzünüzün şu anda aldığı şekli görür gibiyim. Ama ne yapalım, faşizmin lideri her yerde aynı. Başınızı kaldırıp biraz baksanız kendi sonunuzu göreceksiniz.
7 TİP'linin Öldürülmesi

Bahçelievler'de işlenen bu cinayet Türkeş'in "Bahçelievler bizim için çok emniyetli bir yer haline getirilmelidir" sözlerinden sonra meydana geldi. Bu konuşmadan sonra bizimkiler Bahçelievler'de bir araştırma yapmışlar ve TİP'lilerin kaldığı evi tespit etmişler. Burayı basmadan önce kim olduklarını öğrenmek için bir araştırma daha yapılmış. Bunların TİP yöneticisi olduklarını öğrenmişler. Bunun üzerine Abdullah Çatlı timin başına geçmiş. TİP'lileri öldürmeden önce bunların sorgulamasını Abdullah Çatlı yapmış. Olayda Mustafa Mit'in Chevrolet marka arabasıyla, Ankara Şubesinin Renault'u kullanılmış. Mustafa Mit'in Chevrolet marka açık mavi renkteki arabasını, ülkücü gençler 1977 seçimleri sırasında Türkeş'e hediye etmişler. O da Mustafa Mit'e vermiş.

Bu olayda yer alan şahıslar şunlardı:

Abdullah Çatlı: Cinayetin elebaşısı. Olaya Reis lakabıyla karışmış. ÜGD Genel Başkan Yardımcısıydı. TİP'lilerin sorgulamasını bu yaptı. Halen kaçaktır. Ben kendisiyle kaçakken bir kere Nevşehir'de görüştüm. Yukarıda anlattığım bilgileri ondan öğrendim.

İbrahim Çiftçi: Ulus bölgesi başkanıydı. Bu olaydan halen içeride.

Turan Demirkıran: Bahçelievler bölge başkanıydı. Halen içeride.

Mahmut Korkmaz: Ankara Şubesi İkinci Başkanıydı. Aranıyor.

Bünyamin Yıldırım: ÜGD'nin açtığı Platin Kıraathanesini çalıştırıyordu. Aranıyor.

Ömer Özcan: Ankara Şubesinin eski yönetimindeydi. Şimdi içeride. Ercüment Gedikli: Bahçelievler bölgesindendi. Babası albaydır ve MHP'Iidir. Onun sayesinde tahliye olmuştur.

Bu adam, oğlu cezaevindeyken de subaylarla irtibata geçerek onun rahat etmesini sağlamıştır.

Mehmet Kundakçı: Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesiydi. Bu davadan tahliye oldu. ETKO'dan tutuklu.

Haluk Kırcı: Erzurumlu, 17-18 yaşlarında. Esmer, sarkık dudaklıdır. Nenehatun Yurdunda kalırdı. Mahmut Korkmaz'dan ayrılmazdı.
Ayrıca olayda yer alan tanımadığım iki kişi daha vardı.


Balgat Katliamını Şevkat Çetin Planladı

Balgat katliamını planlayan Ethem Kıskıs değil, Şevkat Çetin'dir. Bu katliamın amacı Müslüman halkı komünistlere karşı kışkırtmaktı. Bu amaçla camiden çıkan halk kurşunlandı. Daha sonra ÜGD tarafından büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Ayrıca bu bölgede oturan Müslümanların, sağcıların evleri kurşunlanarak, MHP'ye sempati duymaları sağlanmaya çalışıldı. Hedef, burayı MHP'nin kurtarılmış bölgesi yapmaktı.

Ancak İsa Armağan'ın yakalanmasıyla oyun bozuldu. İsa Armağan' ın Şevkat Çetin le direkt teması vardı. İsa yakalanıp cezaevine konduktan sonra, Şevkat beni İsa'ya gönderdi. Nasıl ifade verdiğini ve öbür silahların nerede olduğunu öğrenmemi istedi. İsa bana, "Şevkat'ten başka kimse ile görüşmem. Kendisi gelsin" dedi. Bunun üzerine Şevkat cezaevine giderek İsa ile bir görüşme yaptı. Bu görüşmede ben de vardım. Şevkat, İsa'ya, "Benim adımı verdiniz mi?" diye sordu.
Şevkat bu arada Doğan öz ün katil sanığı İbrahim Çiftçi ile de özel bir görüşme yaptı. Ona Bahçelievler katliamından dolayı kimlerin ismini verdiğini sormuş. O da Abdullah Çatlının adını vermek zorunda kaldığını söylemiş. Şevkat Çetin Bahçelievler katliamı dolayısıyla yakalanan Turan Demirkıran ile de özel bir görüşme yaptı. Bu görüşme sırasında İsa Armağan, Çetine birkaç yerde silah ve telsizler olduğunu söyledi. Çetin de bu adresleri not aldı.

Mamak Katliamı

Mamak katliamı sonrasında silahlar MHP'ye getirildi. Yakalanmalardan sonra silahlar acele başka bir yere nakledildi.
Bu davanın sanıklarından Yaşar Öter yakalanınca, iki MHP milletvekili derhal emniyete giderek nasıl ifade verdiğini öğreniyorlar ve diğer sanıkların kaçmasını sağlıyorlar. Bunlardan biri zannedersem İhsan Kabadayı idi. Bu işlerle genellikle Kabadayı ilgilenirdi. Biz böyle zamanlarda emniyete bir milletvekili gönderir, ifadeleri öğrenirdik. Böylece tedbir almak mümkün olurdu.

Piyangotepe Katliamı Sanıklarını Ertuğrul Sakladı

Piyangotepe katliamı sanıkları Ali Bülent Orkan ve Erol Türkmen bu olayın diğer sanıkları Ahmet Balcı ve arkadaşları yakalanınca, evinde kaldıkları Mümin Boran'ı MHP Genel Merkezine göndererek, Muhsin Yazıcıoğlu'ndan kendilerine bir ev bulmasını istiyorlar. Mümin burada Muhsin Yazıcıoğlu'nu bulamıyor. Orada bulunan Ertuğrul Alpaslan, "Bir şey varsa bana söyle, ben hallederim" diyor. Mümin durumu Ertuğrul'a anlatınca o da Mustafa Mit'in arabasına Mümin'i bindirerek Keçiören'e götürüyor. Burada bir evi gösteriyor ve daire numarasını söylüyor. Burada kalmalarını söylüyor.

Mümin, Ali Bülent ve Erol Türkmen'i bu eve götürdükten iki gün sonra yakalanıyor. Ertuğrul da Aii Bülent'le Erol Türkmen'i başka bir yere gönderiyor. Mümin Boran yakalandığında, "Evi gösteren şahıs MHP Genel Merkezinden Ertuğrul'dur" diyor. Polis de tahmin üzerine Ertuğrul Alpaslan'ı gözaltına aldı. Biz bunun üzerine İhsan Kabadayıyı emniyete gönderdik. Kabadayı burada polislere hakaret ediyor, işkence yapılmasını önlüyor. Aynı gün Yenimahalle savcılarından biriyle irtibata geçildi. Milletvekilleri tarafından Ertuğrul'un muayene ettirilmesi istendi. Sağ görüşlü olan savcı, Ertuğrul'un kendisine gönderilmesini istedi. Bu arada para karşılığında rapor veren bir hükümet tabibinden yedi günlük rapor alındı. Böylece Ertuğrul'un hemen cezaevine gönderilmesi sağlandı. Polisler hakkında işkence yaptıkları iddiasıyla dava açıldı.


Niğde Pol-Der'in İkinci Kez Bombalanması

Bu eylemi Ramazan Göçer tek başına yaptığını söyledi. Ramazan Göçer İmam Hatip Lisesi öğrencisidir. Niğde'deki Akıncı Gençler Derneğine mensuptur.

Isparta’da 1978 Yazındaki Olayları Ali Batman ve Sami Bal Tertipledi

Isparta’da 1978 yazında CHP mensuplarının ev ve işyerlerinin yakılıp yıkıldığı olayları yönetenler Ali Batman ve Sami Bal dır. O dönemde bunlar MHP'nin Akdeniz'e gönderdiği denetleme görevlileriydi. K.Maraş benzeri bir olay tezgahlamak için faaliyet gösterdiler. İkisi de eski ÜGD Genel Başkanlarıdır. Ali Batman şu anda Avrupa Demokratik Ülkücü Türk Federasyonu ikinci başkanıdır. Sami Bal ise Karadeniz bölgesi sorumlusudur. Sami Bal'ın hakkında gıyabi tevkif kararı olmasına rağmen serbest dolaşıyor. İkamet yeri Samsun'dur.

1978'de Aksaray'daki Olayların Elebaşısı Sadi Somuncuoğlu'dur

9 Ekim 1978'de Aksaray'da meydana gelen olaylarda 60 civarında dükkan yağmalandı, CHP ve ilerici dernekler tahrip edildi. Bu olaylarda Sadi Somuncuoğlu elebaşılık yaptı.

Somuncuoğlu'nun önderliğinde belediye hoparlöründen komünistlere karşı cihad çağrısı yapıldı. Şu anda Niğde Yurdu Müdürü olan Ahmet Duru da Somuncuoğlu'nun yanındaydı. Duru DTCF öğrencisidir.

Kırıkhan'da Ölen Ülkücüler Ellerindeki Bombanın Patlamasıyla Öldüler

1978 Ağustosunda Kırıkhan'da bir otelde patlayan bomba sonucu iki ülkücü öldü. Bunlar bombaları bir yere yerleştireceklerdi. Fakat valizin içinde patlaması sonucu öldüler. Olayı araştırmak için Şevkat Çetin tarafından Kırıkhan'a gönderildim ve olayın bu şekilde olduğunu öğrendim. O zamanki Hatay başkanıyla konuşmamda, o da bombanın ellerinde patladığını doğruladı.

Kirli Silahlar Ordu Depolarındaki Temiz Silahlarla Değiştirildi

Yakalanan silahlar adliye depolarına götürülür. Burdan orduya verilir. Teşkilat, elindeki kirli silahları, bu depolardaki temiz silahlarla değiştirdi. Aynı şekilde boş kovanlar orduya verildi. Bunların eğitimde kullanıldığına dair fezleke tutuldu ve yerine doluları alındı.
Tabanca ve mermilerin İskenderun'da Assubay Zafer Tokgöz aracılığıyla değiştirildiğini biliyorum. Bu 1978 yılında yapılmıştı. Depo amiri yüzbaşı da işin içindeydi.

Bu assubay daha sonra Urfa Sıkıyönetim Komutanlığının emrine verildi. Bu sefer de operasyonlarda ele geçirdiği silahları ÜGD'ye aktarıyordu.
Silah değiştirilme işi başarıya ulaşınca Genel Merkeze haber verildi. Genel Başkan Şevkat Çetin buna çok önem verdi ve başka illerde de uygulanmasını istedi. Gerçekten de uygulandı.

Enver Akova Öldürülecekler Listesini Polisin Elinden Kurtardı

1978 Ekiminde Ali Durdusal'ın Demetevler 3. Caddedeki evinde şehitlerin katillerinin listesinin tutulduğu dosyayı polis ele geçirdi. Bu dosya Enver Akova vasıtasıyla geri alındı.

Portakal Sandığında Kaçırılan Silahlar

1978 yılı içinde yapılan bir aramada, portakal sandıkları içinde silah kaçırıldığı ortaya çıkarıldı. Bu olayla Osman Balcı'nın ilgisi vardır. Oysa suçu MHP ile ilgisi olmayan birinin üstüne yıktılar.

Osman Balcı ve Mustafa "Mit bu suçtan gözaltına alınmalarına rağmen serbest bırakıldılar.

Atom Araştırma Merkezinde Bomba Yapıldığını Muharrem Şemsek'in Konuşmalarından Anladım

1978'in ilk aylarında Fen Fakültesine bağlı Atom Araştırma Merkezinde bomba yapıldığı konusunda yaygın söylentiler vardı. Hamit Fendoğlu'nun öldürülmesi üzerine gözaltına alınan ÜOD eski Genel Başkanı ve MHP kurmaylarından Muharrem Şemsek serbest bırakılınca MHP Genel Merkezine geldi. Burada sohbet ederken, "Allahtan ki beni gözaltına aldılar. Bana yapılan baskı eğer başkasına yapılmış olsaydı her şey açığa çıkabilirdi. Çok şükür ben dayandım" dedi.

Maraş Katliamında Telefon Görüşmesi

Maraş olayları sırasında K. Maraş ile Genel Merkez arasında sürekli telefon görüşmesi yapılıyordu. Buradan konuşanlar Şevkat Çetin ve Burhan Kavuncu idi. Bu konuşmalarda Maraş'ta cihadın açıldığı, inşallah ülküdaşlarımızın başaracağı söyleniyordu. İkinci gün telefon görüşmesi kesildi. Başkaca bir bilgi alamadık.
Bu olaylar tam bir tertip ve tahrikin sonucuydu. Halkın dini duyguları kışkırtılmış ve Alevilere karşı katliam uygulanmıştı. MHP her zaman, her yerde böyle karışıklıklar çıkmasını isteyen bir partidir. Bu karışıklıkların ve ayrılıkların her zaman MHP'nin işine yaradığı düşünülür. MHP genellikle mezhep ayrılıklarının yoğun olduğu yerlerde faaliyet göstermektedir. Buraları; Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Elazığ, Erzincan, Yozgat, Maraş, Hatay gibi yerlerdir. Buralarda Alevi-Sünni meselesinin yanı sıra, Arap-Türk-Kürt farklılıkları da var. Buralarda ne kadar çok kan dökülürse, MHP o kadar güçlenir diye düşünülmektedir.

Karakol ve Emniyetle İlişkiler

ÜGD'nin karakollarla ilişkisini Mehmet Kundakçı sağlıyordu. Kundakçı Ankara Şubesi Yönetim Kurulundaydı ve Karakollar Masasında çalışıyordu. Karakollara düşen ülkücülerin ihtiyaçlarını karşılıyor, ifadelerini ayarlıyordu. Pol-Bir'le ilişki halindeydi.
Önceleri polis ile ilişkilerden İskender Karyağdı sorumlu idi. Polislerin kredi işleri İskender'de bittiği için bir bakıma ona muhtaçtılar. Bundan yararlanarak, polisle ilgili birçok işimizi kolaylıkla yaptırabiliyordu.

Daha sonra Sahir Solmaz da Maltepe civarındaki olaylarda karakolla ilişki kurmada yardımcı oluyordu.

Kemal Yazıcıoğlu'nun yeğeni Bora Tuzcuoğlu da bu işlerde Mehmet Kundakçı'ya yardımcı oluyordu. Bunun da geniş ilişkileri vardı. Mesela ben üç defa Bora'yla birlikte yakalandım. Hemen serbest bırakıldık.

Yazıcıoğlu'nun dışında Pol-Bir Sekreteri Bekir Baz da polisle ilgili işlerimizde yardımcı oluyordu. Şu anda bu şahıs da siyasi şubede görevli. Arananların isimlerini derhal bunlar vasıtasıyla öğrenebiliyorduk.

Daha önce belirttiğim gibi Emniyete düşen arkadaşların ifadelerini öğrenmek, işkence yapılmasını önlemek için MHP Milletvekillerini araya koyuyorduk. Bunda bize en çok yardımcı olan ihsan Kabadayı idi. Bunun dışında Faruk Demirtola, Mehmet Doğan ve Sadi Somuncuoğlu da yardımcı oluyordu.

MHP İçinde İşlenen Bazı Cinayetler

Zaman zaman ölü bulunan bazı ülkücülerin, bizzat MHP'liler tarafından öldürüldüğü teşkilat içinde konuşulur. Bunlardan biri Haydar Şahin'dir. Bu 11 Ekim 1978'de Niğde Aksaray'da ölü bulundu. ÜGD'nin önde gelenlerindendi. Ethem Kıskıs'la beraber görünürlermiş. Teşkilat içinde bunun Balgat katliamının açığa çıkmasını önlemek için bizzat teşkilat tarafından işlenen bir cinayet olduğu konuşulurdu.

Aynı şekilde Adapazarı'nda da bir ölü bulundu. Bu şahıs da ÜGD içinde faal görevlerde bulunmuş bir şahıstı. Galiba Ankara Şubesi Başkanlığı yapmıştı. Polis tarafından aranmaktaydı. Öldürülmesi 1978 sonlarındaydı. Bunlar önemli bir hücreyi ortaya çıkaracak bir zincirin hal-kalan oldukları için öldürülmüş olabilirler.

Baki Tuğ'un Yardımları

Ben Baki Tuğ ile birkaç kez görüştüm. İlk görüşmemiz 1979'un Ocak veya Şubat ayındaydı. Sıkıyönetim daha yeni ilan olmuştu. Edip Doğan ile birlikte 28. Tümen de ziyaretine gittik. Hakimler konusunda bize ne gibi yardımları olacağını sorduk. Bize "Elimden gelen her şeyi tabii ki yapacağım. Ben de sizin gibi bu davanın adamıyım. Buraya kadar gelmenize lüzum yok. Bundan sonra dikkat çekebilir" dedi.

Baki Tuğ u, Ertuğrul Alpaslan cezaevine gönderildikten sonra tekrar aradık. Ben ve Erdem Şenocak, Baki Tuğ'un yanına giderek bizi Ertuğrul'la görüştürmesini istedik. Baki Tuğ, Hakim Albay Kaya Beye telefon etti. Kaya Albay, Baki Tuğ'un yanına gelerek bizimle bir süre konuştu. ÜGD Genel Yönetim Kurulu üyeleri olduğumuzu söyledik. O da "Ben de ülkücü harekete gönül vermiş biriyim. Tanıştığımıza çok memnun oldum" dedi. Sonra Cezaevi Müdürü Muhittin Albaya telefon ederek bizim Ertuğrul ile görüştürülmemizi istedi. Muhittin Albay da kabul etti.

Bizi bir askerle cipe bindirip cezaevine gönderdi. Burada Ertuğrul'la görüştük. Neden gözaltına alındığını sorduk. "Piyangotepe sanıklarına saklanmaları için ev göstermiştim. Onlar da yakalanınca polise anlatmışlar. Bu yüzden alındım" dedi. Kendisine bir miktar para bıraktık. Ertuğrul 3,5 ay sonra delil yetersizliğinden serbest bırakıldı.

MHP'ye Yabancı Faşist Partilerden Destek

Bir ara Alman ve Fransız faşist partileri MHP'ye mesaj göndererek dayanışma içinde olduklarını bildirmişlerdi. Bu tabii ki MHP yöneticileri tarafından reddedildi. "İftira" dendi. Oysa bu destek mesajları doğruydu ve ÜGD Yönetim Kurulunda üyelere anlatılmıştı.

MHP ve Şamanistler

Şamanistlerin teşkilat içinde bir ara güçleri vardı. Fakat bu güçleri 1976 yılında Selahattin Sarı döneminde dağıtıldı. Şimdi İstanbul ve Konya'da bir miktar varlar ama, bunların da MHP ile ilişkileri yok. Bunların dağıtılması, Türkeş'in dine yönelmesiyle birlikte oldu. Türkeş'in daha sonra Kadiri tarikatına girdiği söyleniyor.

BAZI ŞAHISLAR HAKKINDA EK BİLGİ

Şevkat Çetin: Yozgatlıdır. Silah yakalattı, tecil edildi. Gazi Eğitim' de öğrenciyken okula hiç gelmedi. Kendisiyle 1976 yılında tanıştım. Gazi Eğitimde Gece Bölümü Başkanıydı. Dört ay başkanlık yaptı. Sonra ÜGD Genel Merkezine girdi. Teşkilatlandırma Sekreterliğinde görev aldı. öğrenciyken Yozgat Yurdunda kalıyordu. Yozgat Yurdundaki ülkücüleri okula getiriyordu. Eğitim Enstitülerinin yürüyüşünü örgütlemiştir.
Erdem Şenocak ve ben Ankara Şubesine girdikten sonra Şevkat Çetin'le ilişkilerimiz eskisinden sıkı bir şekilde gelişti. Bu arada kaçaklar dolayısıyla sık sık görüşüyorduk. Bu sırada ben Nenehatun Yurdunda kalıyordum. Erdem de Şevkat'la beraber Yozgat Yurdunda kalıyordu. Nenehatun boşaltılınca ben Ankara Şubesine haber bıraktım, ev bulunması için. İki gün sonra Seyranbağları'ndaki evi bulduk ve burayı eşyaları ile birlikte devraldık. Burada Erdem'le beraber kalmaya başladık. Bir ay sonra da Şevkat bu eve geldi. Bu evde daha önce ÜİD Yönetim Kurulundan Mustafa adlı biri Ekrem Yüksel'le beraber kalıyormuş. Bu ev Vedat Alagöz'ün evine çok yakındı. Onun evini bekliyorlarmış. Biz evi 1978 Nisanında devraldık, önce Ali Kaçar bizimle kalmak istedi. Fakat biz Erdem'le birlikte Ali Kaçar'ı ekarte ettik. Sahte evraklar bu evde planlandı ve düzenlendi.

Yaşar Yıldırım: ÜYD'nin şu andaki Genel Başkanıdır. DMMA'da okuyor. 1978'de Site Yurdunun Başkanlığım yaptı. O dönemde—bölgeye silah ve bomba verilmesi, yurtta bomba yapılması işlerini yönetti,Albayrak Kıraathanesinin bombalanması ve arabanın bagajında patlayan bomba olaylarıyla ilişkisi var. Yıldırım'ın adı şimdiye kadar bir kere ETKO davasında, "Bize silahları gömün dedi" şeklinde geçti.

Ertuğrul Alpaslan: İTİA öğrencisidir. Doğum yeri Erzincan. Ailesiyle birlikte Keçiören'ce oturur. Keçiören bölgesi kitaplıklarının başkanıydı. Cemal Eriker ile birlikte bir suçta kullanılmış silahı sakladı. Cemal halen polis tarafından aranıyor. Ertuğrul 1978 yazında ÜGD Genel Yönetim Kuruluna getirildi. Şevkat Çetin'in Başkan olduğu dönemde irtibatta göreve başladı. Şevkat Çetin'in sağ kolu olarak bilinir kendisine bu dönemde yardımcı olarak Burak Eke'yi almıştır.

Mahmut Somuncuoğlu: Maltepe'de bir silahlı çatışmadan dolayı göz altına alındı. Biz vekaletnamesini aldık, iki gün sonra cezaevinden çıktı Ve Adliyedeki evrakları kaybettirdi.

Ali Uzunırmak: 1977 yılında Site Yurdu Başkanlığı yaptı. Başkan olduğu dönemde çevreden haraç alınması, bölgedeki semtlere silah ve dinamit dağıtımı işleriyle uğraştı. Daha sonra ÜGD Genel Yönetim Kuruluna girdi. Taşradaki olayların planlayıcısı olarak bilinir. Halen Ankara Şubesi Başkanıdır. Teşkilattaki lakabı, "İmansız Ali", "Gavur Ali"dir.

Burhan Kavuncu: Maraşlıdır. Beytepe Kampüsü ülkücülerinin başkanlığını yaptı. Şevkat Çetin döneminde Genel Başkan Yardımcılığına getirildi. Ama bir Yönetim Kurulu üyesi kadar değeri yoktu. Daha çok eğitim faaliyetleriyle ilgilenirdi. Hergün gazetesinin gençlik sayfasını hazırlardı. Ayrıca Hasret ve Genç Arkadaş dergilerinin hazırlanmasında, sıkıyönetimin ilanından sonra Nizamı Alem dergisinin çıkartılmasında çalıştı. Şu anda 163. maddeden tutuklu olarak yargılanıyor.

Behçet Kemal Gürsoy: Bursalı olup, DTCF öğrencisidir. Şevkat Çe tin döneminde ÜGD Genel Sekreterliği yaptı. Genel Sekreter olmasın dan iki ay sonra Yazıişleri Müdürü olduğu Hasret ve Genç Arkadaş dergilerinde çıkan yazılarından dolayı hakkında dava açıldı ve tutuklandı. Yazıişleri Müdürlerinin cezalarını paraya çeviren kanunla çıktı.

Vecdet Şendil: İzmirlidir. Üç yıl muhasiplik yaptı. Şu anda Talatpaşa Bulvarı 146 numarada üç tane büro kiralamıştır ve faaliyetleri buradan yürütmektedir.

Burak Eke: Ertuğrul Alpaslan'ın yardımcısı olan Burak Eke İstanbulludur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ikinci sınıf öğrencisidir. Üniversite sınavlarını, yerine başkasını sokarak kazandı. Babası ve ağabeyi avukattır. Abisi şu anda ülkücü gençlerin avukatlığını yapıyor. Adı Refet Eke.

İskender Karyağdı: Hemşerimdi. Ayrıca bizim okulda okuduğu için kendisini çok iyi tanırım. Kendisi bomba yapımı konusunda uzman olarak bilinirdi. ODTÜ'ye de bundan dolayı sokulmuştu.
ODTÜ'den ayrıldıktan sonra Pol-Zar'ın (Polis Pazarı) Müdürü oldu. Bu dönemde DTSK'e bağlı işçileri çeşitli vesilelerle atarak yerine ülkücüleri aldı. MİSK'e bağlı Türk Büro-Sen Sendikasının işyerinde yetki almasını sağladı. Polislerle arası çok iyi idi. 1977'de okulda, olay çıktığı zaman polislerden silah alarak bize getirirdi. Ayrıca operasyonlara katılırdı. Yakalanan devrimcilere işkence yapardı. Müdürlüğü sırasında MİSK'e büyük miktarlarda para aktarmıştır. İskender MİSK'te patlayan bomba ile öldü.
İskender'in MİSK Eğitim binasının Müdürü olan Sami İçel ile çok iyi bir arkadaşlıkları vardı. Sami İçel 1977-1978 arasında Kurtuluş-Cebeci-Topraklık-Türközü-Abidinpaşa-Akdere bölgesinde Başkanlık yaparken Niğde Yurdunu üs olarak kullanırdı. İskender ise Niğde Yurdunda kalır ve Sami'ye yardımcı olurdu.

Bora Tuzcuoğlu: Kemal Yazıcıoğlu'nun yeğenidir. Toros obasıyla birlikte Sıhhiye'de yakalandı. Aynı gece serbest bırakıldı. Her yakalanışında aynı şekilde serbest bırakıldı. Biraz nasihat edip bıraktılar. O sırada ÜGD Ankara Şubesinin arabasını kullanıyordu. Bu araba çeşitli olaylara karıştığı için yakalanıyor, fakat Bora kullandığı için bırakılıyordu.

İbrahim Songür: Songür, Abdullah Çatlı ya ikide bir telgraf çekiyordu. "Sayın Başkanım, acele paraya ihtiyacım var" şeklinde. Abdullah da bundan hiç hoşlanmıyor ve "Çok geveze adam" diyordu.
Pozantı'ya ilk gittiğimde bey gibiydi. Müdürün odasında oturuyordu. Verdiğimiz paranın yarısını gardiyanlara yatırıyordu. Bir gece cezaevinden çıktık, epey gezdik. Verdiğimiz paranın 8 binini de Pozantı'da ülkücülere vermiş, "dernek açın" diye. Biz buna toplam 200-250 bin TL civarında para verdik.
Bir süre sonra bize yardımcı olacak durumu kalmamıştı. Artık adli makamlar uyanmıştı. Adalet Bakanlığı bu konuda tamim yayınlamıştı. Kendisinden hoşlanmadığımız için de ilişkiyi kestik.

Mümtaz Türköne: ÜGD Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Şu anda MHP Eğitim Masasında çalışıyor.

İTİRAFA EK BİLGİ

ÜGD'ye seminerler verilirdi. (Sadece Genel Yönetime) Bu seminerlere ben de katılırdım. Çeşitli konularda seminerler veriliyordu. Teşkilatçılık, ülkü yolu, Türk İslam felsefesi, kitle psikolojisi, istihbarat. İstihbarat için seminer veren şahıs yüzünü bizden saklayarak seminer verdi. Yani gözlüklü, pardösülü, şapkalıydı. Bunun güvenlik için olduğunu, zira kendisinin MİT içinden olduğunu söylediler. Bu seminerde çeşitli haber alma teknikleri, içimizdeki ajanlar, polis ve istihbarat görevlilerinin yöntemleri vurgulandı. Çeşitli elektronik aygıtlar gösterildi, telefon dinlemelerine karşı uyanık olmamız konuları işlendi.

BAZI ŞAHISLAR HAKKINDA TANITICI BİLGİ

Mehmet Güçlü: Milli güreşçi Mehmet Güçlü ile alakası yok. Bu genç milli. 1977'de gençlerde ağır siklet Türkiye şampiyonu oldu. 1.80-1.85 boyunda. 90 kg. kadar. İriyarı kumral. Gazi Eğitim Beden Eğitimi ikinci sınıf öğrencisi. Şeker öğrenci yurdunda kalır. Kayserili, 23-24 yaşlarında.

Salih Dayan: Zannederim Maliye Muhasebe öğrencisi. Kırşehirli. 1.65-1.70 boyunda, 65 kg. esmer. Anarşi işlerine bakardı. Silah dağıtımı yapardı. 25 yaşında.

Şevkat Çetin: 1.80 boyunda, zayıf. 70 kg. civarında. Sarışın, bıyıklı. Gazi Eğitim öğrencisi. Yozgatlı, 27 yaşında.

Mustafa Mit: AİTİA öğrencisi. Sivaslı, 1.70 boyunda. Saçları hafif önden dökük. Kumral, bıyıklı, 27-28 yaşlarında.

Mahmut Korkmaz: 1.80 boyunda, atletik yapılı. Bir elinin üçüncü parmağı hafif kısa. (Bombada uçtu.) Esmer. Erzurumlu olabilir. 25-26 yaşlarında.

Mehmet Ekici: Yozgatlı, AİTİA öğrencisi. 1.70 boyunda, hafif göbekli. 26-27 yaşlarında, evli.

Muhsin Yazıcıoğlu: 1.75 boyunda, esmer. Saçlarını arkaya tarar. Yüzü çiçek bozuğu. Sivaslı, 27-28 yaşlarında. Veteriner veya Ziraat öğrencisi.

Mahmut Somuncuoğlu: Niğde Aksaraylı. DMMA öğrencisi. 1.651.70 boylarında. Hafif kambur ve kumral 25 yaşında.

Talip Gün:[/b] Gazi Eğitim mezunu. Beşevlerde Talim Terbiye Dairesinde çalışıyor. 1.70 boylarında. Zayıf, avurtları hafif çökük. Kumral, 26-27 yaşlarında.

İskender Karyağdı: Niğde'nin Bor ilçesindendi. 1.75 boyunda. Gazi Eğitim mezunu, 26-27 yaşlarında öldü.

M.S.Barsan: 28 yaşlarında sarışın. 1.75 boyunda, atletik yapılı, alnı hafif açık, palabıyıklı.

Vedat Alagöz: Sevranbağlar Cad. taksi durağı karşısında oturur. 1.75 boylarında. Bir kaşında yara izi var. Atletik yapılı, esmer. Ankaralı.

Ekrem Yüksel: 1.65-1.70 boylarında. 75 kg. Saçları hafif dökük.
Kumral. Eskiden Aydınlık'ta otururdu, şunaı Keçiören'de oturuyor.

Ali Kaçar: 1.75 boyunda. Atletik yapılı. Güreş, halter, tekvando yapar. Antalya'nın Serik ilçesinden. MMYO son sınıf öğrencisi. 25-26 yaşlarında. Siyah saçlı.

Müştak Karabağ: Sivaslı, evli iki çocuk babası. 1.70 boyunda. Hafif kır saçlı. Hafif göbekli. 35-40 yaşlarında.

Erdem Şenocak: 1.68 boy. 64 kg. kumral, beyaz yüzlü. Gazi Türkçe Bölümü öğrencisi. Bafra İshaklı Mahallesinde oturuyor. Nüfusa kayıtlı olduğu yer:[/b] Amasya'nın Suluova ilçesi. Yedi kardeşler. Dördü kız, üçü erkek. Hepsi MHP'Iidir. Babası Bafra merkez vaizidir.

S.Arpacı: 1.75 boyunda. Atletik yapılı. Siyah saçlı, beyaz yüzlü. Adana nın Osmaniye ilçesinden. 25-26 yaşlarında.

Erdal Kabakum: 1.75 boyunda. Çok zayıf, esmer. 23-24 yaşlarında. İzmirli.

Osman Balcı: Nevşehirli. 30 yaşında. Adana Ziraat son sınıf öğrencisi. 1.75 boyunda. Atletik yapılı. Esmer, alnında yara izi var.

Muhtar Sezai: 1.70 boyunda. Atletik yapılı. Esmer, 26-27 yaşında.

Battal Aslan: 28 yaşında. Adana Yavuzlar Mahallesinde oturur. 1.85 boyunda. 100 kg. Saçının yarısı dökük, kumral.

Adanalı Veysel: 22 yaşlarında. Adana Ticaret Lisesi mezunu. Kara-İsalıdan. 1.70 boyunda, esmer.

Arzu: Başı örtülü. 1.65 boylarında. Normal kiloda. 25 yaşlarında.

E.Alpaslan: Erzincanlı. Keçiören'de oturur. Babası ilkokul öğretmeni. Babası da ülkücü. 1.75 boylarında. Hafif şişman, kumral, dolgun yüzlü, beyaz. 23-24 yaşlarında. İTİA öğrencisi.

Ali Durdusal: 1.75 boyunda. Zayıfça, sarışın. Gazi Eğitim mezunu. Afyon'da bir ilkokulda öğretmen. Bursa, İnegöllü. 24-25 yaşlarında. Fransızca öğretmeni.

A.Çatlı: Nevşehirli. Evli. 1.75 boy. Atletik vücutlu. Esmer, dalgalı saçlı. 27-28 yaşlarında. Fakat 24 gösterir.

Burhan Emiştekin: Bitlisli. Gazi Eğitim öğrencisi. 1.70 boy. Şişman esmer. 22-23 yaşlarında.

Mehmet Taşer: Sivaslı. 1.75 boy. Atletik vücutlu. Esmer, Ticaret Turizm öğrencisi. 22-23 yaşlarında.

Kemal Yazıcıoğlu: 1.75 boy. Hafif şişman. Palabıyıklı. Bartınlı, evli, esmer.

Sami Bal: 1.75 boy. Atletik. Saçlarının önü açık. Kumral, 30 yaşında.

Ali Batman: Ali Hoca lakabıyla tanınır. Kayserili. 1.75 boy. Veteriner mezunu. Evli. 28-30 yaşlarında.

Osman Katipoğlu:[/b] Malatyalı. 1.75 boy. Çok hafif topal. Esmer. Çankaya'da gece ders verilen meslek yüksek okulunda okuyor. 25 yaşında.

M.Yamtarçelik: 1.70 boy. Karateci, siyah kuşak. Saçı hafif dökük. MMYO'da okur. 27-28 yaşlarında.

Ayhan Ünal: 1.75 boy. Atletik. Erkek Teknik öğrencisi, barışın, Zonguldak veya Kastamonu civarından. 22-23 yaşlarında.

Yaşar Yıldırım: Kızılcahamamlı. DMMO öğrencisi. 1.75 boy. Atletik, esmer. 25-26 yaşlarında.

Esat Bütün:[/b] Maraş'ın Elbistan ilçesi, Yapalak köyünden. 1.72 boyunda. Atletik. Palabıyıklı. 25-26 yaşlarında.

Ali Uzunırmak: 1.75 boylarında. Ege bölgesinden. Denizli şivesiyle konuşur. Saçı siyah, yüzü beyaz. Çok soğuk suratlı. 25 yaşlarında.

Mehmet Berk: 1.75 boylarında. Hafif şişman. Esmer, palabıyıklı. Adanalı. Güney şivesiyle konuşur. 25 yaşlarında.





ÜLKÜCÜLERİN ELİNDEKİ YURTLAR VE BAZI OLAYLAR

Yurtları ele geçirmek, hem okullarda hem de semtlerde hakimiyet kurmak bakımından bizim için çok önemliydi, Niğde Yurduna ve Ahmetler bölgesindeki diğer yurtlara hakim olduktan sonra Cebeci, Topraklık, Kurtuluş gibi bütün civar senitlerde hakimiyet mücadelesine giriştik. Aynı şekilde Nenehatun Yurdundayken bütün Bahçelievler ve Emek bölgesinde terör estirdik.

Sadi Somuncuoğlu'nun Kardeşi Birçok Yeri Bombalattı

Niğde Yurdunda başkan, Yurt Müdürü Ali Işıklar idi. Bu aynı zamanda MHP Gençlik Kolları Genel Yönetim Kurulu üyesiydi. Müdür muavinlerinden biri Mustafa Şafak, diğeri ise Arif Görünmez idi. Arif, Fen Fakültesi Kimya Bölümü öğrencisiydi. ÜGD Ankara Şubesinde de görev yaptı. Müdür Muavini iken Aydın Efetürk'ü öldürmekten yargılandı. Niğde Yurdunda ülkücülerin başkanlığını bir ara Derviş Canlı yaptı.

Bu dönemde Cebeci-Topraklık-Türközü-Kurtuluş bölgesi başkanı olan Mahmut Somuncuoğlu'nun (Sadi Somuncuoğlu'nun kardeşi) planladığı bir çok bombalama olayı meydana geldi. Bu bombalama olaylarının çoğunda Ahmet Görünmez yer alıyordu. Ahmet Görünmez, halen Niğde Yurdunda kalır. Arif Görünmezin kardeşidir. Arif, Ahmet'in yerine imtihana girerek onun okula girmesini sağlamıştır.

Evler Bombalanıyor

Bir ara Niğde Yurdundan ayrılmayı ve yurdun civarındaki bir evde kalmayı düşündüm. Arkadaşlardan bana ev bulmalarını istedim. Bu sırada ülkücülerin buraya yerleşmesini sağlamak amacıyla bekarların kaldığı birçok ev bombalanıyordu. Benim isteğimle de Topraklık-Dedeefendi İncesu bölgesinde bazı evler bombalandı. Mesela 6 Haziran 1978'de Kıbrıs Cad. 54 no'daki ev bombalandı. Yine 9 Haziran 1978'de Kurtuluş'ta bir eve bomba atıldı. Bombaları atanlar Ahmet Görünmez, Dursun İnce ve Mahmut Somuncuoğlu idi. Ahmet bombalamaya katıldığını bana bizzat kendisi anlattı.
ALI YURTASLAN'IN SADİ SOMUNCUOGLU'NUN İDDİALARINA CEVABI:

NİĞDE'DE HÜCUM EMRİNİ SEN VERDİN!"

Faşizmi Koruma örgütü üyelerine ve ağababalarına cevaptır: 29 Temmuzdan beri susan ağababaları nihayet ağızlarını -açtılar ve önlerine her gelene kara çalmaya başladılar, önce benden hesap soracaklarını söylediler. Bunu, uşakları eski ÜYD Başkanı Hasan Çağlayan a yaptırdılar. Çağlayan, hiç kimsenin yaptığının yanına kâr kalmayacağını ve benden hesap soracaklarını kamuoyuna açıkladı. Peşinden Türkeş'in özel muhafızı ve benim adliyelerde yaptırdığım girişimler vasıtasıyla birçok tekzibini yayınlattırdığım, adı "tekzip makinası"na çıkmış eski pavyon kabadayısı aracılığıyla açıklamalarım konusunda yazı yazan köşe yazarlarını tehdit etti.

Tabii ki bu arada boş durmuyorlardı. Daha önce, ilk itirafçı Ömer Tanlak'ın basın toplantısındaki yazarlar hakkında düzenledikleri sahte evrak cinsinden evrak hazırlamaya başladılar. Birkaç gün önce kamuoyunda malum gazetenin her sahifesinde birer yazı ile kara çalma kampanyası başlattılar.

"Niçin 27 Gün Beklendi"

"En büyük bozkurt" Sadi'nin yaptığı basın toplantısında bu açıklamaların çeşitli yazarlar, siyasetçiler, polis şefleri ve MİT tarafından ortaklaşa hazırlandığını ve benim işkenceyle cezaevinden çıkartılma teklifiyle kandırılarak bu açıklamaları yapmak mecburiyetinde bırakıldığımı söylediler. Bu şekilde olduğuna dair, ellerine bir güvenlik görevlisi muhterem, bir belge vermiş. Ama bu belge daha yeni akıllarına gelmişmiş, gerekirse kamuoyuna açıklayacaklarmış. Her kimse o güvenlik görevlisi, haziranda böyle işler tezgahlandığını söylemişse de, niçin o zaman bir açıklama yapılmadı? Veya 29 Temmuzda Aydınlıkta başlayan yayın üzerine hemen açıklama yapılmadı da, niçin 27 gün beklendi? "En büyük bozkurt" ve yandaşları belli ki, yapılan yayınlar sonucu tarafsız devlet görevlilerinin yaptıkları soruşturmaları ve demokrat aydınların kendileri aleyhine başlattıkları kampanyayı görünce büyük bir telaş içerisinde düzmece evraklarla, birçoklarını tehditle bu vartayı atlat-mak istiyorlar. Bunu hiç bir zaman başaramayacaklar.

Türkiye aydınları artık MHP'nin karanlık yüzünü görmüştür. Tüm adli merciler soruşturmaya başlamıştır. Soruşturma sonuçlan açıklanmaya başlamıştır. Bu da benim açıklamalarımın doğruluğunun kanıtıdır.

"Gelelim Noterdeki Belgeye"

Gelelim noterdeki belgeye. Sadi efendi, bu belge acaba hangi noterdedir? Türkiye'deki tüm devlet daireleri, Sayın Adalet Partililer tarafından size kucaklarını açmış beklerken, noterlerin yansız kalması düşünülebilir mi? Çeşitli görevlileri satın alan sizler — ki, bu görevlilerin bir kısmını ben açıkladım— en sonunda Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bir yüzbaşının sizler tarafından satın alındığını açıkladı. Bir noteri mi aldatamayacaksmız, satın alamayacaksınız?
Noterlerin nasıl çalıştığını çok iyi bilirim. Bir belgeyi önceki tarihle resmileştirmek çok zordur. Bunun çeşitli cezai müeyyideleri vardır. Ayrıca noterlerin hepsi de yeminli adalet mensuplarıdır. Ama yine de bir evrakı önceki tarihle resmileştirmek imkansız değildir.

"Bu Noterler Benim İş Yaptırdıklarım Olmasın"

Yoksa bu noterler benim daha önce kontak kurduğum ve çeşitli işler yaptırdığım noter beyler olmasın? Bu noterlerle benim yaptığım bazı evrak sahtekarlıkları var. Mesela, kaçan bir MHP'liye veya gıyabında ceza almış MHP'lilere eski tarihle vekaletname çıkarttırmak gibi. Vekaletname nedir ki, istediğiniz zaman gidip çıkartırsın, denilebilir. Ama kazın ayağı öyle değildir. Bir kaçağa veya hükümlüye, kaçakken veya hükümlüyken vekaletname çıkartırsan,mahkemeye ibraz ettiğin zaman hakim ihbar etmedi^, -ı için seni suçlu bulur; sen onun kaçak olduğunu bilerek vekaletname almışsındır. Öyleyse sen de suç ortaklığı yapmış-sındır. İşte ben bazı noterlerde böyle işlemler yaptım. Bu işlemler daha önce adlarını saydığım MHP'li avukatlar adınadır. Bu noter, dediğim noterler olmasın sakın? Yani, Ankara Beşinci Noteri ve Ankara Üçüncü Noteri.

Ankara Beşinci Noteri Anafartalar Caddesi, Vakıf İşhanı Kat 1'dedir. Başkatibi ve katipleri MHP'ye çok yakındır. Mesela Başkatip Ahmet Bey, gözlüklü bir bayan katip, Katip Mehmet Bey burada çalışırlar. Ankara Üçüncü Noteri ise, Sümerbank karşısında Koçak Han Kat-1'de, yani bizim eski Hukuk Masasının, Av. Müştak Karabağ'ın yazıhanesinin bulunduğu handadır. Ayrıca Sayın Noter Bey Müştak Karabağ'ın bir hemşehrisidir.
Burak bu noterlerdeyse çok orijinal bir şey. Çünkü benim daha önce iş yaptığım kişilere beni vurdurmak istemektedirler. Benim bazı kişilerce hazırlanan evraka imza attığım lafına beni tanıyan her MHP'li bıyık altından gülmektedir. Siz bu iftiralarla hiç kimseyi kandıramayacaksınız.

Beni Cezaevinden MHP Avukatları Çıkarttı"

Benim cezaevinden çıkartılmam masalına gelince. Kimler tarafından çıkartıldığımı açıklayayım da ağababalar öğrensin. Benim avukatlarım Müştak Karabağ, Yalçın İlikli ve Sabahattin Şener'di. Daha önce de açıkladığım gibi üçü de MHP'li avukatlardır. Avukat Yalçın İlikli benim salıverilmem için Sıkıyönetim Savcılığına üç adet dilekçe verdi. Ayrıca cezaevinden kaçırıldığı söylenen Erdal Kabaoğlu'nun ifadelerinin fotokopisi, Yalçın İlikli tarafından Eskişehir ve Balıkesir'den Ankara Sorgu Hakimliğine getirilmiş, bu konudaki soruşturma dosyalarının tüm fotokopileri Ankara Sıkıyönetim Askeri Savcılığına sunulmuştur. Bunların hepsi askeri savcılıktaki dosyamda mevcuttur. Bu deliller sonucu suçsuzluğum anlaşılmış ve 16 Ocak 1980 günü Askeri Savcılığın yazısıyla salıverilmiştim.
İşte Sadi beyefendi. Cezaevinden çıkartılışım bu şekilde olmuştur. İddia ettiğiniz gibi, hiç bir zaman kapalı kapılar ardındaki konuşmalar olmamıştır.

"En İyisi Bütün Kirli İşlerinizi Açıklayın"

Sizin için en iyi şey, benim yaptığım gibi, tüm kirli işlerinizi kamuoyuna açıklamak olmalıdır. Haaa, açıklamaları yaparken* 1976 yılı içerisinde Devlet Bakanı iken Niğde ilinde yaptığınız bazı işler de açıklansın. Açıklayın, olmaz mı?
Unuttuysanız ben açıklayım. Hani, anlı şanlı Devlet Bakanı olduğunuz 1. MC zamanında Niğde'ye gitmiştiniz. 1976 yılı sonlarındaydı. Bozkurtlar size valiyi şikayet ettiler. "Yansız tutum alıyor, bize okulda yaptığımız eylemler nedeniyle disiplin cezaları veriliyor" diye. Siz de hemen valiye giderek, "Sen Bozkurtlara nasıl böyle muamele edersin" diye hakaret etmiştiniz. Sonra da valinin telefonuyla emniyet müdürünün ve alay komutanının,emrindeki bütün kuvvetleri alarak vilayetin önüne gelmelerini emretmiştiniz.

"Hücum Emrini Sen Verdin"

Yanındaki MHP Gençlik Kolları Başkanı ve Yüksek Meslek Okulu Öğrencisi Nusret Altınkaya'ya da "Tüm ülkücüleri topla gel" demiştin, emniyet müdürü ve alay komutanı emirlerindeki kuvvetleri vilayet önüne getirirlerken, Nusret de MHP'lileri toplayıp getirmişti. Sonra dışarıya çıktınız ve toplanan herkese ilericilerin devam ettiği Ticaret Lisesine hücum emrini verdin. Alay komutanı MHP'lilerin niye geldiğini sorunca, "Bunlar Milliyetçi vatansever insanlar, güvenlik kuvvetlerine yardımcı olacaklar" dedin. 100'ün üzerinde tarafsız ve devrimci kişi senin emrin üzerine saldırıya uğradı ve yaralandı.

Sen de valiye hemen bir demeç verdirdin: "Komünistler askerlere ve polislere saldırdı", diye. 100 kişi civarında gözaltına alınanlar oldu bu olayda. Bu anımızı hatırladın değil mi, Sadi Bey?

"Daha Birçok Kişi Açıklama Yapacak"

Şimdilik bu kadarı yeter! Senin gibi birisine bu kadar zaman ayırma değmezdi, ama neyse! Bir kere ayırmış bulunduk.
Size son tavsiyem, hiç olmazsa ağzınızı açmayın. Herkese rezil oluyorsunuz. Şunu da unutmayın: Benden sonra sırada birçok kişi var açıklama yapacak. Yüzünüzün şu anda aldığı şekli görür gibiyim. Ama ne yapalım, faşizmin lideri her yerde aynı. Başınızı kaldırıp biraz baksanız kendi sonunuzu göreceksiniz.

SKİ ARKADAŞLARIMA SESLENİYORUM

Niçin bu açıklamaları Aydınlık gazetesine yaptım? Türkiye'de birçok basın yayın organı olduğu halde Aydınlık'ı seçmem nedendi? Birçok insan bunu düşünüyor. Onların bu sorularını yanıtlamaya çalışayım.
Türkiye'de cereyan eden olaylara baktığımız zaman, (tabii ki bu bakış açısı objektif ve tarafsız olmalı) şunları görüyoruz, tırmanmakta olan anarşi, bazı çevrelerin dediği gibi bir kör döğüşü veya sağ ve sol örgütlerden birisinin kışkırtması da değil, iki kaynaklı olan bilinçli bir tırmanıştır. Bu noktayı tespit ettiğimiz zaman, anarşinin kaynaklarını derinlemesine tespit edebiliriz.

Benim, hakkında açıklamalarda bulunduğum ve uğruna 7 yılımı verdiğim örgüt olan Milliyetçi Hareket Partisi ve onun yan kuruluşu olan ülkucü Gençlik Derneği anarşinin bir kaynağını oluşturmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi, 'Milliyetçi Türkiye', Turancılık', 'Nizam-ı alemi kuracağız' vs. gibi sloganlarla kendisine sempati duyan genç beyinleri ırkçılık ve komünizm düşmanlığıyla şartlandırmakta ve Türkiye'de binlerce insanı kaplayan katliamlara girişebilmektedir.
Ben de bir zamanlar bu fikirlere inandım. Türkeş'in kardeşlik, sevgi gönül seferberliği sloganlarını benimsedim. Ama üst yönetime geldiğim zaman bu sloganların benim gibi genç beyinleri yıkamak için bir taktik olduğunu görebiliyordum. Bu sahtekarlıkları gördükten sonra, bu faşist çelenin, bu cinayet şebekesinin içinde kalamazdım. Demokrasiye inanmış insancıl, kardeşliğe, sevgiye inanan hiç kimse kalamazdı. Ama nasıl kurtulacaktım bu cinayet şebekesinin elinden? Sonunda cezaevine girmeye karar verdim. Bu yolla kurtulabilirdim. Bir müddet sonra beni unutabilirlerdi. Böylece cezaevine girdim ve MHP aleyhine gizli çalışmalara başladım.

Cezaevinden çıkınca bir köşeye çekilip kendimi kurtarma yoluna gitmeye karar verdim. Ama MHP'nin elinden kurtulmak zordu. Her an ölümle burun buruna gelebilirdim. Çünkü Türkeş, Bozkurtlarına yıllar önce yolu göstermişti: "Davadan döneni vurun". İki ay korku içinde yaşadım. Sonunda korkunun ecele faydası yok düşüncesiyle ve daha önemlisi vicdanımın sesine kulak vererek bu açıklamayı yapmayı düşündüm. Halka bu cinayet şebekesinin iç yüzünü anlattığım zaman belki kendimi affettirebilirdim. Çünkü bu cinayet şebekesiyle birlikte halka ben de zulmetmiştim ve bu yüzden vicdan azabı çekiyordum.

Böyle bir açıklama yapmaya karar verince, kim aracılığıyla yapacağım konusu önplana geliyordu. Türk basının durumunu inceledim. MHP'ye düşman olan, onun cinayetlerini açıklayan gazetelere müracaat etmeliydim. Bu mücadeleyi kararlılıkla yürüten basın organlarını dikkatle izlemeye başladım. Sonunda Aydınlık'ta karar kıldım. Çünkü Türk basınında MHP'ye karşı kararlılıkla mücadele eden, onun saldırılarını göğüsleyen, anarşinin iki kaynaklı olduğunu, bunlardan birisinin kaynağının MHP olduğunu cesaretle açıklayan tek gazete Aydınlık'tı. Her şeyden önce ezilen halkın hakkını arayan, anarşiye karşı olan, Türkiye'nin en büyük düşmanının emperyalist Rusya olduğunu, anarşi büyüdükçe Rusya'nın Türkiye'ye müdahale etme imkanlarının çoğalacağını bilimsel olarak açıklayan tek gazete olması dolayısıyla bu açıklamaları Aydınlık'a yaptım.

Açıklamaları Aydınlık'a yapmaya karar verince gittim, kendileriyle görüştüm. Beni çok iyi karşıladılar. Kendilerinden hiç bir şey istemedim. Tek isteğim, açıklamaların yayınlanmasıydı. Kabul ettiler. Açıklamalarım böylece Aydınlık ta yayınlanmaya başladı. Şu anda vicdanen rahatım. Türkiye halkına en iyi şekilde yardımcı olduğuma inanıyorum.

Tüm eski arkadaşlarıma sesleniyorum: Korkmayın, bu cinayet şebekesinin gerçek yüzünü açıklayın! Türkiye halkı bizi bağrına basacaktır.
Yetkili makamlara da şunu söylemek isterim, bu cinayet şebekesi hakkında kanuni işlemler yaparlarsa, kendilerine her konuda yardımcı olacağım. Ama can güvenliğimin sağlanması şartıyla. Bu güvenceyi verdiğiniz taktirde tabii ki samimi olarak her zaman adaletin yanında o'a-cağım. Bu konuda olumlu gelişmeler olursa hemen size müracaat edeceğim. Saygılarımla.

İbrahim Çiftçi

Dul bir kadın olan annen ne yapmaktadır? Seni okutmak için neler çekmişti kimbilir? Ama sen ne yaptın anneni o ihtiyar halinde tüm dertleriyle başbaşa bıraktın. Şimdi Balgat'taki gecekonduda ne yapıyordur, hiç düşündün mü? Senin yanına gelebilmek için gecenin 3'ünde yola çıkarak ta Balgat'tan Mamak'a yayan geliyordur.

Selim Elidemir

Sen katliamdan cezaevine girince anne ve baban ne oldu biliyor musun? İkisi de yatağa düştü. Annen kimsenin yüzüne bakamıyordu. Onlar namuslu insanlardı. Fakirdiler, bir gecekonduda oturuyorlardı ama hallerinden memnundular. Ama sen hiç acımadan onları yıktın. Baban kısmi felç oldu. Annen ise kahrından öldü zavallı. Baban koltuk değnekleriyle görüşüne geliyor. Bir sor bakalım senin beline silah sokanlar yanına gidip halini hatırını soruyorlar mı Mustafa amcanın?

Hanifi Tokgöz

Babanı o ihtiyar halinde bir inşaatın 5. katına kalıp çakarken düşünebiliyor musun Hanifi? Ama ben geçenlerde onu öyle gördüm. Çivilere nasıl hırsla vuruyordu bir bilsen. Ama o çiviyi tahtaya değil, Türkeşlerin, Sadilerin kafasına çakıyor gibiydi. Evet kardeşim, sana para göndere-bilmek için o inşaatın 5. katındaydı baban. Ne yapayım diyordu, lanet olsun böyle evlada, ama et tırnaktan ayrılmıyor ki...

Arif Görünmez

Sen, Bor'un gözbebeği idin. Herkes büyük adam olacak Arif diyordu. Öğretmenlerin babanı ikna etmeye çalışıyordu, aman Arif'i okut diye. Baban da inanmıştı büyük adam olacağına. Biz cahil kaldık türlü yokluklar içinde yaşadık, Arifim yeter ki okusun diyordu. Ben gömleğimi satar ona para yollarım, gece gündüz çalışırım, çırak olurum diyordu Mehmet amca. Ama Ankara'ya gelince işler değişti değil mi? Ali Işıklar seni yanından hiç ayırmıyordu. Ne hinoğlu hindi o. Senin altından girdi üstünden çıktı, seni militan yaptı. Sen ise maceranın heyecanına kaptırmışsın kendini. Ama ne oldu? Sen cezaevine girdin. Sen ve senin gibilerin sırtından Genel Müdür Muavini oldu Ali Işıklar. Ya yanından ayrılmayan Ahmet Ataman? Sana abi diyen her isteğini yerine getiren Ahmet İsa? Seni unuttu değil mi? O ne yapıyor biliyor musun? MHP Gençlik Kollarında ve Türkeş'in gözüne girmek üzere. Sense cezaevinde.

Ali Yurtaslan




ALİ YURTASLAN'IN İTİRAFI ÜZERİNE AÇILAN SORUŞTURMALAR

1. Aydınlık gazetesinin MHP ile ilgili yayınını ihbar sayan, Yüksek Hakimler Kurulu soruşturma açtı. (7 Ağustos 1980)
2. Ankara Cumhuriyet Savcısı Mehmet Elverenli Aydınlık'ın yayını hakkında "uydurma" demediğini tam tersine yayını ihbar kabul ederek soruşturma açtıklarını belirtti. ( 8 Ağustos 1980)
3. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı itiraftaki isimler hakkında soruşturma açtı. (9 Ağustos 1980)
4. İtirafta adı geçen 4 MHP'li tutuklandı. ( 9 Ağustos 1980)
5. Ankara Barosu itirafta adı geçen ve Mamak'taki kaçırma olayına karışan 2 avukat hakkında soruşturma açtı. (10 Ağustos 1980)
6. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığının Mamak Cezaevinden kaçışla ilgili yayınladığı bildiride Yurtaslan'ın açıkladığı isimler yer alıyor. (10 Ağustos 1980)
7. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Aydınlık'tan cezaevinden kaçma olayıyla ilgili bilgileri istedi. (11 Ağustos 1980)
8. Ankara Sıkıyönetim" Komutanlığının idam mahkumu ve Mamak Cezaevi kaçağı Mustafa Pehlivanoğlu ile ilgili yaptığı açıklamada Yurt-aslan'ın itirafında Hukuk Masasında birlikte çalıştıklarını açıkladığı kişilerin kaçışı organize ettikleri belirtiliyor, (19 Ağustos 1980)
9. Adana Sıkıyönetim Komutanlığı itirafı ihbar kabul etti. (21 Ağustos 1980)
10. İçişleri Bakanlığı Nüfus işleri Genel Müdürlüğünce oluşturulan üç kişilik bir komisyon itirafta komandolara sahte kimlik sağladığı belirtilen Mustafa öztürk hakkında soruşturmaya başlanmıştır. (28 Ağustos 1980)
11. Ankara Savcılığı itirafın beş bölümünü daha ihbar kabul ederek soruşturma açtı. (29 Ağustos 1980)
12. Yargıtay Başsavcılığı Sıkıyönetimin MHP hakkındaki suç duyurularını incelemek üzere bir komisyon kurdu. (30 Ağustos 1980)
13. Adana Sıkıyönetim Komutanlığı, itirafta Cevat Yurdakul cinayetiyle ilgili olarak adı geçenler hakkında soruşturma açtı. (3.Eylül 1980)
14. Cumhuriyet Savcılığında MHP hakkındaki dosyaların incelenmesine hız verildi. Cumhuriyet Başsavcılığı Ali Yurtaslan'ın itiraflarına elkoydu ve incelemeye başladı. Başsavcı Fahrettin Kıyak tarafından incelenmek üzere not edilen yayınlar arasında ilk sırayı, Yurtaslan'ın itirafları almaktadır. (5 Eylül 1980)
Türkeş'le Yaptığımız Toplantılar

Türkeş yukarda da belirttiğim gibi, bütün ülkücü kuruluşların yöneticileriyle haftada bir veya onbeş günde bir mutad toplantılar yapar. Ben bu toplantılardan on kadarına katıldım. İlk katıldığım toplantı, ÜGD Kongresinin ertesi günü, yani 18 Mart 1979 günü yapılmıştı. Bu toplantıların nasıl geçtiğine örnek olması bakımından, MHP Genel Merkezinin kurşunlandığı gece saat 23.00'te yapılan bir toplantıyı anlatmak istiyorum.

Bu toplantıya ÜGD Genel Yönetim Kurulu üyeleri, MHP Gençlik Kolları Yönetim Kurulu üyeleri ve MHP Genel Yönetim Kurulu üyeleri katıldı. Basın toplantısı salonunda toplandık. Türkeş geldiği zaman çok öfkeliydi. Partimizin bizim tarafımızdan nasıl olup da korunamadığını sordu. "Eğer bir daha böyle bir şey olursa bunun sonu çok kötü olur. Partinin her tarafına nöbetçiler yerleştirilsin. Bundan sonra böyle bir olayın olmasını kesinlikle istemiyorum" dedi.
Cezaevindeki arkadaşlarımıza çok iyi bakılmasını istedi. "Bunlar bizim canımızdır, kanımızdır" dedi. "Cezaevindekiler ülkücü hareketin bundan sonraki kadrolarıdır. Bunların iyi eğitilmesini istiyorum" dedi.

Türkeş daha sonra ülkenin siyasi durumu hakkında konuştu. Çok dikkatli olmamızı istedi. Yaptığımız işleri en yakın arkadaşlarımızın bile bilmemesini istedi. Beraber çalışacağımız arkadaşların çocukluğundan beri tanıdığımız, bizi satmayacak insanlar olması gerektiğini söyledi.
Türkeş, ülkücülerin dağılmasının sebebinin kendi hatalarından doğduğunu söyleyerek, çeşitli illerde, şubelerde yürüyüşler, geceler düzenlenmesini istedi. Bu eylemlerin moral vereceğini söyledi.

Ayrıca Dokuz Işık doktrini konusunda seminerler verilmesini istedi. Bundan sonra MİSK Eğitim Sitesinde her gün seminerler verilmeye başlandı. Biz Genel Yönetim Kurulu üyelerine özel olarak seminerler verildi. Bu seminerlerde teşkilatlanma, propaganda, kitle psikolojisi, polise MİT'e karşı hangi tedbirlerin alınacağı, bunların içimize nasıl sızdıklarının araştırılması gibi konular işleniyordu.

Türkeş gençlere ve gençlik örgütlerine çok önem verirdi. O her zaman şöyle derdi: "Gençler bu parti sizin partinizdir. Bu milletvekillerini daha bir süre kullanabiliriz, ama bunların yerine gelecek olanlar sizlersiniz. Bu adamlar sizin gibi ocaktan yetişme değillerdir." Gerçekten de bütün ipler gençlik teşkilatının elindedir. Bunları Türkeş idare eder. Aslında teşkilatta bir milletvekiliyle bir ülkücü arasında fark olmadığı söylenir.

Mesela MHP Genel İdare Kurulunda bulunan iki avukat bizimle birlikte çalışırdı. Bunlar bizim girmelerini söylediğimiz davalara girerlerdi. Bir bakıma bizden emir alırlardı.


ETKO'nun Kurulması

ETKO, TİT gibi gizli örgütler. Şevkat Çetin’in Esat Bütün dönemindeki eylem çizgisini eleştirmesi üzerine kurulmuştur. Yukarda da belirttiğim gibi, yakalanmaların sıklaşması üzerine Şevkat Çetin. ÜGD yöneticilerinin aradan çekilmesini, eylemler için ayrı bir grup kurulmasını savunuyordu.
Şevkat Çetin Genel Başkan olur olmaz bu amaçla teşkilatlandırma sekreterliğinde çalışan Ali Uzunırmak'a Ankara çapında bir anket düzenlenmesi görevini verdi. Bu anket bütün yurtlarda ve senitlerde W Lülecekti. Amaç, fikir adamı olanlarla, eylem adamı olanları ayırt ettim ve eyleme yatkın kişileri belirlemekti.
70 kadar soru belirlendi. Bunlar, "Türkiye'nin bugünkü durumu", "Hiç silah kullandınız mı", "Silahınız olsa, karşınıza bir komünist çıksa hemen vurur musunuz" gibi sorulardı. Bu soruların hiç düşünmeye fırsat verilmeden cevaplandırılması isteniyordu. Anket teksir edilerek her ülkücüye verildi ve anında cevaplandırılması istendi. Cevap verenler kağıdın sol üst köşesine adını soyadını yazıyordu.

Bunun dışında semt başkanlarına talimat gönderilerek güvenilir ve gözü kara kişilerin listesinin yapılarak Genel Merkeze gönderilmesi istendi. Anketle, semtlerden gönderilen listeler Genel Merkez tarafından da derlendirildi. Şevkat Çetin eyleme yatkın kişileri 25-30 kişilik gruplar halinde MHP Genel Merkezinde toplayarak konuşma yaptı. Şunları söylüyordu: "Türkiye'nin hali malum. Komünistlerle ülkücüler savaş halindeler. Bizim de görevimiz, komünistlerle savaşmak ve vatanımızı bunlardan temizlemektir. Bu her ülkücünün en büyük vazifesidir. Sizler de artık bu savaşta yerinizi almalısınız. Bunun için de biz haydi dediğimiz zaman hemen harekete geçecek durumda olmalısınız. Her an için bizden gelecek emirleri bekleyin." Bu toplantıların tarihi 1978 sonlarıdır. Bana Şevkat Çetin'in bu konuşmalarını nakleden, sonradan ETKO örgütü içinde bulunan Mustafa Mercan'dır.

Yapılan bu çalışmalardan sonra ETKO kuruldu. Ankara'da ETKO'nun kurucusu ÜGD Ankara Şubesi Başkanı Salih Dayan'dır. Şevkat Çetin'den aldığı emir üzerine ETKO'yu kurmuştur. Bu olay Abidinpaşa'da yakalanan ETKO hücresi mensuplarının ifadelerinde de yer almaktadır, ifadelerde şunlar belirtiliyor: Salih Dayan, Abidinpaşa eski başkanı Necmi İşgören ile birlikte bu bölgeden Mehmet Muti'yi ve Cemal Çelen'i çağırarak, Abidinpaşa'da silahlı bir örgüt oluşturmalarını emrediyor. Bu örgütün adının ETKO olacağını sözlerine ekliyor.

Örgütün görevi. Salih Dayan'ın yapılmasını istediği eylemleri gerçekleştirmek, itamın için kendilerine silah, dinamit gibi malzemeler veriliyor.



Necmi İşgören Hain İlan Edildi

Daha sonra bu sanıklar yakalandığında, Şevkat Çetin bana ETKO'yu Neçmi İşgören'in ihbar ettiğini söyledi. Necmi'den şüphelenilmesi şöyle olmuş: ETKO'cular İçcebeci'de bir kahveyi taramaya gittiklerinde, orada polisin beklediğini görmüşler. Bunun üzerine Necmi'den şüphelenilmiş. Ayrıca şöyle bir olay da anlattılar: Necmi, Mehmet Muti ile polise düştüğü zaman, ona, "Bana hiç bir şey yapmıyorlar" demiş. Oysa Necmi'nin birkaç cinayete karıştığını polis de biliyormuş. Mehmet bunları Genel Merkeze bildirince, Necmi hakkındaki şüpheler kuvvet kazandı. Necmi hain ilan edildi.

Bunun üzerine ETKO sanıkları ifadelerinde Necmi'yi suçladılar. "O emir verdiği için yaptık" dediler Necmi İşgören şu anda Mamak Cezaevinde bulunuyor ve ETKO davasından yargılanıyor. Abidinpaşa başkanı iken çeşitli cinayetlere karıştığı ortaya çıkmıştır. Kendisini cezaevinde de tecrit etmeye kalktılar. Fakat tutukluların birçoğu onu savundu.

ETKO'nun kurulmasında Şevkat Çetin in rolü açığa çıkmadı. İfadelerde adı geçmedi.
ETKO, TİT gibi isimlere gelince. Bunlar daha çok bu gizli örgütlenmeye tabanda verilen isimlerdir. Yukardan çeşitli yerlerde gizli örgüt kurulması, vurucu tim oluşturulması emredilmiştir. Fakat bunların isimlerinin ETKO. TİT vs. olacağının emredildiğini de sanmıyorum. Bu isimler, örgütü kuran kişilerin taktığı isimlerdir.


Bazı Semt Başkanları

Bir kısmı bugün hâla görevde bulunan, ÜGD Ankara Şubesine bağlı bazı semt başkanları şunlardır:

Gülveren semti başkanı: Ali Şalıbazoğlu'dur Bazan yerine Hanifi Zengin bakar. Ali Şalıbazoğlu zannedersem Ulus'ta Gümrük ve Tekel Bakanlığına bağlı bir yerde çalışıyor. 1978 yazında dört ay cezaevinde yattı. Hanifi Zengin ise şu anda Mamak Cezaevinde. Adam öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanıyor.
Hüseyin Gazi semtinin başkanı: Durmuş Ay'dır. İkinci Başkan Mehmet Çermeli'dir. Durmuş Ay İTİA'da öğrencidir. Çermeli şu anda Mamak'ta. Cinayetten yargılanıyor.

Mamak semti başkanı: Hüdai Kuş'tur. Mamak Cezaevinde, otobüs tarama suçundan yatıyor.

Dörtyol semti başkanı: Ümit ölmez'dir. Şu anda Hacettepe Yurdunu taramak suçundan dolayı cezaevinde.

Etlik semti başkanı: Kemal Cankılıç'tır. Cankılıç aranıyor.
Babası K.Maraş'ta başkomiserdir. Zannedersem Maraş'ta, babasının yanında saklanıyor.

Aydınlıkevler semti başkanı: Müslüm Korkmaz'dır. Gazi Eğitim de okur. Adanalıdır.
Hasköy semtini idare edenler: Mustafa Çoban ve Bilal Çoban adlı iki kardeştir. Devamlı cezaevine girmiş çıkmışlardır. Silah yakalatmışlardır.

Şükrüye Mahallesi başkanı: Muhlis Koyuncu'dur.
Ne Mutlu Türküm Diyene
Genelkurmay Başkanı
Genelkurmay Başkanı

Mesajlar: 10368
Kayıt: 29 Eki 2010, 17:26

Re: ETKO'nun Kurulması

Mesajgönderen TurkmenCopur » 19 Nis 2011, 22:50

ÜOD, ÜGD ve ÜYD Hikayesi

ÜOD, ÜGD ve ÜYD bir zincirin halkaları, birbirinin devamı olarak kurulmuşlardır. Hepsi de MHP Genel Merkezine bağlı olarak faaliyet göstermişlerdir. Bunlardan birinin feshedilerek, diğerinin kurulması kamuoyuna başka türlü anlatılmasına rağmen, esas sebep, adli takibattan sıyrılmaktır. ÜOD'nin anarşinin kaynaklarından biri olduğu ve kapatılacağı anlaşıldığı için ÜGD kurulmuştur. üYD'nin kurulması da aynı sebeptendir.

ÜGD kurulduğu zaman, ÜOD'nin başkanı Muhsin Yazıcıoğlu istifa ederek bu derneğin başına getirildi. Ayrıca ÜOD'nin tüm yöneticileri ÜGD Genel Yönetim Kuruluna girdiler. Ülkü Ocaklarının binalarında ÜGD'ler faaliyet göstermeye başladı. Birçoğunun başkanlığına Ülkü Ocakları başkanları getirildi.
ÜGD'nin 1979 Martında yapılan kongresinde. Genel Merkezin Konya'ya taşındığı bildirilmesine rağmen, ÜGD Merkezi Ankara'da Bahçelievler'de MHP Gençlik Kollan binasında faaliyetini sürdürdü. ÜYD'nin Merkezi de Nevşehir'de gösterilmesine rağmen, bu dernek MHP Genel Merkezinde, MHP Gençlik Kollarının bulunduğu eski binada faaliyet göstermektedir.

ÜOD'den ÜGD'ye geçiş şöyle oldu: 1978 Mayısında Ankara Valiliği Ülkü Ocakları hakkında suç duyurusunda bulunduğu zaman, bu dosyayı Ulus'taki Asliye Cezanın birinci hakimi olan Osman Bağbek'e aldırmayı başardık. Osman Bağbek MHP'lidir ve göçmendir. Karısı Mithatpaşa'daki Adliyede savcıdır. Bu da MHP'lidir. Kadın savcı MHP'ye her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu söylüyordu. Kızları da ülkücüdür. Bu kızı Ticaret Turizme biz soktuk.

Suç duyurusundan üç-dört gün sonra ben, Ali Batman ve Av. Hilmi Barlas, Osman Beyin yanına gittik. Ali Batman'ın Ülkü Ocakları Başkanı olduğu dönemdeki suçlardan dolayı dava açılmıştı. Ali Batman ve Hilmi Barlas, Osman Beyle konuştular. Bunlar Osman Beye, "Sen bu dava için beraat kararı ver, dosya Yargıtaydan nasıl olsa bozularak gelir, bu arada kamuoyu yaratmış ve zaman kazanmış oluruz, yeni bir dernek kurarak Ülkü Ocaklarının mallarını oraya devrederiz" dediler. Gerçekten de Osman Bey beraat kararı verdi. Bu karara o zaman herkes hayret etti. Dosya Yargıtaya gitti. Bozularak geldi.

Bu defa Osman bey, Ülkü Ocaklarını kapatma ve Ali Batman'a on ay hapis cezası kararı verdi. Ayrıca hapis cezasını tecil etti.
Dosyanın Osman Beye gitmesini Av. Hilmi Barlas sağlamıştı.

Silahlar Gömüldükleri Yerlerden Çıkarılıyor

1979'un sonlarına doğru, ben cezaevindeyken, ÜGD Genel Merkezinden gelen ikinci bir emirle, silahların tekrar çıkartılmasının istendiğini öğrendim. Bu sırada sık sık MHP'liler öldürülüyordu. Teşkilatta bu ölenlerin intikamının alınması isteği güçleniyordu. ÜGD Genel Merkezinin emrinin bunun üzerine verildiğini duydum. Bu talimatla beraber ÜGD Genel Yönetim Kurulu üyesi olan ve teşkilatlanmada çalışan Ali Uzunırmak 1979 Ekiminde Ankara Şubesi Başkanlığına getirildi. Böylece anarşide tırmanma başladı. Ali Uzunırmak teşkilatta gaddarlığıyla tanınır. 1979 Ekiminden beri Ankara'daki olayların planlayıcısı olarak bilinir. Halen Ankara Şubesi Başkanıdır.

Şu anda Ankara Şubesinin İkinci Başkanlığını yürüten şahıs Aslan isminde biridir. Aslan, Amasya Suluovalıdır. Bir yüksek okulda okumakta ve Şeker öğrenci Yurdunda kalmaktadır.

Ankara Şubesi şu anda Şeker Öğrenci Yurdunda üslenmiştir.
Hasan Çağlayan'ın Genel Başkan olduğu Yönetim Kurulu 1981) Martına kadar görevde kaldı. Bu tarihten sonra ÜYD faaliyete başladı.


art 1979 Kongresi ve Hasan Çağlayan Dönemi

O sıralarda sıkıyönetimin cinayet şebekelerinin üzerine gideceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Genel Başkan Şevkat Çetin'in cinayet şebekeleriyle ilişkisinin açığa çıkacağından korkuluyordu.
I
Resim

Bu durumda olağanüstü kongreye gidilmesi ve Şevkat Çetin'in görevi bırakması kararı alındı.
1979'un Mart avında yapılan kongrede Genel Başkanlığa Hasan Çağlayan getirildi. Şevkat Çetin MHP Genel Merkezinde illegal olarak çalışmaya başladı.
İkinci Başkanlığa Yaşar Yıldırım getirildi. Yıldırım şu anda Ülkü Yolu Derneğinin Genel Başkanıdır. Yaşar Yıldırım 1979'un Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında Anadolu'yu il il gezerek ÜGD şubelerinin teşkilatlanmasında çalıştı. Taşra teşkilatlarının silah ve. malzeme ihtiyaçlarını tespit etti. Mesela ben Niğde'ye gittiğini öğrendim. 1979 Mayısında Niğde ülkücülerinin başkanı. Niğde İmam Hatip mezun . Mümin Niğde' den bana geldi. Malzeme ihtiyaçları olduğunu söyledi. Ben kendisini Hasan Çağlayan la görüştürdüm. Hasan, "Yaşar şu anda Kayseri'de. Niğde'ye gelince onunla konuşun. Ayarlarız" dedi. Mümin bundan onbeş gün sonra Niğde'ye gitmiş. Daha sonra görüştüğümüzde bana şunları anlattı: Yaşar Yıldırım Niğde'ye gelmiş. O sırada Niğde devrimcilerin elindeydi. Çevresi ise ülkücüydü. Yaşar, "Yolları kesin, baskınlar yapın" vs. demiş. İyi çalışmadıkları için eleştirmiş. Yaşar o dönemde kurban derilerinin toplanmasını istiyordu. Deri paralarıyla silah ve malzeme alınacağını söylüyordu.
Ertuğrul Alpaslan irtibatta kaldı.

Teşkilatlandırma Sekreterliğine ise Mahir Damatlar getirildi.

Erdem Şenocak KTKO davasından dolayı aranmaya başlandığı için Hukuk Masasını bıraktı. Ben bu kongrede ÜGD Genel Yönetim Kuruluna resmen yedek üye seçildiğim için Hukuk Masası Başkanlığına getirildim. O zamana kadar Erdem Şenocak'ın yaptığı kaçaklarla ilgilenme görevini Mahir Damatlar üstlendi. Ben Hukuk Masası Başkanlığı görevini. gözaltına alındığım 31 Temmuz tarihine kadar sürdürdüm.




ıkıyönetimin İlanınıdan Sonra ÜGD Faaliyetine İllegal Olarak Devam Etti

ETKO ile ilgili tutuklamalar sadece Salih Dayan'ın değil, hemen bütün Ankara Şubesinin kaçak duruma düşmesine yol açtı. Bu tutuklamalar sırasında ÜGD Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi ve ETKO'nun Abidinpaşa sorumlusu Necmi İşgören'in ÜGD ile ilgili bütün bilgileri polise verdiğini öğrendik. Bunu bize Şevkat Çetin söyledi. Ankara Şubesinin dağıtılmasını ve bütün yönetim kurulu üyelerinin Ankara'yı terketmeşini istedi. Benini dışımdaki herkes Ankara'yı terketti.
Ben, benim ve Edip Doğan’ın ne yaptığımızı bilmediğini söyledim.

Bunun üzerine ben Ankara'da kaldım. ÜGD Genel Yönetim Kurulunda illegal olarak çalışmaya başladım..
Bu olaylar sıkıyönetim ilanından sonraki gelişmelerdi. Böylece ÜGD teşkilatlarının dağıtılmasını, sıkıyönetime yardımcı olmak olarak kamuoyuna tanıttılar. Oysa Ankara Şubesinin dağıtılmasının sebebi, yukarda belirttiğim gelişmelerdi. Kaldı ki, ÜGD teşkilatlarının hiç biri kapatılmadı. İllegal olarak çalışmalarını sürdürdüler. 1979'un Mart ayında yapılan kongrede ÜGD Genel Merkezinin Konya'ya taşındığı söylendi. Oysa bu dernek Ankara'da Bahçelievler'de faaliyetlerini sürdürdü. (MHP Gençlik Kolları binasında.) Dağıtıldığı söylenen ÜGD Ankara Şubesi ise, MHP Çankaya İlçe binasında faaliyet gösteriyordu.

Türkeş: "Sıkıyönetim Bize Karşı, Silahları Gömün"

1979'un Ocak veya Şubat aylarında MHP Genel Merkezinden bütün teşkilatlara gelen bir tamimde, sıkıyönetim döneminde hiç bir olaya karışılmaması, silah dahi taşınmaması ve elimizdeki bütün malzemelerin gömülmesi emrediliyordu. Ayrıca çok mecbur kalınmadıkça silah kullanılmaması, para toplanmaması, adam dövmek gerekiyorsa sadece dövmekle yetinilmesi isteniyordu. Yine bütün ülkücülerin eğitim yapması ve kendini iyi bir ülkücü olarak yetiştirmesi de belirtiliyordu. Bu emir direkt olarak Türkeş'ten gelmişti. Bu talimattan sonra Yaşar Yıldırım geçici olarak Ankara Şubesi Başkanlığına getirildi ve talimatı bütün teşkilatta uygulamakla görevlendirildi. Yaşar Yıldırım 1979 Ocak-Mart aylarında bu görevde kaldı.

Genel Başkan Şevkat Çetin, konusu sıkıyönetim olan bir Genel Yönetim Kurulu toplantısında şöyle diyordu: "Başbuğ'un bize bildirdiğine göre sıkıyönetim bize karşı ilan edilmiştir. Eylemlere devam edersek çökebiliriz. Bunun için her türlü eylem kesinlikle yasaklanmıştır. Siz bunun denetimini yapacaksınız. Böylece bize karşı ilan edilen sıkıyönetim komünistleri ezmek zorunda kalacaktır. Tüm silahlar ve çeşitli malzemeler hemen ortadan kaldırılmalı, hatta gömülmelidir."
Gerçekten de silahlar o dönemde gömüldü. Hatta bu olay çeşitli ifadelerde geçmektedir. ETKO davasında bazı sanıklar, "Bize emir geldi. Silahları gömün diye. Biz de gömdük" dediler. Gerçekten de 8-10 silah polis tarafından gömülü oldukları yerde bulunmuştur.

Salih Dayan'ın Ankara Şubesi Başkanlığı

Esat Bütün'den sonra Ankara Şubesi Başkanlığına Salih Dayan geldi. Buna önce Şevkat Çetin talip olmuştu. Fakat o Genel Başkan olunca, Dayan Ankara Şubesi Başkanı oldu. Salih Dayan 1978 Ağustosundan 1979 Ocağına kadar bu görevde bulundu. Direkt olarak Şevkat Çetin'e bağlıydı.
Salih Dayan döneminde İkinci Başkan Mehmet Yamtarçelik idi. Bu illegal olarak görevliydi. Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi olarak biliniyordu. Fakat İkinci Başkan olduğunu sadece biz biliyorduk.

Bu dönemde Genel Merkezin de yardımıyla, semtlerden gelen her istek karşılanıyordu. Silah ve malzeme ihtiyacı olanlar doğrudan Salih Dayan'a geliyordu. Dayan, gerek gördüğünde bunları Yamtarçelik'e gönderiyordu. Esat Bütün dönemindeki bölge başkanlığı sistemi kaldırılmıştı. Semtler direkt olarak Ankara Şubesine bağlanmıştı. Semt başkanları Ankara Şubesine her hafta gelirler ve ihtiyaçlarını bildirirlerdi. Tüm teşkilat başkanlarına silah Ankara Şubesinden verilirdi. O dönemdeki bütün olaylar Salih Dayan'ın ve Mehmet Yamtarçelik' in bilgisi dahilinde olmuştur. Bu dönemde malzemeler genellikle Yüksek öğretmen Okulundan verilmiştir.

Muzaffer Üstünel'in öldürülmesi dolayısıyla Vedat Veligüven yakalanınca, Mehmet Yamtarçelik kaçmaya başladı. İkinci Başkanlık görevi Ayhan Ünal'a verildi. Ayhan Ünal İkinci Başkan olduktan sonra silah ve mermi işlerine o bakmaya başladı.
Bu sırada ETKO davasından dolayı Salih Dayan'ın da adı polise verildi. Dayan da kaçak duruma düştü. Başkan olarak sadece Ayhan Ünal kaldı.


Doğan Öz ve Zafer Üstünel'i Öldüren Silahları Yamtarçelik Sakladı.

Salih Davan'ın Ankara Şubesi Başkanlığı döneminde yönetim kurulu üyeleri ve işbölümü şöyleydi:

Başkan: Salih Dayan

İkinci Başkan: Önce Ünal Osman Ağaoğlu idi. Mamak katliamı için Site Yurdundan otomatik silah verdiği açığa çıktığı için kaçmak zorunda kaldı. Yerine Mehmet Yamtarçelik İkinci Başkan oldu. Bunun ikinci başkanlığı döneminde Anayasa Mahkemesi ve Danıştay bombalandı. Salih'in emriyle çeşitli semtlere silah ve diğer malzemelerden verdi. Doğan Öz un ve Zafer üstünel'in öldürülmesinde kullanılan silahları sakladı. Zafer Üstünel'in öldürülmesi emrini verdi. Bu olaylardan aranmaya başlayınca 1978 Aralığında ikinci başkanlıktan ayrılarak kaçmaya başladı. Su anda cezaevinde ülkücülerin, Selahattin Arpacı'dan sonra baskanlığını yapıyor.

Muhasip Ali... : Genel Merkezden aylık bütçe alırdı. Ayrıca semtlerde toplanan paralarla satılan dergilerin parası direkt olarak buna gelirdi, i 1178 yazında Ankara Tekel mutemedi soyulduğu zaman para buna gelmişti. Ankara Şubesinin 2,5 milyon lira olan aylık harcamasını finanse etmekteydi. Şu anda Samsun ÜYD Başkanıdır. Ticaret Turizm mezunudur

Battal Aslan: Yenimahalle, Demetevler, Şentepe sorumlusu idi. Bu bölgede yapılan her eylem bunun tarafından gerçekleştirilmiştir.

Emrinde olanlar:

Demetevler ÜGD Başkanı Hakan Şencan Koçoğlu, Yenimahalle Başkanı Recep Çelen'dir, Şentepe Başkanı Atilla Murathanoğlu. Hakan Şencan ve Recep hakkında şu anda gıyabi tevkif kararı vardır. Ayrıca Hakan Şencan Koçoğlu için Genel Merkez gizli bir tamim yayınlayarak. hain olduğunu ilan etmiştir. Bu tamim Türkiye'nin her yanına iletilmiştir. Battal Aslan Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulundan atılmıştır. Şu anda MHP Adana Merkez İlçe Sekreteridir.

Sabri Yazılıtaş: Keçiören-Aktepe ve civarı sorumlusudur. Bu bölgede olan tüm olaylar bundan sorulur. Görevi Cemal Erikel'den almıştır. Cemal, Keçiören ÜGD'ye dinamit ve fitil vermiş, bunlar yakalanınca kaçmaya başlamıştır. Şu anda arandığı halde Keçiören'dedir. Sabri Erkek Teknik Yüksek öğretmen Okulundan mezundur.

Ayhan Ünal: Altındağ Ziraat Mahallesi, Etlik, Senatoryum bölgesi sorumlusudur.

Necmi İşgören: Abidinpaşa, Akdere, Mamak, Gülveren bölgesi sorumlusudur. Şu anda ETKO davasından dolayı cezaevindedir.

İbrahim ve Fahrettin Türüdü: İki kardeştirler. Türközü-Topraklık bölgesi sorumlusudıırlar. Fahrettin şu anda cezaevindedir.

Ali Kuzencik: İbrahim Çiftçi 'den sonra Ulus bölgesi sorumluluğuna getirildi. Ulus'un kesinlikle ele geçirilmesi isteniyordu. Bunun için Ticaret Turizm Yüksek Okulu Ali'nin emrine verildi. İstediği zaman okulu Ulus'a yığıyordu. DTCI öğrencisiydi. Adana’nın Yavuzlar Mahallesindendir.

Mehmet Kundakçı: Yurtlar sorumlusuydu. Aynı zamanda silah ve malzeme işlerinde Yamtarçelik'e yardımcı oluyordu. Yurtlardan semtlere silah verilmesi gerektiği zaman Mehmet kanalıyla veriliyordu. Şu anda cezaevindedir. ETKO sanıklarını saklamak. Aktaş Başkanı Muştala Çürük'e 7 adet silah vermek (silahla yakalandı), Bahçclievler'de 7 TİP'linin öldürülmesi olayında gözcülük yapmak suçlarından yargılanıyor. Turizm Ticaret Yüksek Okulu öğrencisi.

Turan Demirkıran: Bahçelicvler sorumlusu. Şu anda 7 TİP linin öldürülmesinden yargılanıyor. Ticaret Turizm Yüksek Okulu öğrencisi.

Nidai Seven: Emek ve Beştepe semti sorumlusu. Mehmet Zeki Yüzgeç'le birlikte çalışır. (Birçok olaydan dolayı aranıyor. Şu anda Bahçe-lievler'de.) Nidai'nin zamanındaki birçok olaya bizzat katıldığı söylenir. Şu anda Emek Bankacılıkla öğrencidir.

Armağan Yılmaz: Site Yurdu sorumlusuydu. Daha önce Nenehatun Yurdundayken birçok olaya karışmıştır. Site Yurdunda Denizciler bölgesi ülkücülerinden Ahmet Suat Güveren'e bomba vermekten aranıyordu. örtbas edildi.

Mustafa Görüryılmaz: Liseler, Hukuk, Siyasal, Eğitim Fakültesi, Ziraat, Veteriner sorumlusu. Bu okullardaki eylemler bunun emriyle yapılmıştır.

Yunus Dümen: Beşevler bölgesi okulları sorumlusuydu. Aynı zamanda Gazi Eğitim öğrenci Derneği Başkanıydı.

Ben ve Edip Doğan: Hukuk Masası.

Erol Dinç: Hastanelere bakardı.

Bu şahıslar direkt olarak Salih Dayan'a bağlı olarak çalışırlardı. Ayrıca her semtin sorumlusu vardı. Bu semt sorumluları da yukardaki şahıslara bağlıydı.


Cinayet Şebekelerini Yönlendirenler

Abdullah Çatlı dan sonra Ankara Şubesi Başkanlığını- Esat Bütün yaptı. Bu dönemde İkinci Başkan Mahmut Korkmaz'dı.
Esat Bütün döneminde bölge başkanlığı sistemi vardı. Ankara Şubesi ile semtler arasında bölge başkanları vardı. Bu bölge başkanlığı dolayısıyla bütün işler fiyaskoyla sonuçlandı. Esat yaptıracağı işleri direkt olarak yaptırmıyor, bölge başkanları aracılığıyla yaptırıyordu. Polis bölge başkanlarını veya semt başkanlarını çekince bütün yapılanlar açığa çıkıyordu. Bu yüzden pek çok adam yakalandı. İs yaptıracak adam bulmakta zorluk çekiliyordu. Teşkilata büyük bir güvensizlik yayıldı. Ayrıca yine bu dönemde aşağıdan devamlı para istendi. Böylece Ankara Şubesi teşkilat özelliğini kaybetmeye, dernekleşmeye başladı.
Bu dönemde Şevkat Çetin idi) Genel Merkezinde teşkilatlandırma sekreteriydi. İşlerin kötü gitmesi üzerine, Ankara Şubesi Başkanlığına talip oldu. Fakat daha sonra ÜGD Genel Başkanlığına oynamaya başladı. Bu sırada teşkilat içinde liderlik mücadelesi cereyan ediyordu. Biz bu sırada Hukuk Masasında görevliydik. Biz de cezaevlerinden adanı kaçırma olay kırından sonra. Ali Kaçar'la aramızda çıkan anlaşmazlık dolayısıyla onu ekarte etmek istiyorduk. Erdem Şenocak ve Ali Durdusal'ın Genel Merkez Yönetim Kuruluna alınmasını isteğimizi Şevkat Çetin'e bildirdik. Bu isteğimiz yerine getirildikten sonra. Şevkat Çetin'in Genel Başkan olmasına yardımcı olacağımız konusunda kemlisine teminat verdik.

Ertuğrul Alpaslan ve Mahir Damatlar da, Şevkat Çetin Genel Başkan olmazsa görevi bırakacaklarını söylediler. Ertuğrul da o dönemde ÜGD Genel Yönetim Kurulu üyesi idi. Teşkilatlandırmada, Şevkat'ın emrinde çalışıyordu. Anarşi islerine bakıyordu. Şevkat Çetin in teşkilatlandırma sekreteri olarak yurt çapında kurduğu cinayet şebekeleri Ertuğrul Alpaslan'a bağlıydı. Ertuğrul. teşkilatlandırma sekreterliğinde Şevkat Çetinden sonra gelen ikinci adanı olarak tanınıyordu.

Teşkilat içindeki bütün silahlar ona geliyordu ve Ankara Şubesine silah lazım olduğu zaman direkt olarak onunla temas kuruluyor, onun gönderdiği yerlerden silah alınıyordu. Şevkat Çetin, Ertuğrul Alpaslan ve Erdem Şenocak, teşkilatın kuvvetli adamlarıydı. Cinayet şebekelerini ve kaçakları bu üçlü yönetiyordu. Şevkat Çetin'in bu unsurlara dayanması ve cinayet şebekelerine hükmetmesi dolayısıyla, teşkilat içinde kendisinden çekinilirdi.

Benim bildiğim, teşkilat içindeki cinayet şebekelerini ilk olarak Salih Dayan ve Haldun Taşova yönetiyordu. Salih Dayan'ın anarşi işlerine baktığından yukarda sözettim. Haldun da, ÜGD eski Genel Yönetim Kurulu üyesiydi. Bunlardan sonra cinayet şebekeleri Şevkat Çetin'e bağlandı. Ertuğrul Alpaslan'ı da Şevkat yetiştirmiştir.

Böylece teşkilat içinde çeşitli kişilerin yaptıkları baskılar ve dayandığı kuvvetler dolayısıyla, Kasım 1978'de yapılan kongrede Şevkat Çetin ÜGD Genel Başkanlığına seçildi. Çetin Genel Başkan olduktan sonra, Esat Bütün döneminde teşkilat içinde yayılan güvensizliği silmek amacıyla çalışmalara başladı. Bütün suçu şahıslara yükleyerek teşkilatı kurtarma yolunu tuttu. Ankara Şubesinin tekrar güven kazanması için teşkilata çeşitli vaatlerde bulunuldu. Silah, malzeme gibi her istekleri karşılanmaya başlandı. Şevkat Çetin "Ankara Türkiye'nin kalbi demektir. Ankara Şubesi teşkilatın güvenini kazanmalıdır" diyordu. Yine Çetin, "Teşkilata yeni bir hava, yeni bir yön verelim" diyordu.

Böylece bütün suç Esat Bütün un sırtına yıkıldı. Ayrıca eski Ankara Şubesi Başkanı Şahin Yıldırım da suçlandı. Adeta hain ilan edildi. Hatta Şahin Yıldırım'a Maltepe'de meydan dayağı atıldı. Yükselişe sokulmadı. Kendisine "Ankara'dan defol git" dendi. Üç, dört ay sonra teşkilat toparlanınca bağrımıza bastık. Ankara'da semt ve yurt başkanları toplanarak Şahin Yıldırım'ın değerli bir ülküdaş olduğunu ve kendisine yanlışlık yapıldığı söylendi.
Şevkat Çetin, Esat Bütün döneminde araya kademe sokulması dolayısıyla birçok cinayetin açığa çıktığını, önüne gelen her şalısın beline silah sokulduğunu da eleştiriyordu.

Çetin şöyle diyordu:

"Esat cinayet emrini yönetim kurulundan birine söylüyordu. O, bölge başkanına, bölge başkanı semt başkanına, semt başkanı da o semtten birine. Böylece olay hemen açığa çıkıyor. Abdullah Çatlı ise öyle yapmıyordu. Direkt iş yapacağı adama emri kendi veriyordu." Bu eleştirilerle birlikte Şevkat Çetin, teşkilat başkanlarının aradan çıkmasını ve hücreler kurulmasını önerdi. Böylece ilerde daha etraflı anlatacağım ETKO, TİT gibi örgütler ortaya çıktı.

Şevkat Çetin ayrıca şöyle diyordu:

"Tek bir mermiyi boşa atmayalım. Artık bunların beyin takımını hedef alalım. Bir semtte devrimcilerin elebaşısı kimse o hedef alınmalıdır. Bu, onların kolunu kanadını kırıyor. Emir verenleri yönlendirenleri vuralım. Sıradan devrimcileri vurunca onları militanlaştırıyoruz." Bu konuşmalardan sonra da devrimcilerin önderleri hedef alınmaya başlandı.

Çetin, Genel Başkanlığı döneminde teşkilata tamim göndererek hukuki seminerler verilmesini istedi. Ayrıca poliste konuşanlara cezaevinde yardım edilmeyeceğini yaydı. Avukatlar yurtlarda seminerler düzenleyerek poliste nasıl davranılacağını anlattılar.
Yine Şevkat Çetin döneminde ve daha önceki Muhsin Yazıcıoğlu döneminde devrimci örgütlerin içine ajan sokuldu. Fakat bunların kim olduğunu bilmiyorum.
Şevkat Çetin döneminde İkinci Başkan Burhan Kavuncu idi. Ama bir yönetim kurulu üyesi kadar değeri yoktu. Daha çok eğitim faaliyetleriyle ilgilenirdi. Genel Sekreter Behçet Kemal Gürsoy, Genel Muhasip ise Vecdet Şendil idi. Bu illegal görevliydi. Legal olarak ise Ahmet Yıldırım görevliydi. İrtibata Ertuğrul Alpaslan bakıyordu. Teşkilatlandırma Sekreterliğine ise önce Yaşar Yıldırım, sonra da Ali Uzunırmak bakıyordu.


İskender Karyağdı MİSK'te Bomba Yaparken Parçalandı

İskender Karyağdı yakın tanıdığımdı. Zannedersem 1979'un Temmuz ayında MİSK Eğitim Sitesinde Mustafa Arıcak'la bomba yaparken, bombanın patlaması sonucu parçalanarak öldü. Mustafa Ancak ağır yaralı olarak Numune Hastanesine kaldırıldı.

MİSK Genel Başkanı Mete Beşen bizi toplayarak hastaneye götürdü. Amacımız Arıcak'ı hastaneden kaçırmaktı. Mete Beşen, Mustafa'nın konuşmasından ve olayın açığa çıkmasından korkuyordu. Hastaneye gidince Mete Beşen hemen sedyeye sarıldı ve götürmeye kalktı. Polisler buna izin vermedi ve bizi gözaltına almaya kalktılar. Biz kaçtık. Hastane içinde bir kovalamaca oldu. Arıcak bir süre sonra öldü.

Mete Beşen önce bombanın dışarıdan atıldığını açıkladı. Fakat bombanın içeride patladığı belliydi.
İskender Karyağdı arkadaşım olduğu için üzgündüm. O gece içmek için Saray Pavyona gittim. Biraz sonra Mete Beşen ve MİSK kurmayları oraya geldiler. Çok neşeli idiler. Garsondan öğrendiğime göre 96 bin lira hesap vermişler. Ertesi gün Mete Beşen yaptığı basın toplantısında, İskender Karyağdı'nın Pol-Der'li polisler tarafından kiralanmış bir ajan olduğunu, MİSK'i anarşinin içinde göstermek amacıyla buraya yerleştirildiğini söyledi.

Albayrak Kıraathanesi Muhsin Yazıcıoğlu'nun Emriyle Bombalandı

13 Nisan 1978 günü DMMA (Yükseliş) önündeki bir arabanın bagajında bomba patladı. Birkaç gün sonra da Albayrak Kıraathanesi bombalandı.
Albayrak bombalanmadan bir gün önce, akşam biz ÜGD Genel Merkezinde oturuyorduk. Muhsin Yazıcıoğlu Yükselişten gelecekler olduğunu, gelirlerse kendisini telefonla aramalarını söyleyerek çıktı. Bize bir telefon numarası bıraktı. Gece 23.00 civarında Yükselişte okuyan birkaç kişiyle birlikte, yine Yükselişten Mahmut Somuncuoğlu ve Yaşar Yıldırım geldiler. Muhsin Yazıcıoğlu ile görüşeceklerini söylediler. Biz de, "Size bir telefon numarası bırakarak ayrıldı. Oraya telefon edin" dedik. Dernekten telefon ettiler. Yaşar Yıldırım, "Yükselişte bizden başka kimseyi okutmayacağız, onlara Yükselişi mezar edeceğiz" şeklinde konuşuyordu. Sonra da, "Tamam, her şeyi ayarladık. Kararlaştırdığımız gibi yarın bu iş olacak" dedi ve telefonu kapattı. Hep birlikte çıktılar. Ertesi gün Albayrak bombalandı.
Bu olaydan sonra bir sohbet sırasında Ülkücü İşçiler Derneği Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve Yozgat MHP İl Başkanının kardeşi Vedat Bacanlı, "Yapan belli olduğu halde bu olaylar ortaya çıkmadı. İkisini de aynı şahıs yaptı. Oğlana helal olsun cesur çocukmuş" şeklinde söz etti. Vedat Bacanlı şu anda Hukuk Fakültesine devam etmektedir.


Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın Bombalanmasını M. Yamtarçelik Planladı

Anayasa Mahkemesi ve Danıştayın bombalanması emrini Salih Dayan vermiş, planları Mehmet Yamtarçelik yapmıştır. Fakat bombalama eylemini kimin yaptığını bilmiyorum. Buraların bombalanması konusunda bunlara talimatın Şevkat Çetin den geldiğini tahmin ediyorum.
Önce- Mehmet Yamtarçelik'le birlikte, o sırada Ankara Şubesinde bulunan 06 KN 535 plakalı Renault marka arabayla. Anayasa Mahkemesi ve Danıştayın her tarafını gezdik, inceledik. Yamtarçelik çeşitli planlar çıkardı. Arabayı kullanan şoför Bora Tuzcuoğlu idi.

Bu ön çalışmanın arkasından Anayasa Mahkemesi ve Danıştay bombalandı. Daha sonra Yamtarçelik bir sohbet sırasında, bombalamada 450'lik TNT'ler kullanıldığını söyledi. Bunlar bir kutuya, demir muhafazalar içine konmuş. TNT'nin alt ve üstüne demir parçaları vb. yerleştirilmiş ve üzeri ziftlenmiş. Buna geliştirilmiş TNT deniyor.

Türkeş, olaydan sonra çok üzüntü duyduğunu basına açıkladı ve yapanları lanetledi. Oysa bu eylemler ülkücüler arasında çok iyi karşılandı. Çünkü Danıştayın ülkücülere karşı olduğu şeklinde bir kanı vardı.

Bu bombalama olayları açığa çıkmadı. Sadece Savaş Çalışkan ve iki arkadaşı İskenderun'da yakalandılar. Sonradan delil yetersizliğinden beraat ettiler. Eylemi bunların yapıp yapmadıklarını bilmiyorum. Savaş Çalışkan İskenderun Ülkücü İşçiler Derneği Başkanıydı.
Bir keresinde de M. Yamtarçelik'le Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünün çevresini dolaştık. O zaman da Genel Müdürün öldürülmesini planlıyordu. Gece arabadan indik. Niğde Yurduna girdik. Daha sonra dışarı çıkarak yurdun çevresini dolaştık. Tekrar içeri girerek Kredi ve Yurtlar Kurumunun planını çizdik. Bu arada Yamtarçelik, Niğde Yurdunda kalan, Kredi ve Yurtlar Kurumunda çalışan ismini bilmediğim birkaç kişiyi çağırarak, "Genel Müdürün odası kaçıncı kattadır, nerededir" vs. gibi sorular sordu. Daha sonra Niğde Yurdundan ayrıldık.

Fakat bu eylemin yarım kaldığını ve Genel Müdüre bir şey yapılamadığını zannediyorum.
M. Yamtarçelik daha sonra yakalandı, fakat bu olaylar açığa çıkmadı. Ancak Zafer Üstünel'in öldürülmesi olayındaki suçunu kabul etti. Üstünel'in öldürüldüğü günlerde, o semtin başkanı olan M.Yamtarçelik, Hüseyin Kocabaş ile Murat Özdemiralp'e, "Demirlibahçe semtinde komünistleri yaşatmayacağız. Bunun için birkaç komünisti öldüreceğiz" şeklinde talimat veriyor. Ve Zafer Üstünel bu talimat gereğince öldürülüyor. Vedat Veligüven yakalanıncaya kadar bu durum bilinmiyordu. Fakat Veligüven yakalandıktan sonra bu cinayetin M. Yamtar-çelik'in talimatıyla işlendiği ortaya çıktı. Veligüven ayrıca silahı Yamtarçelik'ten aldıklarını söylüyor. Ayrıca silahı olaydan sonra yine ona verdiklerini itiraf ediyor. Yamtarçelik bunun üzerine kaçmaya başladı. 1979 Mayıs veya Haziranında yakalandı. Halen cezaevinde. Salih Dayan ise kaçak.
Silahlar Nereden Geliyor ve Nasıl Saklanıyor

MHP, silahlan daha çok Karadeniz illerinden sağlıyor. Amasya, Tokat, Samsun, Ordu, Trabzon gibi illerimizden geliyordu. Buradaki imalatçılara Türk yapısı silahlar yaptırılıyordu. Mermilerin çoğu da dolma mermiydi. Ayrıca Hatay, Gaziantep, Maraş gibi güney illerimizden de silah geliyordu. Abdullah Çatlı birkaç defa bizim yanımızda çeşitli kişileri Karadeniz bölgesinden silah almaya gönderdi.

1978 yılı içinde bir kere Erdem Şenocak'ı gönderdi. Bir kere de Burak Eke gitti. Yine 1978 yılı içinde Bilal Demir, memleketi olan Tokat'a gönderildi. Giderken kendisine 300 bin lira para verilmişti. Bilal Demir'in şu anda cezaevinde olduğunu zannediyorum.

Bunların dışında Kıbrıs'tan deniz yoluyla silah geldiğini de biliyorum. Şevkat Çetin ve Erdem Şenocak'la beraber Seyranbağları'ndaki evde kalırken, bir gün Şevkat bana gece saat 1'de ÜGD Genel Merkezine gitmemi ve orada bulunan bir şahısla parolalı olarak görüşerek, vereceği şeyleri kendisine getirmemi istedi. Ben 4'de gittim ve kendisini Ahmet olarak tanıtan şahısla birlikte Esat'ta bir eve gittik. Bu evi tam olarak hatırlamıyorum. Fakat zannedersem Bilir Sokaktaydı. Burada bana verilen valizi alarak bizim eve götürdüm.

Valizi açtık. İçinden on tane Smith-Watson tabanca,iki polis telsizi, çeşitli çap ve markalarda tabancalar, mermiler çıktı. Silahların kabzalarında halka vardı. Birkaç tanesinin de kabı vardı. Ben Şevkat Çetin'e silahların ordu malına benzediğini söyledim. O da Kıbrıs'tan deniz yoluyla geldiğini söyledi. Sonradan bunları Erdem Şenocak bizim büroya götürdü. Masaya koyduk.

Silahlar bir ara ilk olarak MHP Genel Merkezine gelirdi ve orada bulundurulurdu. Burada bavullarda ve kasada saklanırdı. Buradan yurtlara dağıtım yapılırdı. Yurtlardaki silahların bir kısmı da semtlere gönderilirdi.

Silahlar Niğde Yurdunda gömme dolapların altında saklanırdı. Nene-hatun Yurdunda ise kalorifer dairesinde ve benzinlikte saklanırdı. Yüksek Öğretmen ve Site Yurtlarında, çatı arasında gizlenirdi.

Ayrıca aile olarak kalınan birçok evde de silah saklanırdı. Bunlardan biri, polis Kemal Yazıcıoğlu'nun Ankara'daki eviydi. Yazıcıoğlu Bitlis'teyken, kansı Ankara'da, Sıhhiye de Strazburg Caddesinin arkasında oturuyor ve Seyran Huzurevinde çalışıyordu.

Bu eve, Kemal Yazıcıoğlu'nun yeğeni Bora Tuzcuoğlu vasıtasıyla bir valiz silah gönderdik. Bu valiz sıkıyönetim ilanına kadar dört, beş ay bu evde kaldı. Bora aynı dönemde Ankara Şubesinin KN 535 Renault marka arabasının şoförüydü.

Demirtepe'deki ÜGD Genel Merkezinin asansörünün üst boşluğunda da devamlı olarak iki tane otomatik silah bulunurdu. Bu silahlar Genel Merkeze yapılacak bir baskına karşı orada hazır bulundurulurdu. Sekizinci katta çatıya açılan kapının anahtarı bizde bulunurdu. Bazı evraklar da oraya konuyordu.
Ayrıca MHP Genel Merkezinin yanında ahşap kulübemsi bir yer vardır. MHP'ye bağlı yan kuruluşların evrakları burada saklanır.


CHP'li Bakanlara İstifa Etmeleri İçin Ağırlığınca Altın Teklif Eden Kuyumcu Hasip

Ankara'da Anafartalar Caddesindeki Tuğ ve Tuğra adlı kuyumcu dükkanlarının sahibi Hasip adlı şahıstır. Bu şahıs MHP'lidir ve MHP'yi maddi bakımdan büyük ölçüde desteklemektedir. MHP'nin ve ÜGD'nin tüm işlerinde kefil olur. Ayrıca çeşitli soygunlarda çalınan mücevherler bunun tarafından paraya çevrilir.
Hasip'in yine Anafartalar Caddesindeki Temiz İş adlı kuyumcu dükkanının sahibiyle de ilişkisi vardır. Bu şahıs da MHP'Iidir. Ülkücü Esnaflar Derneğinin ya başkanlığını yapmıştır, ya da yönetim kurulunda görev almıştır.

Hasip zannedersem Samsunludur. Ben kendisiyle 1978 yılı içinde Şevkat Çetin aracılığıyla tanıştım.
Hasip, CHP iktidarı döneminde iki CHP'li bakana ağırlıklarınca altın teklif ederek istifa etmelerini sağlamaya çalışmıştır.

Bu o zaman basına da yansımıştı. Fakat altın teklif edenin Hasip olduğu açıklanmamıştı. Bu bakanlardan biri galiba Metin Musaoğlu idi. Bunu bana bizzat Hasip söyledi. Bundan iki ay kadar önce kendisiyle bir görüşmemde, yine piyasanın çok kötü olduğundan şikayet ediyordu. Bu sefer de AP iktidarını yıkacak bir bakana ağırlığının iki katı altın verebileceğini söylüyordu.


Pavyonlardan Haraç Toplayanlar

Ülkü Ocakları Derneğinin ilk başkanı ve kurucu üyesi Sahir Solmazdır. Bu adam Ankara'da Maltepe'deki pavyonlardan haraç alma işleriyle uğraşıyordu. Bu işi o sırada kapıcılık yapan Tortaş isimli biriyle beraber yapıyorlardı. Ayrıca bunların bu iş için kurdukları bir de grupları vardı.


Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun Sivaslılara Kurdurdukları Soygun Çetesi

Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu Sivaslıdırlar. Bunlar 1978 yılı içinde Sivaslı olan Fatih Hüseyin İpek ve Adil Bakır'ı çağırarak, teşkilatın paraya ihtiyacı olduğunu, bunun için ağzı sıkı ülkücülerden bir grup kurmalarını ve bu grupla çeşitli soygun ve gasp olaylarına girişmelerini isterler. Fatih Hüseyin İpek teklifi kabul ederek bir grup kurar ve soygunlara başlar. Silahları Muhsin Yazıcıoğlu verir. Bunlar birkaç ev soyarak maddi bakımdan güçlenirler. Yaptıkları soygunların paralarını Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu'na aktarırlar. Bu arada Kayseri'de, Sivas' ta, Samsun'da. Ankara Demetevler'de, Eskişehir'de evler tutarlar.
Bunlar 1978 Mayıs veya Haziranında Etimesgut'ta bir eve girerek 5 kg. altın. 100 bin TL. para ve çeşitli mücevherler alırlar, kaçarlarken polis peşlerine düşer. Adil Bakır yakalanır. Fatih ve yanındakiler bir polisi rehin alarak takas yapmak isterler. Polisler bunu kabul etmeyince, rehin aldıkları polisi vurarak kaçarlar. Adil cezaevine girer. Fatihler soygunlara devam ederler.

Bu arada Fatih, Sivas'ta meydana gelen katliam girişiminde yer alır. Alibaba Mahallesine saldıranlar arasında Fatih de vardır. 1978 sonlarındaki Sivas olaylarını Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu tertiplemişlerdir. Yazıcıoğlu Sivas'a giderek olaylara bizzat önderlik etti. Fatih sonradan bana Sivas olaylarını anlatırken, Muhsin Yazıcıoğlu'nun bizzat başlarında olduğunu ve kendilerini tahrik ettiğini söylemiştir.
Fatih, bu olaylardan sonra Eskişehir'e gelir. Burada bir araba gaspı sırasında polisle çatışarak yakalanır. Yanındakiler kaçmışlardır. Eskişehir Cezaevine konur. Ben kendisiyle cezaevinde görüştüm.

Bunları bana kendisi anlattı. Muhsin Yazıcıoğlu ve Mustafa Mit'in kendisini öldüreceklerinden korkuyordu. Korkusunun sebebi şuydu: Eskişehir Cezaevindeyken bir sohbette soygunları Muhsin Yazıcıoğlu'nun isteği üzerine yaptığını söyler. Bunun üzerine cezaevi ülkücülerinin başkanı Efendi Barutçu, Cumhuriyet Savcılığının odasından Ankara'yı otomatik telefon la arar ve Muhsin Yazıcıoğlu ile görüşür. Aynı gün Efendi Barutçu, Mehmet Kaplan ve İbrahim Yazıcı, Fatih'i feci şekilde döverler. Kendisini gardiyanlar kurtarmış. Fatih, bu dövme olayının Muhsin Yazıcıoğlu'nun emriyle yapıldığını anlattı.

Fatih Hüseyin İpek daha sonra Erzincan Cezaevine nakledilir. Bu arada Fatih'i Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı ister. Fatih, Erzincan Sıkıyönetim Askeri Savcılığına, cezaevinde başına bir şey gelirse, sorumlusunun Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu olduğuna dair noterden tasdikli bir dilekçe verir.
Fatih, korktuğu için mahkemede "ben ülkücü değilim" demiştir. Muhsin Yazıcıoğlu ve Mustafa Mit'in isimlerini saklamıştır. Soygunları kendisinin yaptığını söylemiştir. Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi Fatih'i müebbet hapse mahkum etti. Fatih kendisiyle konuşmamızda, "Ben hâlâ ülkücüyüm. Fakat Muhsin ve Mustafa'dan korkuyorum" diyordu.


Abdullah Çatlı'nın İstanbul'da Yaptırdığı Soygunlar

Abdullah Çatlı İstanbul'a gittiğinde, burada birkaç tane kaçakçı ve kuyumcuyu soydurdu. Bunların adreslerini Gabriyel Aktürk'ten aldı. Bu soygunları daha çok Mustafa Verkaya'ya yaptırdı. Mustafa daha sonra yakalandı. Fakat Abdullah'ın ismini vermedi. "Bunları kendimiz yaptık" şeklinde ifade verdi. Hatta ifadesinde teşkilattan ihraç edildiğini söyledi.

Bir keresinde Nevzat Bor bana İstanbul’da yaptıkları bir soygunu anlattı. Abdullah Çatlı'nın emriyle bir döviz kaçakçısını basmışlar ve kasadan 6 milyon liralık döviz kaldırmışlar.

Ayrıca Çatlı İstanbul'dayken, sahte döviz ve sahte para basanlarla ilişki kurduklarını da öğrendim. Bunları alarak Türkiye çapında piyasaya sürmeye çalışmışlar.
İstanbul'daki MHP örgütünün karanlık örgütlerle çok girift ilişkileri vardır. Mesela Oflu İsmail'in İstanbul MHP'ye büyük yardımlar yaptığını duydum. Bu adam kaçak duruma düştükten sonra, bunun teşkilatının başına eniştesi geçiyor. Bu adam da MHP'ye büyük yardımlarda bulunuyor.

Yaşar Okuyan'ın Oflu İsmail'in yanında yetiştiği söylenir. Okuyan 1977'de Ankara'da piyasaya çıktı. Daha önce İstanbul'da imiş. 1976 veya 1977'de yapılan MHP Kongresine bir sürü artist getirdi. Kabadayı tipli bir adamdır. En ufak bir şeyde küfürü basar. Karadenizlidir. Türkeş'in arkasından ayrılmaz.

Esrarengiz Yüzbaşı, Ökkeş, Gabriyel ve Ejder Dörtlüsü

Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker'in, Ökkeş ve Gabriyele birlikte bir şirket kurduklarını biliyorum. Fakat bunun adını bilmiyorum.
Yüzbaşı Çeviker cezaevinde MHP'li olarak geçiniyordu. Bizimkilerin sırtından yaşıyordu. Bizden para çekmek için, sürekli, "Maddi durumum çok kötü" diye sızlanıyordu. Teşkilattan aldığı paralara karşılık o da ülkücüleri tekvando çalıştırıyordu. Hatta bir ara subay koğuşunda başkanlık bile yaptı.
1979 Haziranından sonra onunla cezaevinde birkaç kere görüştüm. Neredeyse kafayı bozmuş gibi bir durumu vardı. Söyledikleri birbirini tutmuyordu. "Başbuğa albay rütbesini ben verdim" gibi saçmasapan laflar ediyordu.

Bu daha sonra arkadaşlara şantaj yapmaya başlamış. Selahattin Arpacı'ya, "Artık dayanamayacağım, konuşacağım" gibi sözler sarfetmiş. Selahattin, raporunda bu durumu bana yazdı. Ben de Abdullah Çatlı'ya anlattım. O da bu konuyu Muhsin Yazıcıoğlu ile konuşmuş. Abdullah bana, "Bu işi ne şekilde hallederseniz halledin. Ağzını kapatın" dedi. Ben de Selahattin'e söyledim. "Tamam, biri ağır ceza alsın, bu işi halle deriz" dedi. Sonra Mehmet Ali Çeviker Sivas Cezaevine nakledildi.

Yüzbaşı Ankara'da bir evde yakalandı. Bunun evinde yakalandığı kadın halen Ol'de veya Şehrazat'ta konsomatris olarak çalışıyor. Şu anda yüzbaşının kardeşi Şerafettin ile birliktedir.

Ökkeş Çokuçkun'un birkaç tane şirketi vardır. Bunlardan biri Uçkun Nakliyattır. Bunun İstanbul ve Maraş'ta yazıhaneleri vardır. Maraş' ta Uçkun Taksi buna aittir. Ayrıca İstanbul Kadırga'da kumarhanesi vardır. Ökkeş şu anda Mamak Askeri Cezaevinde yatmaktadır. Şu anda İstanbul'da bulunan Übeyde Karaman adlı bir kadın Ökkeş'in yardımcısı ve mal taşıyanıdır. Fakat kendisiyle ilgili hiç bir suçlama yoktur.

Gabriyel'in Döviz ve Elmas Kaçakçılığı

Gabriyel Aktürk ile tanışmam bir tesadüf sonucudur. İkimiz beraber mahkemeye çıkarıldık. Her nasıl olduysa ikimizi aynı suçtan göstermişlerdi. Bizim hazırlattığımız sahte evrakın birkaçını o yapmış şeklinde gösteriyorlardı. Oysa onun bu işlerle hiç bir ilgisi yoktu. Kendisine Ökkeş'in yanında yattığımı söyledim. Biraz sohbet ettik. Gabriyel o zaman dışardaydı. Esrarengiz yüzbaşıya devamlı para gönderiyordu. Yıllık 500 bin TL. kadar para gönderiyordu. Yüzbaşının konuşmasından korkarak onu devamlı pohpohluyor ve destekliyordu.
Gabriyel elmas kaçakçısıydı. Ayrıca Ökkeş, döviz kaçakçılığı yaptığını da söyledi. İstanbul'da Kapalıçarşıda kuyumcu dükkanı vardı. Piyerloti'de de evi vardı. Kendisi yeraltı dünyasıyla ilişkilidir.

Ökkeş'in bana anlattığına göre, kayınbabası İstanbul bölgesinin en büyük kaçakçısıymış. Gabriyel'in ayrıca Lübnan ve Brüksel'de de ortakları varmış.
Ökkeş genellikle işlerini Gabriyel'le birlikte yapmış. Fakat yakalandıkları zaman suçu hep Ökkeş üzerine almış, Gabriyel dışarda kalmış. Kendisi çok kurnazdır ve epey yükseklerde ilişkileri olduğunu tahmin ediyorum. Gabriyel şebeke başlarından biriydi. Fakat tabii ki, onun da üstünde birileri vardı. Polis bütün uğraşmalarına rağmen bunu konuşturamadı. Ökkeş Çokuçkun bana Gabriyel Aktürk'ün gizli Ermeni örgütleriyle ilişkisi olduğunu söylemişti. Fakat Ökkeş, Gabriyel'in kendisine bu ilişkileri anlatmaktan çekindiğini söylüyordu.
Gabriyel cezaevinde gözüne kestirdiklerine iş teklif ediyordu. Bunlardan biri Celalettin Ergüder idi. Celalettin, Abdullah Çatlı'nın adamlarındandı. Üç kahve tarama olayından dolayı iki tane müebbet almıştı. Gabriyel ona, dışarda grubu olup olmadığını sormuş. Eğer grubun varsa beraber iş yapalım demiş. "Sana yurt dışından gelen birkaç parti malın adresini vereyim, yarı yarıya kırışırız" demiş. Gabriyel'in böyle teklifte bulunduğu şahıslar çok azdır. Güvenmediklerine hiç bir konuda açılmaz.

Ben bir kere İstanbul'a gittiğimde Kazım Ayaydın'a Gabriyel'i tanıyıp tanımadıklarını sordum. O da bana Gabriyel'in devamlı kendilerine yardım ettiğini söyledi.
Bir kere de Gabriyel'e, Ökkeş'in Abdullah Çatlı ile ilgili anlattıklarının doğru olup olmadığını sordum. Biz Ökkeş'e devamlı yardım ediyorduk. Amacım onun anlattıklarının doğru olup olmadığını araştırmaktı. Yani bizi aldatıp aldatmadığını öğrenmek için Gabriyel'den araş-tırdım. O da yukardan beri anlattığım konularda, Ökkeş'in söylediklerinin hemen aynısını anlattı.

Ejder Büyüksolak, Ökkeş'in sağ kolu olarak bilinir. Bu da Maraşlıdır. Bir ara Maraş Yurdunda kalıyordu. Bu sırada Maraş Yurdu Başkanlığı yaptı. İstanbul'daki ülkücülerin ileri gelenlerindendir. Kendisi Maraşlı Ejder olarak tanınır. Elinin iki parmağının eksik olduğunu zannediyorum. Ejder bu anlattıklarımın teferruatını bilir. Halen kendisi hakkında arama kararı olduğunu sanmıyorum.

Ejder, Kadırga da bir kumarhanenin veya çay bahçesinin başında bulunur. Bu bölgeden haraç toplar. Ökkeş elinde ÜGD'nin işine yarayacak malzemeler bulunduğu zaman, bunları ÜGD'ye aktarmak için Ejder'e teklifte bulunur. Bunların ÜGD'ye aktarılmasını Ejder sağlar.


MHP ve Varna'dan Silah Kaçakçılığı

Abdullah Çatlı, Ökkeş Çokuçkun ve Gabriyel'le bir görüşmesinde, kendisini silah kaçakçılarıyla ilişkiye geçirmelerini istedi. Ökkeş ve Gabriyel, Abdullah'a Bulgaristan'ın Varna limanında ikamet eden bir silah kaçakçısından söz ediyorlar ve onun adresini veriyorlar.

Varna'daki şahsın adını şimdi hatırlamıyorum. Ancak bu şahıs MHP'liymiş. Daha önce Ülkü Ocaklarının yönetici kadrosunda bulunmuş. Bu şahıs bir ara silah kaçakçılığı şebekesinin İstanbul’daki temsilciliğini yapmış. Daha sonra patronu öldürülünce yerine o geçmiş. Ökkeş'le çok iyi konuşurlarmış. Varna'ya gitmeden önce, ökkeş'le, "Eğer bir şey lazım olursa, bana bildirin, ben size gönderirim" şeklinde konuşmuşlar. Ökkeş'ler cezaevine girmeden önce bu şahısla silah kaçakçılığı yapmışlar. Ökkeş'in anlattığına göre, bu adam sayesinde çeşitli mallar getirmişler.

Şimdi hangisinin olduğunu kesin olarak hatırlamıyorum, Ökkeş veya Gabriyel bu şahsa bir tanıtma yazısı yazıyorlar. Ve 1978 yılı başlarında, bir ara zannedersem İstanbul teşkilatının başkanlığını yapmış olan Mustafa Verkaya bu yazıyı alarak Varna'ya gidiyor. Verkaya da Ökkeş gibi Maraşlıdır. Kaçakçılık şebekeleriyle ilişkisi vardır. Şimdi halen içerde olan Ökkeş'e sürekli sahte isim kullanarak para göndermektedir. Verkaya'nın Varna'ya gidiş sebebi, buradaki şahıs aracılığıyla Türkiye' ye silah naklini sağlamaktır. Bu şahıs silahları Türkiye'de direkt olarak Mustafa Verkaya'ya gönderecektir. Yani şebekenin Türkiye temsilcisi Verkaya olacaktır. Mustafa gelen silahları MHP ve ÜGD'ye aktaracaktır. Plan bu şekilde yapılıyor. Fakat bu planın ne kadar uygulandığını bilemiyorum. Bütün bu olayları bana Ökkeş ve Gabriyel anlattılar.

Necati Gültekin, Baki Tuğ ve Ordu İçindeki Gizli Teşkilat

1979'un Haziran ayında Abdullah Çatlı beni çağırarak, Mehmet Ali Çeviker ve Ökkeş Çokuçkun adlı şahısların Ankara Kapalı Cezaevinde bulunduklarını, bunlarla kimseye hissettirmeden ilişki kurmamı istedi. Kendilerine maddi, manevi yönden destek olacağımızı, yalnız bunu kimsenin bilmemesi gerektiğini anlattı. Poliste nasıl ifade verdiklerini öğrenmemi istedi.

Ben 1978'in Nisan ayında cezaevine giderek Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker ile görüştüm. Yanımızda Selahattin Arpacı da vardı. Bana Abdullah Çatlı ile İstanbul’da görüştüğünü söyledi. Ayrıca ordudan silah ve malzeme çıkartmak için ordu içinde bir teşkilat kurduklarını anlattı. Bu teşkilatın kurulmasında MHP Milletvekili Necati Gültekin ve Baki Tuğ'dan yararlandıklarını söyledi. Kendisinin İstanbul'da öldürülen as-subaya bağlı olduğunu, onun üstündekileri bilmediğini söyledi.
Yüzbaşı Çeviker, ayrıca ele geçmeyen malzemelerin İstanbul’da bir depoda bulunduğunu, istersek buranın adresini verebileceğini belirtti. "Belki nemden bozulabilirler. Gidin oradan malzemeleri alın" dedi ve bana deponun adresini verdi. Yüzbaşı ayrıca kendisinin bir eniştesi olduğunu, malları kendileriyle paylaşmak istediğini söyledi. Bizden onu korkutmamızı ve bu işten vazgeçirmemizi istedi. Yüzbaşı, Ökkeş'le konuşmamızı da söyledi.

Bir keresinde ökkeş'le görüşmemizde de bu depodan söz edildi, ökkeş bana "Kimseye güvenemiyorum. Sen Gabriyel Aktürk'e git sor. Ejder Büyüksolak malların yerini değiştirmiş mi?" dedi. Ben de Gabriyel'le bu durumu konuştum. Ben Okkeş bunları soruyor deyince, "Biz de ülkücüyüz. Ben İstanbul ÜGD teşkilatına şu kadar yardım yaptım" diye söze başladı. Ejder Büyüksolak'ın bir kere yanına geldiğini, malların yerinde durduğunu söylediğini, kendisinin de bir daha yanına gelmemesini istediğini, polisin durumu öğreneceğinden korktuğunu anlattı.

Bu adresin yerini şimdi tam olarak hatırlamıyorum. Ejder Büyüksolak gayet iyi bilir. Fakat hatırladığım kadarıyla, Aksaray'da, MİSK binasının yakınında, karakolun hemen karşısındaydı. Üç katlı bir evdi. Depo bunun zemin katındaydı. Deponun kepenkleri kapalı bulunuyormuş. Hatırımda kaldığına göre numarası 38/C gibi bir şeydi. Burayı Ökkeş kiralamış. Depo malzeme doluymuş.
Ben bu adresi ne Abdullah Çatlıya, ne de başka bir kimseye vermedim. Selahattin Arpacı adresi kaybetmememi, iyi saklamamı istedi.

Bu depoda 250 adet, o zaman gazetelerin de belirttiği gibi, İstanbul'u havaya uçuracak şiddette TNT bulunduğu söylenmişti. Ayrıca MİT, polis, askeriye hepsi bunların peşindeydi. Başıma bela almaktan korktuğum için adresi kimseye vermedim.

Fakat ben hapisten çıktıktan sonra, teşkilattan kesin olarak ayrılmaya karar verdiğimde polis ve MİT yetkilileriyle görüşerek, güvenliğimi sağladıkları taktirde kendilerine yardımcı olacağımı söyledim. Onlar da bana, önce bazı bilgiler vermemi, bunları araştıracaklarını, gerisinin kolay olduğunu belirttiler. Ben o zaman deponun adresini ve Ejder Büyüksolak'ın ismini yetkililere verdim. Bu konuşma 1980'in Ocak sonunda veya Şubat başında oldu. Gittiler, yerleri değiştirilmiş olduğu için malzemeleri bulamadılar. Ancak halen istenirse Ejder ve Gabriyel Aktürk sorguya çekilerek bu malzemeler bulunabilir.

HP'nin Esrarengiz Yüzbaşıyla İlişkisi

Basında ve kamuoyunda "Esrarengiz Yüzbaşı" olarak tanınan Mehmet Ali Çeviker MHP'lidir. Şimdi Mamak'ta subay koğuşundaki MHP'lilerin başkanlığını yapmaktadır.

Yüzbaşı, Ökkeş Çokuçkun ve Gabriel Aktürk adlı bir Ermeniyle beraber bir şirket kurmuşlar. Bunlar MHP'ye silah ve patlayıcı madde temin ediyorlar. Ökkeş'le Yüzbaşıyı Gabriel tanıştırmış. Malları getiren Ökkeş. Gabriel yüzde alıyor. Yanlarında bir de assubay vardı. Bu assubay, yüzbaşının yakalandığı günlerde İstanbul'da öldürüldü.

Resim

Ali Yurtaslan'ın ifadesinde M. Ali Çeviker'in yakalandığı günlerde meçhul kişiler tarafından öldürüldüğü belirtilen Assubay Mehmet Balcı.



MHP'nin Adana'daki Faaliyetleri

Mesajgönderen TurkmenCopur » 19 Nis 2011, 22:59

MHP'NİN ADANA'DAKİ FAALİYETLERİ

Adana'daki Cinayetlerin Ardındaki İsimler


Adana'daki cinayet ve kahve taraması olayları 1978 Haziranından sonra birden bire arttı. Bunun sebebi MHP'nin cinayetlerine muhalefet eden Adana sorumlularının değiştirilmesiydi. Bunların içinde Cevat Yurdakul cinayetinde ortaya sürülen Av. Adem Eroğlu da vardı.

Taramalardan önce Osman Balcı Adana'ya gönderilmişti. Ben kendisini 1978 Haziranında Ankara Cezaevinden çıktığı zaman tanımıştım. Osman Balcı Adana Ziraat Fakültesinde okuyordu ve halen o bölgede MHP'nin en kuvvetli adamı durumundadır. Balcı, önce MHP Gençlik Kollarında resmi yöneticiydi, daha sonra istifa etti, başkanlığı illegal olarak yürütüyor. Kendisinin Adana MHP Gençlik Kollarında odası vardı. Gençlik Kollarıyla ÜGD Yönetim Kurulu üyeleri için "Bunlar çocuktur. Bir şeyden anlamazlar. Burada oturup, particilik, dernekçilik oynarlar. İşleri de bizler idare ediyoruz" diyordu.
1978 Haziranında ÜGD Başkanlığına da Recai atandı. Çok sadist bir adamdır. Galip de Adana ÜGD İkinci Başkanı oldu. O da çok gaddardır. Aynı sırada Tarsus'a da MHP Gençlik Kolları Başkanı olarak Mahmut Tat getirildi. Bu kadronun işe başlamasıyla birlikte cinayetler hızla arttı. TİT adına cinayetler işlenmeye başlandı. Bu işleri Osman Balcı ve Recai yönetti. Cevat Yurdakul Adana'ya gelene kadar kimse olan bitene müdahale etmedi.

Adana Yöneticileri ve Kaçaklar

1978 Haziran ayında Adana'ya gittim. Orada beni Osman Balcı ve Recai karşıladı. Daha sonra ağustosta Adana'ya tekrar gittim. Orada onlarla samimiyeti ilerlettim. Başkanlık odasında oturuyordum. Benimle beraber gelen Yaşar Yaralı onlara Mikdat Şimşek geldi mi?" diye sordu. "Geldi" dediler. Mikdat Şimşek orada kahve taradı ve sonra yakalandı.

Polise kahve taramaya ÜGD Genel Merkezinden Mahir Damatlar tarafından gönderildiğini söylüyor.
Osman Balcı'yla kaçaklar üzerine konuşurken. Balcı kaçakları çiftliklerde sakladığını söyledi. Bunlar arasında Ferhat Tüysüz, Ali Bülent Orkan ve Erol Türkmen'in olduğunu söyledi. "Bunlar çok iş görüyorlar. Hem çiftlikte çalışıyorlar, hem de işimize yarıyorlar" dedi. "Epeyce işimizi hallettiler, Allah razı olsun" dedi.
Ferhat Tüysüz yakalanınca Balcı'nın adını veriyor." MHP Gençlik Kolları Başkanı" diyor, aynı şekilde ifadeyi başka yakalanan şahıslar da veriyor. Oysa Balcı daha önce bütün kanuni sorumluluklardan kurtulmak için istifa etmişti. Böylece durumu kurtarıyor. Ferhat Tüysüz' ün ifadesiyle ilgili polis Osman Balcı'yı arayıp sormadı bile. Sonra kendisi gidip teslim oldu ve serbest bıraktılar.

Cevat Yurdakul'un Öldürülmesi

Cevat Yurdakul ben hapisteyken öldürüldü. Yurdakul'u öldürmekten sanık olarak aranmakta olan şahısların hepsi de sıkıyönetim olduğu için illegal faaliyet gösteren ÜGD Yönetim Kurulu üyeleridir. Bu şahısların hiç biri yakalanmadı. Yakalansalar bu olayın arkasında Osman Balcı, Recai ve Galip olduğu ortaya çıkar.
Bu konuyla ilgili olarak Adana'da karşılaştığım Osman Balcı bana şunları söylemişti: "Cevat Yurdakul'u bizim arkadaşlar öldürdü. Bu şahıs MHP'ye çok zarar vermişti. Birçok arkadaşımızı cezaevine attı. Neredeyse Adana'da MHP'yi çökertecekti. Bu yüzden öldürüldü."

15 Cinayet Silahı

1980 yılının Mayıs ayı sonunda Adana'ya gittiğimde Osman Balcı ve oradaki ileri gelenlerden Veysel bana elden çıkarmak istedikleri kirlenmiş silahlardan söz ettiler. Osman'la Veysel "elimizdeki tüm silahlar kirlendi. Ufak tefek suçu olan silahları yine semtlere veriyoruz. Ama çinayet silahlarını mecburen çıkartamıyoruz. On beş civarında cinayet silahı var. Bu en azından 600 bin lira demektir. Senin eğer Niğde bölgesindeki köylere silah satan tanıdığın varsa, bunları onlara ucuz pahalı satalım. Köylerde bu işler piyasaya çıkmaz. Bunların yerine de hiç olmazsa 10-12 tane yeni silah alırız. Bu işi yapabilir misin?" diye teklifte bulundular. Ben de "Kusura bakmayın hiç tanıdığım yok, olsa yaparım" diye konuyu kapattım.

Adana Cezaevinden Adam Kaçırma

1980 yılı Mayıs sonunda Adana'ya gittiğimde Osman Balcı bana şu anda MHP'nin Adana'daki faaliyetini yürütenlerin 4 kişi olduğunu söyledi. Bunlar: Kendisi, Battal Aslan (MHP Adana Merkez İlçe Sekreteri), Veysel ve Yavuzlar Mahallesi eski Muhtarı Sezai'dir.
Bu gidişimde eski Adana MHP il binası olan ve şu anda gençlik kolları binası olarak kullanılan binada oturuyordum. Yanıma Yavuzlar Mahallesinin Başkanı olduğunu söyleyen Veysel buranın eski muhtarı Sezai ve Battal Aslan geldiler. Bu sırada yanımıza Yavuzlar Mahallesinde oturan Arzu isimli bir kadın geldi. Arzu Adana'da herkesin tanıdığı ve sevdiği bir kadındır. Yurttaş fabrikasında çalışır. Kocası da aynı fabrikada çalışmaktadır. Arzu, Yavuzlar Mahallesine devamlı silah ve mermi götüren kadınmış.

Bu kadın Partide bize cezaevinde Yunuslarla o gün bir görüşme yaptığını, cezaevinden kaçmaya hazırlandıklarını, fakat paraya ihtiyaçları olduğunu anlattı. Biz "ikisi, kaçacaklarını" sorduk. "Bilmiyorum, askerler kendilerine yardımcı olacaklarmış" dedi. Büyük çapta bir kaçış hazırlanmakta olduğunu söyledi. Her gece iki üç kişinin birden kaçacağını ifade etti. Cezaevinde sayım yapılmadığı için bu kaçışlardan kimsenin haberi olmayacağını da belirtti.

Daha sonra ben, Veysel ve Arzu cezaevine gittik. Arzu'ya "sen bekle biz görüşelim" dedik Veysel, Yunus'u çağırdı. Yunus "İbrahim Songür askerleri kafakola aldı. Ülkücü olmayan askerlere de para verecek" dedi. Ben İbrahim'i çağırdım. O benim çağırdığımı duyunca gelmedi. Benim için "o ise, bu iş yatar" demiş. Ben İbrahim Songür'ü eskiden beri tanırdım. Daha evvel partinin parasını yediği ve güvenilmez biri olduğu için ilişkiyi kesmiştik. Onun için ben Adana'dakilere "bu adamı araştıralım, parayı öyle verelim" dedim. Songür'ün Adana Cezaevinden daha evvel de adam kaçırdığını duymuştum. Bunu Adana MHP teşkilatında anlatmışlardı. Songür ülkücü askerleri para karşılığında satın alarak gece cezaevinin damından sarkıtılan bir iple tutukluların kaçmalarını sağlamış. Yine mahkemece verilmiş tahliye kararı gibi düzenlenmiş sahte evraklar hazırladığını ve bunları askerlere verdiğini, böylece ülkücülerin cezaevinden kaçmalarını sağladığını duydum.

Benim tanık olduğum son olayda da işleri İbrahim Songür ayarladığı için 50 bin lira Arzu tarafından bu şahsa götürüldü. Paranın içeri nasıl sokulduğunu bilmiyorum.

Cezaevinde konuştuğumuz Yunus'un Yunus İffian olup olmadığım bilmiyorum. Kendisi cinayetten yatıyormuş. Konuşmamız sırasında Yunus, kaçacakların genellikle cinayetten yargılananlar ve haklarında delil bulunanlar olduğunu söyledi. Biz bu görüşmeden sonra partiye gelerek Osman Balcı, Muhtar Sezai, Battal Aslan'la görüştük. Yunus'un söylediklerini bunlara aktardık. Bunlar "tamam, gereken parayı ayarlarız" dediler. "Bu bizim için sevindirici bir şeydir" dediler. Bu olayı tezgahlayanlar Osman Balcı, eski Muhtar Sezai, Veysel ve Battal Aslan'dır, içeri gönderilen 50 bin lira da kadına benim yanımda verilmişt

TEŞKİLAT İÇİNDE MUHALEFET

ÜGD Genel Yönetim Kuruluna girdiğim sıralarda MHP'nin yarattığı anarşinin Türkiye'ye bir yararı olmadığını, bunun sonunda kardeş kavgasına döneceğini düşünmeye başladım. Artık cinayetler kan davası haline gelmeye başlamıştı. Bazı yerlerde iç savaşa doğru gidiyordu. Vicdanımın bunları kabul etmeyeceğini düşünmeye başlamıştım. Tabii bunları kimseye söyleyemiyordum.

1979 Haziran ayında Gençlik Kollarıyla yaptığımız ortak bir toplantıda Mustafa Mit, teşkilat içindeki bazı şahısların polis ajanı olduklarını, MHP'yi yıpratmak için çeşitli provokasyonlar yaptıklarını, bunlarla kesinlikle irtibatın kesilmesi gerektiğini, kendilerine kesinlikle hiç bir bilgi verilmemesini söyledi. Bu sırada Gençlik Kollarından bazı kişiler bu sözlere itiraz ettiler. Tartışma büyüdü. Bunun üzerine Mustafa Mit, "Bu konuyu bırakalım. Neredeyse birbirimize düşeceğiz" dedi.

Böylece, MHP ve ÜGD içinde bir muhalefetin varlığından haberdar oldum. Muhalefetten kişilerle ilişki kurarak onların fikirlerini öğrenmeye çalıştım. Muhalefetin önde gelenlerinden birine amaçlarının ne olduğunu sorduğumda, o kişi bana, "MHP'nin şu andaki anarşi politikasından memnun olmadığını, kardeş kavgası ile bir yere varılamayacağını, cinayetlere karşı olduğunu, masum gençlerin bu cinayet şebekelerinin ağına düşmesini önlememiz gerektiğini, Türkiye'nin iç savaşa doğru gittiğini, bunu önlemek için ülkücülerle devrimciler arasında bazı noktalarda birleşilebileceğini, böylece böl ve yut politikasına karşı ortak bir tavır alınabileceğini, bu olayların Afganistan'da olduğu gibi Rusya'nın işine yarayacağını, biz kavga ederken kapitalistlerin milleti soyduğunu, MHP'nin de buna bile bile alet olduğunu anlatarak MHP'ye karşı bir savaş açmanın zamanının geldiğinden bahsetti. "MHP'yi bu duruma getiren biziz. Meydanı onlara bırakarak çekilemeyiz. Binlerce kişi öldü, binlerce kişi cezaevlerinde. Bunlar MHP üst yönetiminin o koltuklarda oturması için olmadı. Kapitalist ve emperyalistler için yapılan savaş için olmuştur. Onlara alet olamayız. Tüm Türk gençliği birleşerek halkımızın yararına olan hareketlerde bulunmamız gerekir" dedi. Benim de kendilerine katılmamı istedi.
Ben de bu hareketin içinde olacağımı, canı feda etmekten çekinmeyeceğimi söyledim. Beni diğer arkadaşlarla tanıştırmasını istedim.

Hapisten Çıktıktan Sonraki Dönem


Hapisten çıktıktan sonra köye gitmiştim. Köyden gelince muhalefetle birlikte çalışmak için tekrar arkadaşları aradım. Bu muhalefette yer alan bir şahısla tanıştım, Ankara'da. Kendisi cezaevi kaçağıydı. Soygun olayından aranıyordu. Ne yaptıklarını sordum. Kendilerinin teşkilat için soygunlar yaptıklarını söyledi ve benim de gelmemi istedi. Bu şahıs Bahçelievler İş Bankası veya Yapı Kredi Bankası soygunundan aranıyordu. Kaçakken birkaç kere teşkilata gelmişti. Bana yer gösterin diye. Mustafa Mit bunları bizim soyguncularla işimiz yok diye tersledi. Mustafa Mit in böyle davranmasının sebebi şuydu: MHP hep böyle yapar. Kendisi için banka soyanlar açığa çıkınca, bizim soyguncularla işimi/ yok diye yüzüstü bırakır. Mesela yine Mustafa Mit, Servet Ercüment Dağıstan adlı bir şahsın babasına -ki babası o sırada MHP Hatay İl Sekreteriydi- "Senin oğlun gangstermiş, bizim gangsterlerle işimiz yok, siktir git" dedi. Fakat paralar direkt ÜGD veya MHP'ye gelmekteydi.

Ajan Olarak İlan Edilenler

Necmi İşgören'don şuphelenilmesi şöyle oldu: ETKO diye bir şey vardı. İçcebeci'de bir kahveyi taramaya gidiyorlar ve orada polislerin beklediğini görüyorlar. Bunun Necmi tarafından polise bildirildiğini söylediler. Ayrıca ETKO Abidinpaşa Başkanı Mehmet Muti, Necmi ile beraber polise düştüğü zaman "Bana hiç bir şey yapmıyorlar" dediğini, oysa Necmi'nin birkaç cinayete karıştığını polisin de bunu bildiğini Genel Merkeze bildiriyor. Genel Merkez bunun üzerine tüm Ankara Şubesinin dağılmasını emretti. ETKO dosyasında Necmi'nin Abidinpaşa Başkanı iken çeşitli cinayetlere karıştığı ortaya çıkmıştır. Şu anda Necmi ETKO davasından yargılanıyor, Mamak Askeri Cezaevinde bulunuyor. Bizim dönemimizde Necmi tecrit edildi ve bütün teşkilatlara Necmi görüldüğü yerde Genel Merkeze bildirilsin diye gizli bir tamim gönderildi.

Bundan 1 ay önce mart ayında eski Yenimahalle İlçe Başkanı olan Hakan Şencan Koçoğlu için de böyle bir tamim çıkartılmıştı. Böyle tamimler birçok kişi hakkında çıkartılmıştı. 1978 yılının son aylarında Aydınlık ve Cumhuriyet yazmıştı. ÜGD Genel Yönetim Kurulu üyesi olan bir şahsın üzerinden Halkın Kurtuluşu ve Dev-Genç'in kimlik kartları çıkmıştı. Ayrıca İGD adına para topladığı da yazılmıştı. Sonradan bunun bir ajan olduğu ve görüldüğü yerde hemen Genel Merkeze gönderilmesi söylendi. Bu Hasret ve Genç Arkadaş dergilerinde de yayınlandı.

Bu konuya bir örnek de şudur: Muhsin Yazıcıoğlu döneminde ÜGD Genel Yönetim Kurulu üyesi Şefik Kantar 1978 Ramazan ayında Şevkat Çetin ile tartıştı. Şefik Kantar "Cinayetlere son verelim ve tartışarak meseleleri çözelim" dedi. Şevkat Çetin onu hain ilan etti. Hasret ve Çaylak'ı o kurmuştu (Şefik, genelevde fedailik yapmaya kadar düştü daha sonra. Ben gidip kendisini gördüm. Niye böyle yerlerde çalıştığını sordum. Eskiden bizim eve gelir giderdi. Çok sever sayardım. Yüksel Caddesinde Hasret Basımevi vardı. Orada görürdüm. Çok çalışkandı. Bana "boşver" dedi. "Namuslu yaşamak yaramıyor. Şimdiye kadar öyle yaşadık da ne oldu" dedi. "Cinayetlere karşı çıktık böyle oldu" dedi. Biraz da bana güvenmedi ve çok konuşmadı.
Adem Eroğlu'nun Cevat Yurdakul cinayetiyle ilgili olarak ileri sürülmesinin nedeni de hizip meselesidir. MHP, Eroğlu'nun kendisine karşı bir hizip içinde olduğunu biliyordu. Onun için ortaya sürülmüştür. Oysa Eroğlu'nun Adana'da fazla bir etkisi yoktur.


Almanya MHP İçin Büyük Maddi Kaynak

Almanya'ya 1978 Kasım ayı içinde gidip 15 gün kaldım. Vecdet Şendil ve Ali Batman'la beraber gittik. Amacımız cezaevleri için para toplamaktı. Bana bu paralardan 2,5 milyon lira verildi.Ben de cezaevlerindekilere elbise yaptırdım. Bir kısmını ölen ülkücülerin ailelerine verdik. Bu kampanya Hergün gazetesi aracılığıyla açılmıştı. Ali Batman Almanya'da birkaç seminer verdi ve orada kaldı. Oradaki teşkilatın Genel Başkan Yardımcısı oldu. O dönemde teşkilatın Genel Başkanı Lokman Kundakçı adlı biri idi. Ali Batmanlar parayı bana göstermeden topladılar, yani toplanan paranın tutarını bilmiyorum. Bana sadece 2,5 milyon lira verdiler.

Genel Merkeze her yıl Almanya'dan 20-25 milyon lira geliyormuş.
Almanya'da sadece Bonn'da kaldık. MHP'nin Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika ve İsviçre'de dernekler şeklinde örgütlenmiş kollan var. Almanya'da Rusya'daki esir Türklerin teşkilatları vardı. Ali Batman bunları birleştirmek amacıyla orada kaldı. İşçileri dövizlerini Türkiye'ye göndermemek suretiyle CHP iktidarını güç durumda bırakmaya ikna etmeye çalıştı.

GD'ye Bağlı Ticari Kuruluşlar

ÜGD'nin Muhasibi Vecdet Şendil, derneğe bağlı bir holding kurmak için çalışmalar yapıyordu. Bu şahıs Hasret Basın Yayın Dağıtım Şirketini kurarak ülkücü yayınların dağıtımını bu şirketin tekeline aldı. Dağıtım şirketinin ruhsatı, mali konularda Vecdet Şendil'e yardımcı olan Ahmet Yıldırım ın üzerinedir.
Ülkü Ocakları hesabına kıraathaneler, bilardo salonları açıldı. Bunlar; Platin, Bahçelievler Taksi yanında Yıldırım, Numune Hastanesi karşısında Salon Cenk vs.dir. Ayrıca Keçiören'de ve birkaç semtte kurulmuş olanlar da vardır. Bunlar hem gelir sağlar, hem de saldırılarda üs olarak kullanılır.
Ayrıca Cebeci-Dörtyol'da Cebeci Sinemasının karşısında Burçak Lokantası vardır. Cezaevinin aylık 300-400 bin lira tutan yemeği buradan karşılanır.

Fevzi Çakmak Sokaktaki Karagöz Fotoğraf Stüdyosu, Mithatpaşa Caddesindeki Meşki isimli tüketim kooperatifi, bir yapı kooperatifi ve ülkücü sanatçıları biraraya getiren Tönfet adlı kuruluş da ülkücü harekete bağlıdır. Tönfet'e bağlı üyeler Anadolu'daki ülkücü kuruluşların düzenlediği gecelere giderler, gece başına 50-75 bin lira para alırlar.

MİSK ve ÜİD (Ülkücü İşçiler Derneği)

MİSK ve ÜİD arasında fazla bir fark yoktur. ÜİD, MİSK için bir ön adımdır. MİSK'in gireceği yerde önce ÜİD çalışır ve zemin hazırlar. Bu iki örgüt her bakımdan içiçe girmiştir. ÜİD daha dar bir teşkilattır. Girdiği yerdeki ülkücü işçileri oba-oymak şeklinde gizli örgütler.
Bu iki teşkilatın gelir, giderleri karmakarışıktır ve karanlıktır. Mesela MİSK ile Pol-Zar arasında karanlık bir şekilde para alışverişi olduğunu biliyorum. İskender Karyağdı Pol-Zar'da Müdürken, buradan MİSK' e büyük miktarlarda para aktarmıştır. Bu durum, MİSK muhasibi Şükrü Dağdeviren'in defterlerindeki kayıtlarda da görülmektedir.

MİSK, MHP'li bazı avukatların maaşların öderdi. Ayrıca sendika aidatı dışında her işçiden 100-200 lira civarındalara kesilirdi. Bu paralar MHP ve ÜGD'ye aktarılırdı. Daha önce de belirttiğim gibi, ben iki sene içinde MİSK'den yaklaşık 2 milyon lira kadar para almışımdır.
ÜİD'in de para yönünden hiç bir sorunu yoktu. Bu dernek mesela hakimleri ayartmak için kurulan tezgaha milyonlarca lira para ayırabilmiştir. ÜİD, MİSK'e bağlı bütün işçilerden ayrıca para kesiyordu. Mesela biz ODTÜ'de çalışırken, her ay maaşımızdan 1000 lira ülkücü işçilere yardım olarak kesilirdi. Biz 300 kişi çalışıyorduk. Yani sadece ODTÜ' den her ay 300 bin lira ÜİD'ye gönderiliyordu.

MHP'nin bazı faaliyetleri bu kuruluşlarda yürütülür. Zaten bu işler için Bahçelievler'deki sinemanın tutulmasını ve MİSK Eğitim Sitesinin kurulmasını bizzat Türkeş istemiştir. Daha sonra kamuoyunca da öğrenildiği gibi, buralarda MHP'nin faaliyetleri için bomba imalatı dahi yapılmıştır.





İTİRAF İÇİN NE DEDİLER?

CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit:


Bir gazete günlerdir ilginç açıklamalar yayınlıyor. Bu yayınlar sağ terörü bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor ve sağ eylemcilerin ordu ve devlet içine nasıl sızdığını belge, kanıt ve isimlerle ortaya çıkarıyor. Bu yayın üzerine hakimlerle ilgili olarak Yüksek Hakimler Kurulu soruşturma açmıştır. Silahlı kuvvetler de bu konuda üzerine düşen görevi yapmıştır. Ve açıklamalarla ilgili soruşturma açmıştır. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı iki sağ eylemcinin Mamak Askeri Cezaevinden kaçırılmasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada bir örgütün varlığından sözetmiştir. Silahlı kuvvetlerin son açıklamaları da ihbar kabul edilerek soruşturma açacağını sanıyorum. Hükümet ise suskunluğunu sürdürmektedir (16 Ağustos 1980 günü yaptığı basın toplantısı)

MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan:

Bunlar bizim için bilinen gerçeklerdir. İlgi ile izliyorum, Tebrik ederim. (18 Ağustos 1980, Aydınlık)

Başbakan Süleyman Demirel:

T.C. hükümetinin çeşitli bakanlıktan, daireleri var. Yazılan, çizilen her şeyin üzerinde dururlar. Biz savcı ve hakim değiliz. Yazılanlar ihbar mahiyetinde ise, tahkik ederler. Etmezlerse edin deriz. Gazetenizin bu münferit mesele üzerindeki yayınının muhatabı ben değilim. Muhatabı var. Bizi muhatap kabul etmeyin Siyasi partilerin Anayasa Mahkemesine başvurma yetkisi yok, hükümetin yetkisi vardır. Parti kapatmak için hükümet Cumhuriyet Başsavcılığına başvurabilir. Hükümetin elinde böyle bir dosya yoktur. (18 Ağustos 1980, günü yaptığı basın toplantısı)

Eski içişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş:

Yurtaslan'ın açıklamaları sağ suç örgütlerinin ilişkisini ve içiçeliğini ortaya koyan değerli bilgiler içermektedir. MHP yöneticileri suç üstü yakalanan mücrim ruh haliyle telaşa kapılmışlardır...

MHP yöneticileri Yurtaslan'ın anlattığı cinayetlerin hesabını vermelidir. (26 Ağustos 1980 günü yaptığı basın toplantısı)

MSP Genel Başkan Yardımcısı Fehmi Cumalıoğlu:

Bu yayın ihbar niteliğindedir. ... Yüksek Hakimler Kurulunun ihbar olduğunu tespit etmesi ve soruşturma açması çok doğru. Hadiseierdeki kişiler, kahramanlar falan gerçek görünüyor. (12 Ağustos 1980, Aydınlık)

CHP Millet Meclisi Grup Başkan Vekili,

İstanbul Milletvekili Metin Tüzün:

Daha ne ortaya konabilir? Her şey gayet açık.

CHP İzmir Milletvekili Ferhat Aslantaş:

Bir süredir Aydınlık gazetesinde yayınlanan bir MHP'linin itirafları üzerinde Türkiye'nin yazarı, çizeri, politikacısı, etkili ve yetkili çevreleri durmak, düşünmek ve karar oluşturmak durumundadır. (23 Ağustos 1980, Aydınlık)

CHP Milletvekili Ömer Buyrukçu:

Koca CHP'nin yapamadığını siz yaptınız, tebrik ederim. (21 Ağustos 1980, Aydınlık)

CHP İstanbul Milletvekili Hikmet Çetin:

Biz CHP olarak bu konuda neler yapabilirdik, onu düşünüyorum. Ayrıca davadan dönen MHP'lilerin neden diğer gazetelere gitmeyip de Aydınlık'a gittikleri hayli düşündürücü. (21 Ağustos 1980, Aydınlık)

CHP Gaziantep Senatörü Selahattin Çolakoğlu:

Bu yayınlar kamuoyunu ve siyasi çevreleri aydınlatmaktadır. (28 Ağustos 1980, Aydınlık)

Harb-İş Sendikası Genel Başkanı ve CHP Ankara Milletvekili Kenan Durukan:

Aydınlık'ın açıkladığı kişiler devlet içine sızmış durumda. Bu nedenle ilgilenilmiyor. (24 Ağustos 1980)

CHP Tokat Milletvekili Ali Kurt:

Gerçekler kamuoyunda meydana çıktı. (21 Ağustos 1980, Aydınlık) CHP İstanbul Milletvekili Doğa n Onur:
Yetkili mercilerin harekete geçmesini bekliyoruz.

CHP Ankara Senatörü İbrahim Öztürk:

Yetkili makamların bunların üzerine yürümesi lazımdır. (30 Ağustos 1980, Aydınlık)

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Atilla Sav:

Terör ve anarşinin tırmanışı son zamanlarda yargı organını da baskı altına almak doğrultusunda gelişiyor. İtiraflarda yer alan birtakım açıklamaların iki hükümlünün Mamak Askeri Ceza ve Tutukevlerinden kaçma olayıyla doğrulanması ise,bu dizide yer alan bilgilerin üzerinde de durulması gerektiğini belirtiyor. (28 Ağustos 1980, Aydınlık)

İlhami Soysal:

Aydınlık gazetecilik görevini çok iyi yapıyor. (29 Ağustos 1980, Aydınlık)

Hacettepe Tıp Fakültesi Biyokimya Bölümü Başkanı Prof. Nail Payza:

Kütahya'da yakalananlar yayının doğruluğunun bir kanıtıdır. 8 yılını karanlık işlerle uğraşan bir örgüte vermiş bir gencin bu çıkışı toplumumuz adına umut vericidir. (23 Ağustos 1980, Aydınlık)

CHP Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve Oleyis Sendikası Genel Başkanı Nusret Aydın:

Yalanlanamayan yayın karşısında ilgililerin susması anlamsız. (29 Ağustos, 1980, Aydınlık)

Çandır Kalkınma Kooperatifi Başkanı M. Hadi İlbaş:

Söyleyecek söz bulamıyorum. Korkunç, inanılmaz gibi sözler hafif kalır. Faşist cinayet şebekelerinin ayrık otu gibi devletin günlük yaşamının içine sızabilmesi için ilgililerin en azından gaflet içinde bulunmaları gerekir. (26 Ağustos 1980, Aydınlık)

CHP Çorum İl Başkanı Av. Cemal Solmaz:

Mamak suçlularının yakalanması itirafın gerçeklere dayandığını gösterdi. (28 Ağustos 1980, Aydınlık)

Makina Mühendisleri Odası Genel Başkanı Ömer Çiftçi:

"Bu kadar bilgiyi nasıl topladınız? Bu bilgiler nasıl Aydınlık'a geliyor? (21 Ağustos 1980, Aydınlık)

Oleyis Sendikası Eğitim Dairesi Başkanı Ahmet Taş:

Aydınlık ve Aydınlık emekçileri, halkımıza, giderek insanlığa yapılan hizmetler», en büyüklerinden birini yapmışlardır. (26 Ağustos 1980, Aydınlık)

YSE-İş Sendikası Çorum Şube Başkanı Hüseyin Özkan:

Yetkilileri göreve çağırıyorum. Aydınlık'a teşekkür ediyorum.
(29 Ağustos 1980)

TRT Spikeri Jülide Gülizar:

Asıl önemli ve ilginç olan,yetkili makamlarca açılmış soruşturma sonucunda ortaya çıkacak ya da çıkmayacak şeylerdir. Bekleyelim. (21 Ağustos 1980, Aydınlık)

Katledilen Adana Emniyet Müdürü C. Yurdakul'un Eşi Ülker Yurdakul:

Faşistlerce öldürülen Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul'un katilleriyle ilgili olarak Aydınlık gazetesinde yapılan açıklamalar üzerine Cevat Yurdakul'un eşi polis memuresi Ülker Yurdakul, Ankara Savcılığına başvurarak eşinin katillerinin belirlendiğini bildirmiş ve yayında adları geçenlerin yakalanmalarını istemiştir. (20 Ağustos 1980, Cumhuriyet)

İTİRAF İÇİN NE YAZDILAR?

Çetin Altan:

Bizde ise Aydınlık gazetesinin yayını inat ve ısrarla görmezlikten gelindi.
Çünkü iddiaların uzantısı, güncel tartışmalarla eleştiriler çerçevesini aşan bazı özellikler taşıyordu.
Bu özelliklere başta politikacılar olmak üzere, kimse gözü kapalı burnunu sokmaya yanaşmıyordu. Ya ne olup bittiğini tam bilemediklerinden yanaşmıyordu, ya çok iyi bildiklerinden yanaşmıyordu.
Bu, sanırız çok daha ilerde ortaya çıkacaktır.
Herkes, yavaş yavaş bir garip skandal durumunu almaya başlayan iddiaların kendisine bulaşmadan, kendi politikasına yararlı olabilecek bir kıvama ulaşmasını bekliyordu.
Ve kurnaz manevralarla, usul usul suçlama ve polemiklere yeni salçalar eklemek için hazırlıklar yapılıyordu
Aydınlık gazetesi basın tarihinin en ilginç gazeteciliğini yapıyor... Ve sorumlu kişilerden ne bir ses çıkıyor ne de bir nefes...
.... bayın liderler lütfen bir şeyler söyleyiniz ve söyleyecekleriniz lütfen ciddi ve belgesel olsun... (26 Ağustos 1980, Milliyet)

Türkkaya Ataöv:

Doğu Perinçek'in yaptığı basın toplantısının en yüksek tirajlı ve "terör"den bıkmış görünen bazı gazetelerimizce görmezlikten gelinmesine karşın, resmi çevreleri de, bu denli yayınları "ihbar" sayması gereken kuruluşların bir bölümünü de etkilemekten geri kalmadı. Olayın gazetecilik açısından değeri bir yana, rejim sorunu yönünden getirdiği açıklamaların yurt içinde ve yurt dışında git gide hızlanan dalgalanmalar yapması beklenebilir. (21 Ağustos 1980, Demokrat)

Mustafa Ekmekçi:

Aydınlık gazetesinde, eski ülkücü Ali Yurtaslan'ın açıklamaları, yıllardır "Ankara Notları"nda sergilemeye çalıştığım olayların sorumlularının kimler olduğunu yineliyor. Maskeler bir bir düşüyor. (25 Ağustos 1980, Cumhuriyet)

Oktay Ekşi:

Kamuoyu bugünlerde birtakım iddialarla, itiraflarla çalkanıp burmaktadır. Bunlardan biri, madde tasrih ederek, yani zaman, isim ve yer vererek Milliyetçi Hareket Partisi ile onun yandaşı bazı kuruluşların birçok anarşi ve terör olayına bulaştığını ileri sürmektedir Sayın Türkeş, kendi partisinin mensuplarından ya da taraftan geçinen kişilerden suç işlediği sabit olanları, MHP binalarını veya lokallerini suç işlemek için kullananları kınayan tek cümleyi bugüne kadar neden sarfetmediğini açıklamalıdır. Türkiye'de "kanun hakimiyetinin kurulması'nı ve "hesap sorma mekanizmasının çalıştırılmasını" gerçekten isteyenlerle istemeyenler artık belli olmalıdır. (9 Ağustos 1980, Hürriyet)

Muzaffer Erdost:

Şimdi, Aydınlık gazetesinde yayınlanan "İtiraflar" hakkında bazı kuruluşların tahkikat açtığını ve tahkikatın bu itiraflarda adı geçenler açısından ele alındığını gazetelerden öğreniyoruz. Oysa "itiraflar" da geçenlerin yalnızca kişisel sorumlulukları açısından değil, bu suçların işlenmesinde aracı olan örgütüyle birlikte ve siyasal amacı açısından bir bütün olarak ele alınması ve tahkikata bu doğrultuda başlanması zorunluluğu vardır. Çünkü itiraflarda belirtilen en önemli noktalardan biri faşist hareketin, partiyle faşist gençlik örgütlerinin ve faşist meslek ve bu arada işçi örgütlerinin birarada ve birlikte çalıştığının açıklanmış olmasıdır. (26 Ağustos 1980, Demokrat)

Uğur Mumcu:

Davadan dönen ülkücü Ali Yurtaslan ölümü göze alarak bu açıklamaları yapıyor. Devletin yasal görevlilerine bu aşamada düşen görev, ölüm pahasına açıklanan bu gerçekleri araştırmaktır. Bu görev yapılmazsa, devletin terörden yakınmaya ne hakkı kalır? (6 Ağustos 1980, Cumhuriyet)

Örsan Öymen:

Türkiye'deki silahlı terörün sağ cephesiyle ilgili tüm kirli çamaşırlar teker teker ipe seriliyor...
Sıkıyönetim yargı organlarında ve güvenlik güçlerinin aramalarında, daha önceleri kopuk kopuk da olsa ortaya çıkanlan bazı gerçekler şimdi, bir örgüt şeması içinde, isim isim, tarih tarih, olay olay sergileniyor bütünüyle...
Hem de, "ülkücü" adı verilen ve sabıka grafiği arttıkça "tabelası" sık sık değiştirilen yasal görüntülü bir örgüt militanı tarafından...

Ali Yurtaslan'ın bir kopyası sıkıyönetim komutanlıklarına da verilen her sayfası imzalı, bir kitap boyutundaki ayrıntılı "itiraflar"ı yansız ve gerçek bir "devlet örgütü" tarafından değerlendirilse, "devlet"e meydan okuyan terörün bataklığına da inilmiş olacaktır. (18 Ağustos 1980, Milliyet)

Emil Galip Sandalcı:

Aydınlık gazetesinde bir aydır yayınlanan, Türkiye'deki kara faşist örgütlenmenin pek çok yönünü yadsınamaz bir açıklıkla ortaya koyan ve yankılan yabancı basın ve radyo televizyonlarına kadar uzanan "Ali Yurtaslan'ın İtirafları"nı bilmezlikten gelir ve Monako Prensesinin damadının zamparalıklarını adım adım izlersiniz...

Turhan Timuçin:

Aydınlık gazetesi "Merkezdeki Adam" röportajı ile büyük bir gazetecilik olayı yaptı... Aydınlık'ı kutlamak gerekir.
Aydınlık'ı kutlarken de hâlâ susan, hâlâ olaylara gerdan kırarak bakan ve hâlâ devletin güçlülüğünden söz edenlere sormak gerekir. (28 Ağustos 1980, Demokrat)

İTİRAFIN YURT DIŞINDAKİ YANKILARI

* Frankfurt Radyosu Yurtaslan'ın itirafını 21 Ağustos günü sabahı Almanca ve Türkçe olarak verdi.
* Alman Sosyal Demokrat Partisinin yayın organı Vorwaerts, "Bozkurtlar Isırıyor" başlıklı haberi ile Ali Yurtaslan'ın itirafları ve MHP'nin Almanya'daki faaliyetleri tartışmasına katıldı.
* Köln Radyosu Ali Yurtaslan ve gazetemizde yayınlanan itiraflar konusunda 25 Ağustos Pazartesi günü bir haber yaptı. Haberde Alman Sosyal Demokrat Partisinin yayın organında çıkan "Bozkurtlar Isırıyor" başlıklı haber nakledildikten sonra itirafın kapsamı hakkında geniş bilgi verildi. Bu arada Alman kamuoyu ve basınında yeralan MHP'nin Al-manya'daki faaliyetlerine ilişkin tartışma da Türkçe yayında geniş bir şekilde aktarıldı.
* Köln Radyosu 26 Ağustos Salı günü akşamı saat 21.00'deki Türkçe programında gelişmeleri özetledikten sonra Ali Yurtaslan'la yaptığı röportajı sundu.
* 27 Ağustos Çarşamba günü saat 22.30'da Alman radyo-televizyonu en çok izlenen birinci kanaldan 15 dakika süren bir haber-röportajla Ali Yurtaslan'ı Alman kamuoyuna ve Avrupa'ya tanıttı.
* Başbakan Helmut Schmidt'in de üyesi bulunduğu Sosyal Demokrat Partisinin Federal Almanya Parlamentosundaki üyesi Manfred Coppik, Federal İçişleri Bakanına başvurarak MHP'nin Almanya'daki faaliyetlerine karşı acil ve enerjik önlemler alınmasını istedi.
Coppik, 27 Ağustos Çarşamba günü yayınlanan bir Alman TV filminin "Geçimlerini uyuşturucu madde kaçakçılığı ile sağlayan ve Türkiye'deki bazı cinayetlere karışmış bulunan akıllı Türk katillerin. Federal Almanya'da geniş bir örgüt kurduklarını" ortaya koyduğunu söyledi
Söz konusu TV filminde Ülkücü Gençlik Derneği Hukuk Bürosu Bas kanı Ali Yurtaslan'ın aşırı sağcı MHP'nin yurt dışındaki yasadışı örgütünün gelirini uyuşturucu madde ticareti ile sağladığını anlattığı belirtilmişti.
* İsveç Televizyonu 31 Ağustos 1980,Pazar günü Ali Yurtaslan'ın İtirafını İsveç kamuoyuna duyurdu. Televizyon haberi sırasında izleyiciler dizinin yer aldığı gazetemizin çeşitli sayılarını da ekrandan izlediler.
* İsveç'in başkenti Stockholm'de Türkçe yayın yapan Türkiye Halk Birliği "Sılaya Doğru" Radyosu İtirafı geniş şekilde duyurdu. Radyo, dizimizi, İsveç'teki Türkiyelilere okudu.

Kaynakça973-1980 Yılları Arasında Oluşan Bazı Olayların Kronolojisi

1. 1973 yılında Niğde Sanat Enstitüsünde Hasan Dağdelen'in yaralanması olayı
2. Gazi Eğitim'de bir kişinin ölümü ile sonuçlanan saldırı
3. ODTÜ'de ambarın yakılması olayı
4. ODTÜ'de 2 Aralık 1977 çatışması
5. Bor Kaymakamlığının bombalanması
6. Niğde Töb-Der'in bombalanması
7. Niğde Pol-Der'in bombalanması
8. Bor CHP İlçe Başkanı Av. Mehmet Özdemir'in evinin dinamitlenmesi
9. Bor-Niğde yolunda Murat marka arabada 2 silahla yakalanan ülkücü
10. Aydın Efetürk'ün öldürülmesi
11. 6 Haziran 1978'de Ankara Kıbrıs Cad. No. 54'teki evin bombalanması
12. 9 Haziran 1978'de Kurtuluş'ta bir evin bombalanması
13. 1978 başlarında bir garsonun ölümüyle sonuçlanan SBF'nin karşısındaki kahvenin taranması
14. Diyarbakır Yurdunun bombalanması -1978 yılında-
15. Bankacılık,Sigortacılık, Gazetecilik Yüksek Okulunun kurşunlanması -1978 yılı-
16. Dayı kahvesinin kurşunlanması -1978 yılı-
17. Emek-Beştepe'de 16 ülkücünün silah ve dinamitlerle yakalanması
18. 1978 Ocak ayında İbrahim Bozkurt'un öldürülmesi
19. 1978 Ocak ayında Zafer Boz un öldürülmesi
20. Yıldız bloklarındaki bir evde para ve mücevherat gaspı
21. Beştepe'de Çiftlik Caddesindeki villa tipi evlerden para ve mücevherat gaspı
22. Yıldız bloklarında bir öğretim görevlisinin evinin kapısına saatli bomba konması
23. Emek 60. Sokakta gasp için girilen evin kızlarına tecavüz edilmesi
24. 1 Nisan 1978'de Ankara'da Eczacılık Fakültesine bomba atılması
25. 27 Mart 1978'de Emek Nokta Kıraathanesinin taranması
26. 1978 Haziranında Emek muhtarının evinin bombalanması
27. İzmir Caddesinde devrimcilerin taranması -1978 yılı-
28. 9 Ekim 1978'de Hamamönünde iki ülkücünün öldürülmesi
29. Ali Bülent Orkan'ın kaçırılması
30. Erdal Kabakum'un kaçırılması
31. Balıkesir Cezaevinde dört kişinin öldürülmesi olayı
32. 1978 Ekim sonunda Ankara'da Ali Bal'ın öldürülmesi
33. 28 Kasım 1978'de Doçent Necdet Bulutun öldürülmesi
34. İçcebeci'deki bir kahvede bir polisin yaralanması ile sonuçlanan ülkücülerle polis arasındaki çatışma
35. Taşova Savcısının öldürülmesi
36. 2 Kasım 1978'de Sağmalcılar Cezaevinden gerçekleştirilen firar
37. Edirne Cezaevinden firar olayları
38. Alpaslan Alpaslan'ın firarı
39. 1975 yılında Teknik Öğretmen Okulu öğrencilerine ateş açılması
40. Muzaffer Üstünel'in öldürülmesi
41. Savcı Doğan Öz'ün öldürülmesi
42 Zafer Üstünel'in öldürülmesi
43. Mamak Katliamı
44. Keçiören ÜGD'ye verilen dinamitlerin yakalanması
45. 18 Mart 1979'da MHP Genel Merkezinin kurşunlanması
16. Bahçelievler'deki İş Bankası ya da Yapı Kredi Bankası soygunu
47. Cevat Yurdakul'un öldürülmesi
48. Mikdat Şimşek'in Adana'da kahve taraması -1978 Haziran
49. İstanbul'da bir assubayın öldürülmesi
50. 1978 Mayıs ayında Etimesgut'da bir eve girme, kaçarken bir'polis rehin alma ve bir polisi vurma olayı
51. Sivas olayları
52. Fatih Hüseyin İpek'in Eskişehir'de araba gasbederken yakalanması
53. Anayasa Mahkemesinin bombalanması
54. Danıştayın bombalanması
55. 13 Nisan 1978'de Yükseliş in önündeki Albayrak Kıraathanesinin bombalanması
56. MİSK'te 1979 Temmuzunda bomba patlaması
57. Yedi TİP'linin öldürülmesi
58. Balgat katliamı
59. Piyangotepe katliamı
60. Niğde Pol-Der'in ikinci kez bombalanması fil. 1978 yazındaki Isparta olayları
«2. 9 Ekim 1978'deki Niğde Aksaray olayları
63. 1978 Ağustosunda Kırıkhan'da iki ülkücünün ellerinde bomba patlaması sonucu ölmesi
64. Maraş katliamı
65. 11 Ekim 1978'de Niğde Aksaray'da Haydar Şahin'in ölü olarak bulunması
66. 1978 sonlarında Adapazarı'nda bir ülkücünün ölü olarak bulunması
67. Maltepe'deki silahlı çatışma

Yazıcıoğlu Ankara Emniyetini Tehdit Etti

Abdullah Çatlı 25 Ağustos 1978'de Sakarya'da Nevzat Bor ve Balgal katliamı sanıklarından Mustafa Pehlivanlı ile beraber yakalandı. Nevzat o sırada aranıyordu. Bunları İstanbul'a götürdüler. Ankara polisi Ankara'ya gönderilmelerini istedi. Fakat Gayrettepe'de serbest bırakıldılar, Ya para yedirdiler veya başka bir yolla.) Ankara'ya dönerlerken Ankara ekibi bunları tekrar yakalıyor. Ankara'ya geldiklerinden bir saat kadar sonra Muhsin Yazıcıoğlu şubeye telefon etti. "Bu size ilk ihtarımız. Abdullah'ı bırakmazsanız Ankara'nın 150 yerinde bomba patlatacağız" diye tehdit etti. Gerçekten de ihtar olarak Demirtepe köprüsüne bir bomba konmuştu. Polis patlamadan bombayı aldı. Abdullah tehditten sonra bırakıldı. Nevzat şimdi içerde. Üç kahveyi taramaktan iki defa müebbet hapis cezasına mahkum edileli. Şimdi cezaevindeki teşkilatın ikinci başkanı.

Çatlı'nın Kahve Tarama Ekibi

Bu dönemde Ankara Şubesinin durumu ise şöyleydi: 1977 yılında Ankara Şubesinin Başkanı Şahin Yıldırım'dı. Bu dönemde Ankara Şubesi altın çağını yaşadı. Teşkilat gelişti.

1977 Ekiminden sonra Ankara Şubesi Başkanlığına Abdullah Çatlı getirildi. Çatlı 1978 Şubatına kadar Ankara Şubesi Başkanlığında kaldı. Çatlı döneminde çok sayıda cinayet işlendi. Abdullah Çatlı'nın dönemi, bir bakıma kahve taramaları dönemiydi. Çatlı'nın güvendiği ve saldırı olaylarında dayandığı bir ekibi vardı. Bu ekip şu isimlerden meydana geliyordu: Hüseyin Demirel, Aydınlık Bölgesinden Nevzat Bor (Abdullah'ın sağ koluydu. Abdullah İstanbul'da Ökkeş Çokuçkun ile görüşmeye bununla ve Mahmut Korkmazla gitti.) Mahmut Korkmaz, Hüseyin Kocabaş, Feridun Akkuzu (Abdullah'ın en önemli adamlarından biriydi. 1978 Ağustosuna kadar Yüksek öğretmendeki dinamit vs. nin dağıtımını bu yapıyordu. Şimdi Yaşar Okuyan'ın yanında bulunuyor, aranıyor olabilir). Bu isimler ekip liderleriydi. Abdullah Çatlı'nın Nenehatun Yurdunda özel bir odası vardı. Teşkilatı buradan yönetirdi.

Millisin Yazıcıoğlu Dönemi

1978 Kasımından önceki ÜGD Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu idi. Muhsin Yazıcıoğlu. ÜGD kurulduğunda Ülkü Ocakları Genel Başkanlığından ayrılarak ÜGD Genel Başkanlığına getirildi.

Teşkilatta ÜGD ve MHP Gençlik Kolları içiçe faaliyet gösteriyor.

Bir bakıma ÜGD Genel Başkanları, MHP Gençlik Kolu Genel Başkanına bağlı olarak çalışır. ÜGD ve MHP Gençlik Kollan genel başkanlıklarında kuvvetli isimler Muhsin Yazıcıoğlu, Şevkat Çetin, Mustafa Mit ve Mehmet Ekici'dir. Bunlar avnı dönemin insanlarıdır. Muhsin Yazıcıoğlu ÜGD Genel Başkanıyken, Mehmet Ekici MHP Gençlik Kolları Genel Başkanıydı. Bu dönemde Muştala Mit, MHP Gençlik Kolları İkinci Başkanıydı. Daha sonra ÜGD Genel Başkanı Şevkat Çetin'ken, Mustafa Mit, MHP Gençlik Kolları Genel Başkanıydı.

Muhsin Yazıcıoğlu döneminde (son zamanlarda) Abdullah Çatlı İkinci Başkan oldu. Teşkilatlanma Sekreteri Şevkat Çetin'di. Bu dönemde Salih Dayan Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesiydi ve silah işlerine bakıyordu. Silahlar bu dönemde partiden veriliyordu.
MHP TEŞKİLATI

Genel Bilgi

Başta MHP olmak üzere, Ülkü Ocakları ve bütün ülkücü dernekler "teşkilat" olarak adlandırılır. MHP ve ÜGD'nin her üyesi teşkilattan sayılır.
Teşkilat, legal ve illegal üyelerden meydana gelir. Bir,kongrelerde seçilen resmi yönetim kurulları vardır. Bir de bunun yanı sıra illegal üyelerle genişletilerek kurulan gerçek yönetim kurulları vardır. Böylece yöneticiler, resmi .yöneticilerle illegal yöneticilerdir. Böylece polis, yönetim kurulunun tüm üyelerini tanımamış olur.

ÜGD'nin başkan ve yöneticileri sık sık değişir. Bunlar bazen istifa ederek ayrılır. Ama teşkilattan ayrılmış sayılmazlar. MHP'de görev yapmaya devam ederler. Bunlar yine ülkücüler tarafından teşkilatın önderleri olarak tanınmaya devam ederler. İllegal olarak çalışmalarını sürdürürler. Bunlar genellikle Anadolu'ya gönderilirler ve oradaki teşkilatları denetlerler. Mesela eski yöneticilerden Sami Bal güney bölgesini denetlemeye gönderildi. Peşinden oraya Ali Batman gitti. Ali Batman Antalya' da teşhir olduktan sonra Almanya'ya gönderildi. Oradaki Teşkilatın Genel Başkan Yardımcılığına getirildi. Aynı şekilde Karadeniz Bölgesini Selahattin Sarı gönderildi. Daha sonra Sami Bal da Samsun'a gönderildi. Şimdi ikisi Karadeniz bölgesini yönetmektedir. Şevkat Çetin ÜGD Genel Başkanlığını bıraktıktan sonra MHP'de çalışmaya devam elti. Şimdi genellikle Kayseri, Yozgat ve İstanbul'da bulunur. Buraları denetler.
Yönetim kurullarındaki yedek üyeler de asil üyeler gibi toplantılara katılırlar.

Türkeş Ülkücü Teşkilatların Başkanlarıyla Her Hafta Toplantı Yapar

Bütün Türkiye'deki ülkücü hareketi MHP'de bulunan bir kurmay kadro yönetir. Bu kurmay kadro şu isimlerden meydana gelir: Muhsin Yazıcıoğlu, Türkmen Onur, Mehmet Ekici, Mustafa Mit, Şevkat Çetin, Çağlayan, Mehmet Sakarya, Taha Akyol, Haldun Taşova. Lokman Abbasoğlu, Sami Bal, Selahattin Sarı, Ali Batman ve 2. MC döneminde Ticaret Bakanı Müsteşarı olan Kemal. Bunlar Ülkü Ocaklarının ve MHP Gençlik Kollarının eski yöneticileridir. Bunlar direkt Türkeş'e bağlıdır. Bunların bir kısmı Anadolu'ya dağılmıştır. Zaman zaman biraraya gelerek istişari toplantılar yaparlar. Gerekli şahısları çağırarak bilgi alırlar. Mesela beni birkaç defa çağırarak cezaevleri konusunda bilgi aldılar.

Bütün teşkilatın başkanı Türkeş'tir. Türkeş, MHP'nin ülkücü örgütlerle ilişkisini reddetmesine rağmen, her hafta bu örgütlerin başkanlarıyla ve masa başkanlarıyla mutad toplantılar yapar. Bu toplantılara Gençlik Kolları Genel Başkanları, Gençlik Kolları Teşkilatlandırma Başkanı, ÜGD Genel Başkanı, ÜGD İkinci Başkanı, masa başkanları ve muhasipler katılır. Nadir olarak da tüm yönetim kurulu üyeleri bu toplantılara katılır. Türkeş ayrıca bütün ülkücü dernek başkanlarıyla da her hafta toplantı yapar. Bu toplantıların yapılmasını bizzat Türkeş ister. Hor kesim bu toplantılara raporlarıyla katılır. Ülkücü hareketin meseleleri kanuni bir çerçeve içinde konuşulur. Türkeş yönlendirme yapar.

Mesela 1978 Ekiminde yapılan bir toplantıda Türkeş. "Bahçelievler bizim için emniyetli bir hale getirilmelidir" demiş. Bundan kısa bir süre sonra Bahçelievler'de 7 TİP'li öldürüldü. Ayrıca buraya büyük güç yığılarak, semt tamamen MHP'nin hakimiyeti altına alındı.

Türkeş Teşkilatta Tek Liderdir

Türkeş, teşkilatta tek liderdir, başbuğdur. Ne derse o olur. Türkeş kendisine başbuğ denmesini bizzat istemiştir. Biz Türkeş'le ilk toplantıya gideceğimizde, kendisine nasıl davranacağımızı öğrettiler. Kendisiyle ilk tanışacaktık. "Şimdiden söyleyelim de pot kırmayın dediler. "Kendini tanıtırken, başbuğum diye söze başla, yoksa çok kızar" dediler. Kitle toplantılarına Türkeş çıkar çıkmaz, 15 dakika, yarım saat "Başbuğ Türkeş" diye bağırılır. Bunu da kendisi ister.

Resim

Milletvekilleri kendisiyle konuşurken, bu hitapla söze başlamış. Söze başlarken ve bitirirken "Başbuğum" demeyen birkaç kişiyi tokatladığı anlatılır. Huzurunda hazırol vaziyetinde dururduk. Toplantıya girerken hepimiz ayakta ve onun girişine yüzümüz dönük durur ve "otur" deyince otururduk.
Ülkücü Gençlik Dernekleri Teşkilatlanma Sekreterliği Cinayetleri Yönetiyor
ÜGD'nin resmi hiyerarşisi şöyledir: Başkan birinci olarak belirtilir. İkinci başkan ikinci olarak yazılır. Sekreter üçüncü, muhasip dördüncü, teşkilatlandırma sekreteri beşinci olarak belirtilir. Gerisi de diğer masalarla ilgili kişilerdir.
Fakat en önemli kesimler teşkilatlandırma sekreterliği ile irtibattır. Bu iki kesimde ortalama on, onbeş kişi çalışır. Yurt çapındaki cinayet şebekeleri ve kaçaklarla ilgili işlemler bunlara, özellikle teşkilatlandırma sekreterliğine bağlıdır. Merkezle şubeler arasındaki bağlantıyı da yine bunlar, özellikle irtibat sağlar. Bunların üyelerinin bir kısmı Anadolu'da faaliyet gösterir.

Teşkilatlandırma Sekreterliği, İrtibat, Eğitim Masası ve Hukuk Masası direkt olarak Genel Başkanla İkinci Başkana bağlıdır. Ayrıca Ankara Şubesi Başkanı da direkt olarak Genel Başkana bağlıdır.
Ankara Şubesinin örgütlenmesi de Genel Merkezin örgütlenmesine benzer. Yönetim kurulu üyelerinin her biri bir semte, okula veya yurda bakar. Ayrıca bunlara bağlı semt başkanları vardır. Bir ara semt başkanları ile Ankara Şubesi arasında bölge başkanlığı sistemi vardı. Bu sistem daha sonra kaldırıldı. Semt başkanları direkt olarak Ankara şube başkanına bağlandı. Ayrıca her semtte kitaplıklar vardır.
Sekreterin teşkilatta fazla bir fonksiyonu yoktur. Derneğin kanuni bir görünüm kazanması için gerekli işleri yapar, defterleri düzenler.
Muhasip, ÜGD'nin 2,5-5 milyon lira arasında değişen mali finansmanını (bütçesini) ayarlar. ÜGD adına çeşitli şirketlerin kurulmasını sağlar.

Teşkilat 1975'lerde Dağınıktı

Şevkat Çetin 1975 yılında Ankara'ya gelişini ve teşkilatın o zamanki durumunu bana şöyle anlatmıştı: Ankara'ya geldiğinde iki okula kayıt yaptırmış, fakat devam etmemiş. Cebeci-Dörtyol bölgesinde Yozgatlılarla gezip tozuyormuş. Olaylara ilk karışması şöyle olmuş. 1975 yılında Beşevler'i kurtarma harekatı adı altında bir harekat düzenlenmiş. Bu saldırı için Beşevler'e geldiğinde burada çeşitli gruplar görmüş. Hepsi ülkücü gruplar ve hepsinin liderleri başka. Grup liderlerini bize şöyle saydı: Mehmet Ekici, Mustafa Mit, Alpaslan Gümüş, Mustafa Özgümüş, Talip Gün ve Muhsin Yazıcıoğlu. Bunların hepsi ayrı telden çalıyormuş ve aralarında rekabet varmış. Bunların hepsi de o dönem ülkücü hareketin liderliğine oynuyor.

Beşevler'e gelir gelmez bunların hepsi Şevkat Çetin'i yanına çekmeye çalışıyor. Bu amaçla biri silah veriyor, diğeri bomba veya dinamit vs. O günkü olayda üzerinde üç tane silah, yedi-sekiz dinamit lokumu vs. bulunuyor. O gün Teknik Öğretmenden çıkan devrimcilerin üzerine ateş açıyorlar. 5-6 kişi yaralanıyor. Kendilerinden de bir kişi vuruluyor. Bu arada Muhsin Yazıcıoğlu ve Mustafa Mit ile arkadaş oluyor ve devamlı onlarla gezmeye başlıyor. Şevkat daha sonra Gazi Eğilim de bir çatışma sırasında bu grup liderlerinden Alpaslan Gümüşün vurulduğunu anlattı.

CEZAEVİNDEN KAÇANLAR VE KAÇAKLARIN SAKLANMASI

Cezaevinden Adam Kaçırma Konusunda Karar Alınıyor

Ben Hukuk Masasında çalışırken bir gün Genel Merkez Hukuk Masası Başkanı Ali Kaçar bizi topladı ve durumun kötüleştiğini, ülkücülerin ceza almaya başladığını, morallerinin bozuk olduğunu, artık cezaevlerinden adam kaçırmanın zamanının geldiğini anlattı. Bu toplantıya benimle birlikte, Fatih Kirişçioğlu, Erdem Şenocak, Osman Katipoğlu ve Ali Durdusal da katılmıştır. Bu dönemde Ali Kaçar Şevkat Çetin, Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı'ya bağlı olarak çalışıyordu. Bu karar onlardan gelmişti.

Sahtekarların Harekete Geçirilmesi

O sırada cezaevi teşkilat başkanı olan Selahattin Arpacı her hafta bize rapor yazardı. Ben her hafta cezaevine gider ve bu raporu alırdım. Bu günlerde Selahattin. cezaevine üç tane sahtekarın geldiğini, bunların cezaevinden adam kaçırabileceklerini söyledi. Ben bu durumu Ali Kaçar'a anlattım. Bu sırada teşkilatın da böyle bir kararı olduğu için hemen kabul etti.

Sahtekarlardan birinin adı İbrahim Songür idi. Bu adamın esas işi İstanbul'da Türkiye'yi terkeden Ermenilerin ve diğer azınlıkların evlerini kendi zimmetine geçirmekti. Senelerdir cezaevinde bulunuyordu. Çok iyi bir hukuk bilgisi vardı. Çok güzel mahkeme kararı yazıyordu.
Ali Kaçar cezaevine giderek İbrahim Songür'le bizzat konuştu. Sahte evrakla cezaevlerinden adam kaçırma konusunu görüştüler.
Songür'ün yöntemine göre, bir sanık için Yargıtay veya herhangi bir mahkeme adına tahliye kararı yazılıyordu. Biz bunu dışarda daktiloyla yazıyorduk. Sonra bu yazıyı içeri sokuyorduk. Songür içerde yaptığı sahte mühürle bu evrakı mühürlüyordu. Biz de bunu herhangi bir postaneden telgraf veya posta yoluyla gönderiyorduk.

İbrahim Songür'ün mühür yapma tekniği şöyleydi: En sert cinsten bir aydınger kağıdına mühürün tersini çiziyordu. Çizdiği yeri sabunluyordu. Sonra ters çeviriyordu. Üstten ıslatıp bastırıyordu. Mühürün aynısı çıkıyordu.

Cezaevinden Kaçanlar Direkt ÜGD Genel Merkezine Geliyordu

1978 Ağustos-Eylül aylarında birçok ülkücü için bu şekilde sahte tahliye evrakı gönderildi. Bunlardan hatırlayabildiklerim Ali Bülent Orkan ve Erdal Kabakum'dur. Ayrıca İzmir Buca Cezaevine ve Adapazarı Cezaevine birer kişi için sahte tahliye evrakı gönderildi. Yarı-açık cezaevlerinden birkaç kişi için gönderildi. Ayrıca Amasya ve Niğde Aksaray Cezaevlerine de tahliye evrakı gönderildi. Niğde Aksaray Cezaevine tahliye edilmesi için tel çekilen şahıs Mehmet Şahbaz idi. Bunların bir kısmı kaçtı, bir kısmı ise kaçamadı. O dönemde bu şekilde on, onbeş kişinin kaçırıldığını zannediyorum.
Cezaevinden çıkanlar direkt olarak ÜGD Genel Merkezine geliyordu. Burada Şevkat Çetin veya Abdullah Çatlı ile görüşüyorlardı. Bunlar kaçakları gönderiyordu.
Kaçacak şahısları Şevkat Çetin, Abdullah Çatlı ve Ali Kaçar tespit ediyorlardı. Ben de sahte evrakı İbrahim Songür'e hazırlatıyordum. Telgrafları çekenler ise genellikle Erdem Şenocak, Fatih Kirişçioğlu ve Ali Durdusal'dı. Kaçırılacak olan şahıslar idamlıklardan ve aynı zamanda dışarda iş yapabilecek olanlardan seçiliyordu.

Ali Bülent Orkan'ın Kaçırılması

Ali Bülent Orkan'ın kaçırılması, Ali Kaçar'ın Selahattin Arpacı ılı •yaptığı temaslardan sonra kararlaştırıldı. Kendisinin dışarda işe yaraya cağı düşünüldüğü için kaçırıldı. Nitekim bir yıl sonra Piyangotepe olayı na karıştı.
İlk sahte tahliye evrakı Ali Bülent Orkan için hazırlanmıştır. Bu evrakı dışarda Erdem Şenocak daktiloyla yazdı. İçerde İbrahim Songür, Se-lahattin Arpacı ile bunu mühürlediler. Bu dışarı çıkartıldı. Erdem Dikimevi Postanesinden telgrafı çekti ve Ali Bülent tahliye oldu. Ali Bülent'i bundan önce Çankırı Cezaevine naklettirmiştik. Sahte evrak göndereceğimiz kişileri genellikle böyle küçük yerlere naklettiriyorduk. Bunu adalet mekanizması içinde tanıdıklarımız aracılığıyla yaptırıyorduk.

Ali Kaçar daha önce Ali Bülent Orkan'la temas kurarak kaçtığı zaman ÜGD Genel Merkezine gelmesini söylemişti. Ali Bülent çıkar çıkmaz Genel Merkeze geldi. Burada Ali Kaçar'la buluştu. Ayrıca Şevkat Çetin, Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı ile görüştükten sonra bilmediğim bir yere gönderildi.

Erdal Kabakum'un Kaçırılması

Cezaevinden ikinci olarak kaçırdığımız şahıs Erdal Kabakum'dur. Kabakum Ankara Altındağ Adliyesinden 16 yıl 8 ay ceza almıştı. Biz bunu önce Eskişehir Cezaevine naklettirdik. Orada her türlü bomba yapımını vs. öğrendi. İyi bir militan haline geldi. Bu da dışarda işe yarayacağı için kaçırılmıştır. Nitekim kaçtıktan sonra Balıkesir'de yakalandığında polise verdiği ifadede 13 yer için bomba hazırladığını ve bombaladığını anlatmıştır.
Kabakum da Songür'ün hazırladığı sahte tahliye evrakı ile kaçırıldı. Bu evrakı Ankara'dan postaya veren Fatih Kirişçioğlu'dur. Aynı gün Ali Kaçar Eskişehir teşkilatından Müştak Karabacak'ı otomatik telefonla arayarak Kabakum'un çıkar çıkmaz Genel Merkeze gelmesini söyledi. O zaman ÜGD Genel Merkezi Demirtepe'deydi.

Erdal Kabakum tahliye olduğu günün gecesi ÜGD Genel Merkezine geldi. Fakat Ali Kaçar bu işten başına bir şey geleceğinden korktuğu için Genel Merkezi terketmiş bulunuyordu. Erdem Şenocak, Kaba-kum'u alarak Seyranbağları'ndaki bizim eve getirdi. Kabakum bizde bir gece kaldı.
Ertesi sabah Genel Merkeze gittik. ÜGD Genel Yönetim Kurulu Üyesi Osman Katipoğlu ile Ali Kaçar da orada bulunuyordu. Kabakum'u ne yapacağımızı konuştuk. Şevkat Çetin, Kabakum'un Balıkesir'e gönderilmesini ve orada çeşitli eylemlerde kullanılmasını istedi. Şevkat Çetin Balıkesir'e telefon ederek Balıkesir ÜGD ikinci Başkanı Tacettin Ak-genç'i Ankara'ya çağırdı. O dönemde Balıkesir ÜGD Başkanı Sıtkı Şerametli idi. Daha sonra Tacettin aranmaya başlanınca bütün işleri bu şahıs çevirmeye başladı.

Tacettin, akşam Ankara'ya geldi. Beni eve göndererek Erdal Kaba-kum'u alıp Genel Merkeze getirmemi söylediler. Ben Kabakum'u Genel Merkeze getirdim. Burada kendisine Şevkat Çetin ve Osman Katipoğlu tarafından Ali adına düzenlenmiş bir sahte kimlik verildi. Daha sonra Kabakum, Şevkat Çetin tarafından, şimdi partide görevli olan Gençlik Kolları eski Başkanı Türkmen Onur'un Renault marka arabasıyla Balıkesir'e gönderildi. Arabayı ehliyeti olmadığı halde Şevkat Çetin sürüyordu.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun Emriyle Balıkesir Cezaevinde Cinayet İşlendi

Balıkesir Cezaevinde ülkücülerin çıkarttığı isyandan sonra Erdem Şenocak ve Müştak Karabağ ile Balıkesir'e gittik. Burada isyan Muhsin Yazıcıoğlu'nun emriyle çıkartılmıştı. Önce cezaevinde devrimciler Ülkücü İşçiler Derneği Üyesi Baki Yeşiloğlu'nu öldürdüler. Genel Merkezde otururken bir gün Balıkesir ÜGD Başkanını Ankara'ya çağırdılar.

Erdem ve Şevkat de vardı. Muhsin Yazıcıoğlu "bunun öcü alınmalıdır" dedi. Bunun üzerine cezaevinde isyan çıkarıldı. Hatırladığıma göre iki, üç kişi öldürüldü. Baki'nin öldürülmesinde solculara yardım eden başgardiyan da öldürüldü. Ülkücülerin burnu bile kanamamıştı. Ertesi gün sürgüne gönderildiler.
Balıkesir'de bir süre kaldım. Bu arada Erdal Kabakum'u da gördüm. Hüseyin Kocabaş ve Kemal Türker'le beraber çok lüks bir evde saklanıyorlardı. Erdem Şenocak'la birlikte onların evinde yattık. Bu üçü daha sonra bu evde yakalandılar. Bunları Balıkesir'de Tacettin barındırıyordu.

Hüseyin Kocabaş Kafayı Bozmak Üzereydi

Konuşmamızda Erdal çeşitli bombalama işleriyle uğraştığını anlattı. Hüseyin Kocabaş ise kafayı bozmak durumundaydı. Hap alıyordu. Kendisini teskin ettik. Konuşmamızda Doğan Öz ve Muzaffer üstünel'in öldürüldüğü günlerde, kendisinin olay yerlerinde olmadığını kanıtlamak amacıyla sahte evraklar düzenlediğini anlattı. Babasının işyerinde o günlerde SSK'ya gidecek bir hasta için işveren yerine imza attığını söyledi.
Daha sonra Şevkat Çetin den öğrendiğime göre, polis bunların Balıkesir'de saklandığını tespit etmiş ve MlT'e bildirmiş. Fakat MlT bu haberin doğru olmadığını söylemiş. Polis de bunun üzerine Balıkesir'de aramaktan vazgeçmiş. Bunlar daha sonra Balıkesir'de tesadüf eseri yakalanıyorlar.
Ben Ankara'ya döndüğümde "Kaçakları niye yurt dışına göndermiyorsunuz" diye Ali Kaçar'la münakaşa ettim.

İzmir Buca Cezaevine Ve Adapazarı'na Çekilen Telgraflar

Sahte tahliye evrakı ile kaçırılanlardan biri de İzmir'in Buca Cezaevindeydi. Bunun evrakını Ali Kaçar hazırladı. Fakat telgrafı kimin çektiğini bilmiyorum. Aynı şekilde Fatih Kirişçioğlu tarafından Adapazarı Cezaevinde yatan bir ülkücü için Anafartalar Postanesinden bir telgraf çekildi. Telgraf Yargıtay Başsavcılığından gönderiliyormuş gibi düzenlenmişti. Ancak cezaevi savcısı Yargıtay Başsavcısının o sırada tatilde olduğunu biliyormuş. Ankara'ya telefon ederek böyle bir evrakın gönderilip gönderilmediğini sormuş. Böylece evrakın sahte olduğu ortaya çıkmış.

Sahtekarlığı MİT Öğreniyor

MİT Adapazarı Cumhuriyet Savcılığından durumu öğreniyor. Bunun üzerine telgrafların çekildiği Ankara Postanelerindeki bazı memurlar gözaltına alınıyor.

Bu şekilde telgrafları getiren şahısların eşkalleri çıkartılmaya çalışılıyor. Ayrıca bu memurların suç ortağı olup olmadıkları anlaşılmaya çalışılıyor.
Bir gün Şevkat Çetin bize gelerek cezaevinden adam kaçırma olaylarının MİT tarafından öğrenildiğini ve aranmakta olduğumuzu söyledi. Çok heyecanlıydı. Kendisine bu haberin hangi kanaldan geldiğini bilmiyorum. Fakat sonradan öğrendiğimize göre, bu haber parti üst yöneticilerinden gelmiş. Şevkat bu sıralarda Mustafa Mit ile irtibatlıydı.

Esrarengiz Yüzbaşı İçin Hazırlanan Sahte Tahliye Evrakı

Ben memleketime gitmeye karar verdim. Ali Kaçar memleketime giderken, Pozantı Cezaevinde bulunan İbrahim Songür'ü görmemi istedi. Bana 10 bin TL. vererek, bunu Songür'e vermemi söyledi. Kendisiyle daha sonra bizzat irtibat kuracağını belirtti.
Pozantı Cezaevinde İbrahim Songür ile görüştüm. Songür, telgraf olaylarının açığa çıktığını, artık bu yolla adam kaçırılamayacağını söyledi. Fakat yine de kendisinin başka yollar bulabileceğini belirtti. Ayrıca kendisinin maddi imkansızlıklar içinde olduğunu ve bu cezaevini beğenmediğini anlattı. Kendisini Erdemli ilçesi cezaevine naklettirmemizi istedi. Ben Ali Kaçar'ın verdiği 10 bin TL'yi kendisine verdim. Ankara' ya döndüm.

Ali Kaçar'la görüşerek Songür'ün bana anlattıklarını ilettim. Ali Kaçar Pozantı Cezaevine giderek Songür ile bir görüşme yaptı. Ayrıca Erdemli Cezaevine giderek oranın durumunu öğrendi ve Ankara'ya döndü. Adalet Bakanlığında çeşitli girişimlerde bulundu. Sonra beni tekrar İbrahim Songür'ün yanına gönderdi.
Bu defa Songür'e 15 bin TL. götürdüm. Görüşmemizde Songür bana bir zarf verdi ve K. Maraş'a giderek bu telgrafı çekmemi istedi. Ben Adana'ya gittim. Burada Ülkücü Gençlik Derneğinden Ankara'ya telefon ederek Ali Kaçar'la görüştüm. Kaçar'a Songür'ün bana Mehmet Ali Çeviker için düzenlenmiş bir telgraf metni verdiğini söyledim.

Songür'ün verdiği evrakın üzerinde Mehmet Ali Çeviker'e ait olduğu yazılıydı. Mehmet Ali Çeviker in K. Maraş Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilmiş olan tevkif kararının kaldırıldığı, eğer kendisi hakkında başka bir tutuklama müzekkeresi yoksa Ankara Cumhuriyet Savcılığınca serbest bırakılması isteniyordu. İmza K. Maraş Sulh Ceza Mahkemesi veya başka bir mahkemenindi.

Ali Kaçar bu telgrafı çekmemi istedi. Ben "Bugün cuma ve saat 15.17'ye kadar Maraş'a yetişemem" dediğim zaman, o sırada Adana ÜGD Başkanı olan Recai'yi telefona vermemi istedi. Recai'nin soyadını hatırlamıyorum. 1978 Ağustos-Eylül sıralarında resmen Adana ÜGD Başkanıydı. Ali Kaçar Recai'ye, bana bir taksi tutmalarını veya taksi parası vermelerini söyledi. Recai bana 5 bin TL. verdi. Ben bir taksi tutarak K. Maraş'a gittim.
K. Maraş'a saat 16.30'da vardım. Bir otele giderek oturmaya başladım. Telgrafı çekmek istemiyordum. Olaylara fazla karışmak istemiyordum. Sadece irtibat görevini yapabileceğimi düşünüyordum. Otelden Ankara'ya telefon ettim. Taksi tuttuğum halde K. Maraş'a 18 civarında geldiğimi ve yetişemediğimi söyledim. Ertesi günü Ankara'ya döndüm ve telgrafı Ali Kaçar'a verdim. Kaçar bana "Gelecek cuma günü gider, telgrafı çekersin" dedi.

Mehmet Şahbaz İçin Hazırlanan Sahte Evrak

Ben ertesi hafta çarşamba akşamı Ankara'da ayrılarak Pozantı Cezaevine gittim ve İbrahim Songür'ün buradan Tarsus Cezaevine nakledildiğini öğrendim. Tarsus Cezaevine giderek, Songür'e bu telgrafı çekemeyeceğimi anlattım. Songür, "Madem telgrafı çekemiyorsun, ben mektup şeklinde bir evrak hazırlıyorum. Sen bunun üzerine 2.5 TL'lik bir pul yapıştırır, postaya atarsın. Bunun hiç bir tehlikesi yoktur" dedi. Ben bunu kabul ettim. Ayrıca Ali Kaçar'ın son olarak gönderdiği parayı kendisine verdim. "Bu mektubu al ve Ankara'ya götür" dedi. Mektup Mehmet Şahbaz adına hazırlanmıştı. Ağzı açıktı. Şahbaz, adam öldürmekten 20 yıla hükümlüydü. Mektupta, Mehmet Şahbaz'ın yanında bulunan bir şahsın, Şahbaz cezayı yedikten sonra gelerek, cinayeti kendi işlediğini, Mehmet Şahbaz'ın sadece yanında olduğunu ve olaya karışmadığını söylediği yazılıydı.
Bu mektubu Ali Kaçar'a verdim, Kaçar da Erdem Şenocak'a verdi. Erdem'le beraber Adliyeye gittik. 1. Asliye Ceza Kaleminde görevli Halil isminde bir şahıstan resmi pul istedik. Halil bize iki tane pul verdi. Erdem bunları yapıştırarak zannedersem Büyük Postaneden Niğde Aksaray Cumhuriyet Savcılığına postaladı. Şahbaz da bu sahte evrakla kaçamadı. Cezaevi Savcısı galiba, bu evrakın gönderildiği yere doğru olup olmadığını sormuş ve sahtekarlık böylece açığa çıkmış.

Çeviker İçin Yeni Girişimimiz

Ben tekrar Tarsus'a gittim. Songür'ün yanında M. Ali Çeviker'in kardeşi Şerafettin Çeviker ile karşılaştım. Gönderilecek mektubun kardeşi tarafından postalanmasını, benim bunu yapamayacağımı belirttim. Şerafettin ile beraber Adana PTT'sine giderek mektubu attık. Yine Çeviker için Sivas mahkemeleri tarafından yazılmış bir mektubu kardeşi Sivas PTT'sinden Ankaraya postaladı. Esrarengiz Yüzbaşı Çeviker de bu sahte evraklarla tahliye olamadı. Bu olay aynı şekilde cezaevi savcısının yaptığı soruşturma sonunda açığa çıktı.

Ben 1979 Ağustosunda gözaltına alındığım zaman bu olaylarla ilgili Erdem Şenocak'ın, İbrahim Songür'ün ve Şerafettin Çeviker'in adlarını verdim. Sahte evrakları İbrahim Songür'ün hazırladığını sandığımı, M. Ali Çeviker için gönderilen evrakların kardeşi tarafından postalandığını, bir defa kendimin de sahte telgraf çektiğimi, bana bu görevin Erdem Şenocak tarafından verildiğini anlattım. Aslında ben hiç telgraf çekmemiştim. Fakat içeri girmek istediğim için suçlardan birini üzerime aldım.

Şerafettin Çeviker yakalanarak suçunu itiraf etti. Daha sonra bu mektupların içinde ne olduğunu bilmediğini söyleyerek tahliye oldu. Ben de cezaevine girdikten sonra böyle bir şey yapmadığımı söyleyerek tahliye oldum. Erdem hakkında ise şu anda gıyabi tevkif kararı vardır. İbrahim Songür hakkında ise Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı yeni bir tevkif kararı çıkarttı. Songür şu anda Adana Cezaevinde yatmaktadır.

Burhan Emiştekin'i Naylon Şahitlerle Tahliye Ettirdik

ÜGD Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi olan Burhan Emiştekin' in cinayet şebekeleri ile ilgisi vardı. Kendisi direkt olarak Şevkat Çetin'e bağlıydı. Ankara'daki cinayetlerde önemli rolü oluyordu.
Burhan bir gün Dikimevi'nde yolda kansı ile birlikte giden Ali Bal adlı bir şahsı öldürdü. Burhan'a Ali Bal'ı komünist olarak tanıtan şahıs ÜGD Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Taşer'di. Mehmel Taşer halen kaçaktır. Sivas'ta olduğu söylenmektedir. Burhan olayda kullanılan silahı Sivas öğrenci Yurdunda Başkanlık yapan ve olaydan bir ay sonra ÜGD Ankara Şubesi Yönetim Kuruluna atanan Sadettin'e vermişti.
Burhan hemen o gece yakalandı ve olayı itiraf etti. Yanındakilerin kimler olduğunu ve silahı kime verdiğini de anlattı. Bu olay 1978 Ekim sonlarında veya Kasım başında oluyordu.

Burhan'ın yakalanmasından sonra Şevkat Çetin beni çağırdı ve bu adamın önemli olduğunu, mutlaka çıkarılması gerektiğini söyledi. Gerekirse kaçın, veya şahitleri temizleyin dedi. Ben de "Peki Başkanım, elimizden geleni yaparız" dedim, önce Burhan ın dosyasının 2. Sorgu Hakimliğine gitmesini sağladık. Bunu Cumhuriyet Savcılığındaki katipler vasıtasıyla yaptırdık. Daha sonra 2. Sorgu Başkatibi ile bir görüşme yaptım. Kendisine para teklif ederek Burhan'ın polisteki ifadesinin dosyadan çıkarılmasını istedim. Başkatip 20 bin TL. karşılığında bu evrakları yırtabileceğim söyledi. Fakat bu sırada sıkıyönetim ilan edildiği için girişimimiz yarıda kaldı.

Bu Başkatibin adını hatırlamıyorum. Ancak onu Abidinpaşa bölgesi ETKO Başkanı olan Pala Dayı vasıtasıyla tanıdık. Pala Dayının 64 Chevroleti vardı. Tıp Fakültesi Hastanesi önünde taksicilik yapardı.

Kendisi 50-55 yaşlarında, geniş omuzlu biriydi. Şimdi yurt dışında bulunuyor.
Bu planımız suya düşünce Burhan'ı şahit ayarlayarak kurtarma yoluna gittik. Burhan, Bitlis'liydi. Ben kendisiyle görüştüm. "Olay sırasında beni Bitlis'te gösterin" dedi. Bitlis'te MHP'ye yakınlığıyla tanınan ve o zaman Emniyet Müdür Vekili olan Kemal Yazıcıoğlu'na bir adam yolladım. Bir yazı ile durumu kendisine anlattım. Burhan'ı olay sırasında Bitlis'te gösterip gösteremeyeceklerini sordum. Kemal bunu yapmasının çok zor olduğunu söyledi ve bize şöyle bir yol önerdi: Bir, iki MHP'li polis bulacaktı ve olay sırasında polisler Bitlis'te bir arama yapmış olacaklardı. Bu arama sırasında Burhan'ı da aramış olacaklardı.

Bitlis'e gittim ve Kemal Yazıcıoğlu ile bizzat görüştüm, önce Burhan Emiştekin'in Bitlis'te bir otele kaydını yaptık. Otel kayıtları on beş günde bir Emniyete bildiriliyordu. Emniyet Müdürlüğündeki otel kayıtlarına da Burhan'ın adını yazdırdık. Ayrıca Kemal iki polisi şahit gösterebileceğimizi de söyledi. "Sana Ankara'ya telgrafla polislerin adlarını bildiririm" dedi. Ben Ankara'ya döndükten birkaç gün sonra telgraf geldi. Burhan'a polislerin adlarını vererek, bunları şahit göstermesini istedim. Burhan Emiştekin Sorgu Hakimliğinde polisleri şahit gösterdi, polislerin ifadesi alındı ve Burhan serbest bırakıldı. Ayrıca Burhan'ın olay sırasında Bitlis'te otelde kaldığı ve emniyet kayıtlarında adının olduğu şeklindeki belgeler de dosyasına kondu. Bu olay şimdiye kadar açığa çıkmadı.
Kemal Yazıcıoğlu'nun telgrafı çektiği tarih 1978 Aralık ayı idi. Telgraf yıldırımdı. Benim adıma ve ÜGD'nin bulunduğu Gazi Mustafa Kemal Bulvarı 56/6 adresine gönderilmişti. Telgraf şifreli yazılmıştı.

Kaçakların Yerleştirilmesi

1978 yılından bugüne kadar kaçakların yerleştirilişi şöyle olmuştur: Kaçak şahıs çalıştığı kesimin başkanıyla birlikte Ankara Şubesi Başkanının yanına gelir. Ankara Şubesi Başkanı Ali Kaçar'ı bularak bu şahıslarla temas ettirir. Ali Kaçar bu şahıslara bir gün verir. Bu arada kaçak şahsın nereye ve nasıl gideceği konusunda Şevkat Çetin ve Abdullah Çatlı ile bir görüşme yapar. Kaçakların nasıl ve nerede saklanacaklarına ve nasıl kullanılacaklarına bu şahıslar karar verir. Kaçak şahsın nereye gideceğini ve orada kimi göreceği Şevkat Çetin veya Abdullah Çatlı tarafından Ali Kaçara bildirilir.
Ali Kaçar kaçak şahsa sahte bir kimlik hazırlar. Bunun için ilk görüşmede kaçak şahıstan bir resim istenir. Hazırlanan sahte kimlik genellikle bir öğrenci şebekesidir. Bu kimlik Eğitim Enstitülerinden veya ülkücülerin hakim olduğu yüksek okullardan alınmış bir kimliktir.

Genellikle bu okullar, tüm Eğitim Enstitüleri, Ticaret Turizm .Teknik öğretmen Okulu, Ziraat veya Veteriner Fakülteleridir. Ali Kaçar boş kimliğin üzerine resmi yapıştırır ve bu okullardan birinin mühürünü basar. Bir 2.5 TL'yi de soğuk damga yerine geçmek üzere fotoğrafın üzerine sert bir cisimle vurur. Böylece kaçağın yeni kimliği ve gideceği yer sorunu halledilmiş olur. İkinci görüşmede Ali Kaçar kaçağın gideceği yeri söyler ve kimliğini verir. Ayrıca bir miktar para ile bir de yazı verir.

Kaçak eğer önemli bir olaydan dolayı aranıyorsa, kendisine nüfus cüzdanı verilir. Bu da şöyle olur: Ülkücülerden herhangi birinin nüfus cüzdanı alınır. Fotoğrafı sökülerek,- yerine kaçak şahsın fotoğrafı yapıştırılır. Yine 2.5 TL. ile mühür basılır. Veya MHP'li muhtarlardan birinden, bir şahıs adına nüfus cüzdanını kaybettiğine dair bir belge alınır. -Bu belge Erdem Şenocak tarafından Ulus'taki Kraner İşhanının hemen yanındaki nüfus işleriyle uğraşan binaya götürülür. Burada çalışmakta olan Mustafa Öztürk vasıtasıyla, bu belgeye dayanılarak kaçağın yeni bir hüviyet kazanması sağlanır.
Suat Küçük Gazi Eğitim Türkçe Bölümü öğrencisidir. İçişleri Bakanlığı kadrosunda çalışmaktadır. Mustafa öztürk ise, Emek Gazetecilik Halkla ilişkiler öğrencisi olup Niğde Yurdunda ikamet eder. Bu şekilde en az 250 adet nüfus hüviyet cüzdanı temin edilmiştir. Mustafa öztürk Niğdelidir.

Mikdat Şimşek'in Saklanması

Mikdat Şimşek Ankara'ya Karadeniz bölgesinden, zannedersem Kastamonu'dan gelmişti. İkamet yeri Ankara'nın Hasköy semti idi. Erdem Şenocak Hasköy bölgesinde kendisine bir ev tuttu. Maddi imkanlar sağladı. Şimşek bu bölgede çeşitli eylemlere katıldı.
Bir defa ÜGD Genel Başkan Yardımcısı Burhan Kavuncu tarafından Adana'ya gönderildi. Emirler o zaman ÜGD Genel Yönetim Kurulunda bulunan Mahir Damatlar tarafından verilirdi. Şimşek'e Adana'da motorla kahve tarattırıldı.
Şimşek bir defa da istanbul'a gönderildi ve bir kişiyi öldürdü.

Ayrıca Trabzon'a ÜGD Başkanı Soner özcan'ın yanına gönderilerek, yardımcı Doçent Necdet Bulut vurduruldu. (28 Kasım 1978'de)
Mikdat Şimşek Ankara'ya ilk geldiği zaman bir yaralama olayından dolayı aranıyordu. Yaşı 15 idi. Daha sonra kendisine çeşitli bölgelerde altı cinayet işlettirildi. Her olaydan sonra ikamet yeri olan Hasköy'e döndü ve hazır nazır olarak beyefendilerin emirlerini beklemeye başladı.
Yakalandığı zaman Ulus'taki Hukuk Masasında Erdem Şenocak ile görüşmeye geliyordu. Yakalandığı yer, Sümerbank karşısı Koçak Han kat-1 tuvaletiydi. Erdem Ulutan adlı bir avukata gelmekte olduğunu söyledi. Bizim büromuz ve Erdem Şenocak'ın kendisini beklediği yer ise, Sümerbank karşısı Koçak Han kat-3 idi. O gün Erdem Şenocak onu bizim büroda bekliyordu ve kendisine para vererek Ankara dışına çıkmasını sağlayacaktı.

ETKO Sanıkları Cemal Çelen, Yaşar Astek ve Erdal Solak'ın Hikayesi

Abidinpaşa semtinden Cemal Çelen, Yaşar Astek ve Erdal Solak'ın kaçaklık sebebi, Içcebeci'de polisle çatışmaydı. Bunlar Içcebeci'de bir kahveyi taramak için içeri giriyorlar. Burada polislerle çatışmaya giriyorlar ve bir polis yaralanıyor.
Bu olaydan sonra Erdem Şenocak ve Ertuğrul Alpaslan tarafından Kayseri'nin bir köyüne gönderildiler. Bir müddet sonra Ankara'ya çağrıldılar. Yaşar Astek, Erdal ve Cemal, Karadeniz bölgesine gönderildiler. Bu dönemde Şevkat Çetin den gelen emirler Erdem Şenocak aracılığıyla bunlara iletildi. Buralarda bu şahıslara birkaç olay daha yaptırıldı, fakat mahiyetini bilmiyorum. Tekrar Ankara'ya döndüler. Bu defa Erzurum'a gönderildiler. Erzurum'da şu anda ETKO dosyasında mevcut olan bazı yaralama ve bombalama olaylarına karışıyorlar. Ayrıç, Erzurum'da kendilerine yeni nüfus hüviyet .cüzdanları veriliyor.

Yaşar Astek Ağlıyordu

Bunlar Erzurum'da bu işlerde kullanılmaktan bıkmışlar, kaçarak Ankara'ya geldiler. Yaşar'la ben yeni taşınmış olduğumuz Talatpaşa Bulvarı 146/6'daki Hukuk Masasının yanında bulunan Sönmez Kıraathanesinde karşılaştım. Benim yanıma geldi. Ben kendisini tanımıyor-dum. O beni birkaç defa görmüş. Halimi hatırımı sordu. Ağlamaya başladı. Ben kim olduğunu ve neye ağladığını sordum. İsminin Yaşar Astek olduğunu söyleyerek yukarda anlattığım olayları anlattı. Teslim olmaya geldiklerini, yaptıklarının tümünü polise anlatsa dahi en azından on beş gün işkence göreceklerini söyledi. Kendisine yardımcı olmamı istedi. Ben kendisine bir miktar para verdim. Anlattıkları konusunda bilgim olmadığını, kendisini Erdem Şenocak'la buluşturabileceğimi söyledim. Yaşar, bana kendisini Erzurum'a gönderenlerin Erdem Şenocak ile Ertuğrul Alpaslan olduğunu, bu yüzden Erdem den kork tuğunu söyledi. Ben de kendisini teskin ederek, benim yanımda kendisine bir şey yapılamayacağını, bu meseleye muhakkak bir çözüm bul bileceğimi söyledim. Birlikte ÜGD Genel Merkezinin bulunduğu Demirtepe'ye gittik.

Erdem Şenocak burada bağırıp çağırmaya başladı. "Ben ne yapayım, rahat yeri bırakıp geliyorsunuz, bize sormadan neye geliyorsunuz" şeklinde sözler sarfetti. "Birkaç gün bekle ben sana gerekli cevabı veririm" şeklinde oyalamaya çalıştı. Bir buçuk saat kadar cebelleştik. Ben kendisine müdahale ederek bu şekilde konuşmaya hakkı olmadığını ihtar ettim. Bunun üzerine sakinleşerek kalacak yeri olup olmadığını sordu. Yaşar kalacak yeri olduğunu söyledi.

Erdem de bunun üzerine, "Ben Mustafa Mit Başkanla bir görüşme yaparak milletvekilleri aracılığıyla senin işkence görmemeni sağlarım" dedi. Bu konuşmanın olduğu tarih, 27 Şubat 1979 idi.

Yaşar Astek'in Babası Bize Beddua Ediyordu

Ben 28 Şubat gecesi polis tarafından gözaltına alındım. Bu arada Erdal ve Cemal yakalandı. Yaşar ise kayıplara karıştı. Erdal Şubede intihar etmeye kalktı. Bileklerini jiletle kesti. Bu çocuklar 18-19 yaşlarındaydı. Cemal ve Erdal polise Erdem Şenocak'ın ismini vermişler. Erdem kaçmaya başladı.
Mart ayının sonlarında Yaşar Astek'in babası yanıma gelerek ağlamaya başladı. Ben kendisine niçin ağladığını sorunca, "Allah hepinizin belasını versin. Sizin yüzünüzden oğlum eli kanlı katil oldu. Altı aydır yüzünü görmediğim halde polis ikide bir beni gözaltına alarak oğlumun nerede olduğunu soruyor. Bilmediğimi söyleyince bana işkence yapıyor. Şu halime bak" diyerek vücudundaki darp izlerini gösterdi. Ben de oğlunu bularak polise teslim edeceğim konusunda teminat verdim. Teslim edeceğimiz zaman kesinlikle işkence görmeyeceğine dair teminat alacağımızı, bu şekilde birkaç kişiyi teslim ettiğimizi bildirdim. Giderken "Size pek güvenim yok ama, sen daha yeni gelmişsin. Bana böyle çok sözler verdiler ama hiç birini yapmadılar. Ama sana güveniyorum" diyerek gitti. Şimdiye kadar bunun gibi biri olan Ercüment Gedikli'yi teslim etmiştik. Ama onun babası albaydı.
Ben bu arada Yaşar'ı aramaya başladım. Teşkilatlandırma Sekreteri olan ve kaçaklarla ilgilenen Mahir Damatlar'ı sıkıştırmaya başladım. "Bu adamı bul getir" diye. Mahir Damatlar da bu meseleyi halledeceğine dair bana teminat verdi.

Bir müddet sonra Yaşar'ın benim teslim etmemem için, Mahir Damatlar'ın emriyle yurt dışına gönderildiğini öğrendim. Bunu öğrenmem şu şekilde oldu: 1979 Haziran ayı içinde Eskişehir Hukuk Masasını denetlemek üzere Eskişehir'e gittim. Eskişehir Hukuk Masası Başkanı olan Eğitim Enstitüsü öğrencisi İsmet Kenan, Yaşara Mahir Damatlar'ın emriyle bir pasaport yaptırdığını ve Avrupa'ya turlar düzenleyen bir firma ile Avrupa'ya gönderdiklerini söyledi. Bu pasaportu şöyle yapmışlardı: Ülkücülerden birine pasaport aldırıyorlar. Bunu İsmet Kenan'a teslim ediyorlar. Pasaportun üzerindeki resmi sökerek Yaşar ın resmini yapıştırıyorlar. İsmet Kenan'ın nüfus idaresinde çalışan ablası vasıtasıyla resmin üzerine soğuk damga vuruyorlar. Mahir Damatlar'ın gönderdiği 2000 mark dövizle yurt dışına gönderiliyor. Gönderilme sebebi ise, benim taşradan gelen herkese Yaşar'ı sormam ve bulduğum zaman teslim edeceğime dair ettiğim yemin. Eğer Yaşar teslim edilirse kendilerinin adını vereceğinden korkuyorlardı.

Ferhat Tüysüz ve Veli Can Oduncu

1978 Eylülünde Ankara Şubesinde nöbetçiydim. Gece Cebeci-Dörtyol bölgesi Başkanı Ahmet Taşçı ve İkinci Başkan Cemal Ölmez saat 24 civarında Ankara Şubesine geldiler ve benden otomatik silah istediler. Ben kendilerine silahı ne yapacaklarını sordum. "Hacettepe Yurdunu tarayacağız" dediler. Bu ikisini de tanıyordum. Böyle bir şey yapacak tipte insanlar değillerdi. Bunun üzerine biraz kendileriyle alay etmeye başladım. Bunlar kızdılar ve gitmeye kalktılar. Ben durdurdum. "Siz bunu yapamazsınız. Yoksa yapacak başkası mı?" diye sordum. Bunun üzerine bunlar evlerine iki kişinin geldiğini, bunların tarayacağını söylediler. Sıkıştırınca Ferhat Tüysüz ve Veli Can Oduncu'nun mahallelerinde Öksüzler semtinde olduğunu söylediler.

Ben kimin kanalıyla geldiklerini sordum. Kendileri de neden geldiklerini bilmediklerini, bir soru sorunca, bunların "Polis misin lan?" diye silah çektiklerini söylediler. Ben inanmadım. Beraberce öksüzler semtinde bir eve gittik. Doğumevinin karşı tarafındaydı. Gerçekten onlar olduğunu öğrenince hemen eve giderek Şevkat Çetin'e durumu anlattım. Şevkat, Veli Çan'ın Karadeniz bölgesine, Ferhat Tüysüz'ün de Adana'ya gitmesini, Ferhat'ın Adana'da Osman Balcı'yla temas kurmasını söyledi. Bana da "Git Ankara Şubesinden referans ver" dedi. Ankara Şubesinden bunlar için iki referans yazdım. Şevkat da onlarla görüşerek bir miktar para verdi. Üzerlerinde bulunan silahları da alarak ayrıldık.

Taşova Savcısının Katili Erzurum'da Saklanıyor

Taşova Savcısını öldürmekten aranan Muhittin Gündoğdu, ÜGD eski Genel Yönetim Kurulu üyesi Haldun Taşova'nın akrabasıdır. Haldun Taşova Gazi Eğitim mezunudur ve şu anda MHP kurmaylarındandır. Muhittin Gündoğdu savcının vurulması sırasında Taşova Başkanıydı. Aranmaya başlayınca Ankara'ya geldi. Haldun'la görüştü. Kendisini Trabzon'un bir köyüne gönderdiler. Birkaç ay sonra tekrar Ankara'ya geldi. Muhsin Yazıcıoğlu'nun yakalanmış olduğu Bahçelievler'deki evde kaldı. Sonra Erzurum'dan gelen Atatürk öğrenci Yurdunun Başkanıyla Erzurum'a gönderildi. Kendisini en son 1979 Temmuzunda gördüm. Şu anda yine orada olduğunu tahmin ediyorum. Kesin olarak bilemiyorum, ama orada olduğunu duydum.

Vedat Kasımlar Malatya'da Yakalandı
Vedat Kasımlar memleketi olan Malatya'da yakalandı. Buraya ÜGD Genel Yönetim Kurulu üyesi Osman Katipoğlu tarafından gönderilmişti. Fakat yakalanınca onun adını vermedi.

İstanbul Sağmalcılar Cezaevinden Firarı Abdullah Çatlı Organize Etti

2 Kasım 1978'de İstanbul'un Sağmalcılar Cezaevinden gerçekleştirilen firar eylemini Abdullah Çatlı organize etti. En az 30-40 kişinin cezaevinden firar etmesi planlanmıştı. Bu kaçanlar Abdullah Çatlı'nın ayarladığı yerlere gideceklerdi. Fakat 13 kişi kaçıyor ve bunların hiç biri esas gitmeleri gereken yerlere gitmiyor. Abdullah Çatlı buna çok kızdı. İstanbul teşkilatı Başkanını ve birkaç kişiyi Ankara'ya çağırarak, onları azarladı. Bunlara, "Siz yapamayacaksanız, çekilin başkaları yapsın" diye bağırdı. Bu kaçırma eylemini Abdullah Çatlı'nın organize ettiğini bana Erdem Şenocak anlattı.

Edirne Cezaevinden Kaçışlar

Edirne Cezaevinden firar emrini Şevkat Çetin vermiştir. Buranın kaçmaya müsait olması dolayısıyla, önce İstanbul çevresindeki cezaevlerinde yatan büyük ceza alan ülkücüler bu cezaevine toplandı. Şev-kat Çetin kaçacak olanların büyük ceza almış ve dışarda iş yapabilecek olanlardan seçilmesini istedi. Sonra burada toplananlar birkaç kişilik gruplar halinde kaçmaya başladılar. Bu kaçışlar 1979 yılının başlarından hemen hemen sonuna kadar devam etti.

Tünel ihbar Ediliyor ve ihbar Mektubu Elimize Geçiyor

Bu arada Cezaevi İdaresine neredeyse bütün cezaevini boşaltacak kadar büyük bir tünel yapıldığı ihbar edildi. Bu ihbar tam tünelin bittiği gün yapılmıştı. Bu ihbar mektubu nasılsa Şevkat Çetin'in eline geçmiş. Çetin ihbar mektubunu bana vererek kimin yazdığını bulmamı istedi. Mektup sol elle ve kötü bir yazıyla yazılmıştı. Ben Edirne Cezaevine giderek, şimdi ismini hatırlayamadığım o zamanki ülkücülerin lideriyle konuştum. Cezaevindeki bütün mahkumların adlarını, soyadlarını, ana baba adlarını, suçlarını, ne kadar ceza aldıklarını, adreslerini vs. bir kağıda yazmalarını istedim. Bunların aileleriyle, yakınlarıyla ilgileneceğimizi, mektup vs. yazacağımızı söyledim. Böylece hepsinin elyazılarını alarak Ankara'ya döndüm. Burada inceledim, fakat uyanını bulamadım.
Bu ihbardan sonra tünel konusunda ikinci bir ihbar daha olmuş. Cezaevinde bütün aramalara rağmen tünel kesinlikle bulunamadı. Oysa tünel kalorifer kazanının altından açılmıştı.
Hatırladığım kadarıyla, Edirne Cezaevinden dört, beş ay içinde 1520 kişi kaçmıştır.

Alpaslan Alpaslan'ın Kaçışını da Şevkat Çetin Sağladı

Ben cezaevinden çıkınca beni kapıda Erdem ve Fatih Kirişçioğlu karşıladılar. Ertesi gün Hukuk Masasına gelen Şevkat Çetin ile bir görüşme yaptık. Bu arada Erdem Şenocak bana Alpaslan Alpaslan'ın kaçışını anlattı.
Şevkat Çetin önce Ahmet Yıldız adlı bir ülkücü vasıtasıyla Alpaslan Alpaslan'ın naklini Yozgat Cezaevine aldırıyor. Bu arada Ahmet Yıldız'a Yozgat Cezaevine naklini istediği ülkücülerle ilgili bir liste veriyor. Alpaslan'ın nakli sağlandıktan sonra Şevkat Yozgat'a gidiyor. Bunlar ilk kaçma girişimlerinde tel örgüyü geçerlerken askerlerce görülerek yakalanıyorlar. Arkasından sürgünleri çıkıyor. Fakat bu sürgün işlemi hemen uygulanmıyor ve bir hafta, on gün kadar bekletiliyor. Bu arada kaçmaları sağlanıyor.

Teşkilatın Onayı Dışında Kaçmaya Çalışanlar idareye ihbar Edildi

ÜGD Genel Merkezinin emri olmadan cezaevinden kaçma olamazdı. Cezaevinden kaçma emrini verenler Şevkat Çetin ve Abdullah Çatlı idi. Ayrıca diğer dönemlerdeki ÜGD Genel Başkanları. İşte en somut örnek; Edirne Cezaevinden kaçış emrini Şevkat Çetin verdi, Erdem Şenocak gerçekleştirdi. ÜGD.'den izinsiz kaçışlar engellenirdi. Mesela Ankara Kapalı Cezaevinden birkaç kişi bu şekilde kaçmaya kalkıştı. Bunlar bizzat Selahattin Arpacı tarafından idareye ihbar edildi. Kaçmaya çalıştıkları yerler tahkim edildi.

Adalet Bakanlığındaki MHP'li Müşavir

Kaçışlarda kolaylık olması bakımında, cezaevlerine nakil işlemini Ahmet Yıldız, Adalet Bakanlığındaki ilişkileri sayesinde sağlıyordu. Yıldız ÜGD Genel Yönetim Kurulu üyesidir. İrtibatın veya Teşkilatlandırma Sekreterliğinin emrinde çalışır. Genellikle Ankara içinde bulunan yüksek okullar, bakanlıklar ve Danıştay işleriyle uğraşır. İki yıllık Eğitim Enstitüsü öğrencisidir. Kayserilidir. Kendisi ayrıca Bağ-Kur' da memur olarak gözükür, fakat hiç gitmez.
Bundan önce Adalet Bakanlığındaki temasları zannederim Erdem Şenocak kuruyordu. Burada birkaç tane tanıdığı vardı. Mesela bir müşavir vardı. MHP'liydi. Bu nakilleri genellikle o yapıyordu. Adını bilmiyorum. Ceza ve İnfaz İşleri Genel Müdürlüğünde çalışıyordu. Adalet Bakanlığının ikinci katındaydı. İkinci kata çıktıktan sonra sağa dönülüyor. Burada sol tarafa doğru bir koridor uzanıyor. Bu koridor üzerinde birinci veya ikinci kapıydı, yeri. Bu şahsa bir kere Erdem'le beraber gittik. Kendisi 45-50 yaşlarındaydı.

Kendisine Zeynel Şar adlı ülkücünün Kırşehir veya Çorum Cezaevinden Kayseri Cezaevine nakledilmesi için dilekçe verdik. Zeynel'in nakli hemen Kayseri Cezaevine çıktı. Zeynel her gittiği cezaevinde adam öldürüyordu. Kırşehir'de öldürdü. Zannedersem Çorum ve Kayseri'de de öldürdü. Şu anda Konya Cezaevinde. Bunu Kayseri Cezaevine naklet-tirmemizin sebebi, Kırşehir veya Çorum Cezaevinde işlediği cinayet nedeniyle can güvenliğinin kalmamasıydı. Erdem'le dilekçeyi verdiğimiz tarih 1979 yılı başlarıydı.

Ayrıca Abidinpaşa bölgesinde Kavas lakabıyla tanınan, bir ara cezaevinde yatan ve şimdi dışarda olan bir ülkücünün de kızkardeşi Adalet Bakanlığında çalışıyordu ve bize yardımcı oluyordu. Bu kız Ceza ve infaz İşleri Genel Müdürlüğü, Cezaevi Nakil Şubesinde çalışıyordu. Burası da ikinci kattaydı. Erdem yukarda sözünü ettiğimiz müşavirle bu kız vasıtasıyla ilişki kurmuştu.
KATİLLERİ KURTARMANIN DİĞER BİR YOLU: ŞAHİTLERİN YILDIRILMASI

Şahitleri Yıldırma Timi


Erdem Şenocak'ın Genel Merkeze girmesinden sonra, şahitlerin yıldırılması amacıyla ona bağlı bir tim kuruldu. Bu timle birçok şahit tehdit edildi, üç-dört şahit öldürüldü. Şimdi öldürülen şahitlerin kim olduğunu hatırlamıyorum. Bunlar o sıradaki gazetelerde yayınlanmıştı. Biz Hukuk Masasında çalıştığımız için ülkücülerin davasında kimlerin şahit olduğunu doğal olarak biliyorduk. Bir de bakıyorduk ki, gazetelerde bunların öldürüldüğü haberleri yer alıyor. Bu şekilde şahitlerin bizim tim tarafından öldürüldüğünü anlıyorduk.

Şahitlerle ilgili emirleri veren Erdem Şenocak ve Şevkat Çetin idi. Bu timde kimlerin görev aldığını da bilmiyorum. O sırada Erdem'le aramızda bazı anlaşmazlıklar olduğu için Seyranbağları'ndaki evden ayrılmıştı. Şevkat Çetin'le birlikte Keçiören'de bir evde kalmaya başlamıştı.

Aydın Efetürk Cinayetinin Şahitleri Tehditle ifade Değiştirdiler

Üzerinde en çok durduğumuz davalardan biri Arif Görünmez'in davasıydı. Bu davanın şahitlerini tehdit etmek için Kırıkkale'ye gittik. Burada davanın kadın şahitlerinden biri vardı. Kocası makine mühendisiydi. Sonunun kötü olacağını söyleyerek tehdit ettik.
Bu davanın şahitleri mahkemede ifade değiştirdiler. Tehdit ettiğimiz şahit de mahkemede, "Biz polis baskısı altında Arif Görünmez hakkında ifade verdik. Şimdi vicdan azabı çekiyoruz. Arif katil değildir " şeklinde ifade verdi.
Ayrıca bu davada iki tane yalancı şahit bulduk. Bunları öldürülen Aydın Efetürk un evinin altında oturuyor gösterdik. Bunların ikisi de orman mühendisiydi.

Bunlardan biri Manisa'da mı ne bulunuyordu. Oradan getirttik. Bu şahıslar da MHP'liydi. Esasında bunlar olayla ilgili hiç bir şey görmemişlerdi. Fakat kendilerini ikna ettik. Bunlar mahkemede, "Biz vuranı gördük. Kesinlikle bu şahıs değildir" dediler ve Arif'in eşkalinden farklı eşkal bildirdiler.
Şahitlerini tehdit ettiğimiz ikinci dava Mustafa İpek in davasıydı. Mustafa İpek'in davası Yargıtaydan döndükten sonra bu davanın şahitleri tekrar dinlenecekti. Şahitlerden birini tehdit ettik. Bu şahit daha önce verdiği ifadeden farklı bir ifade verdiği için mahkemece tutuklandı. Daha sonra tehdit edildiği için ifadesini değiştirdiğini söyledi. Fakat tehdit edenleri tanımadığını anlattı.
Bu adam tutuklanıp cezaevine gönderildiği zaman ben de cezaevindeydim. Yirmi gün hapis yattı. Bu sırada ben adamla konuştum. Bana Kendisini tehdit edenleri tarif etti. Birinin Erdem Şenocak, diğerinin de Ramazan Tur olduğunu çıkardım. Mustafa İpek Balgat'ta işlenen bir cinayetten yargılanıyordu.
Avukat Mikail Erk'in Bürosunda Şahit Tehdit Ediliyor

Bahçelievler'deki bir banka soygunundan dolayı yatmakta olan Ercüment Dağıstanlıların kurtulması için de şahitler tehdit edilmiştir. Bu olayda Oran Sitesinde arabası gasbedilen şoför, Av. Mikail Erk'in Ulus'daki Modern İşhanındaki yazıhanesine getirilerek kendisiyle konuşulmuştur. Bu şoför, Çankaya da-Farabi Taksi'de çalışıyordu. Burada ne şekilde ifade vereceği anlatılmış, aksi taktirde öldürüleceği söylenmiştir. Bu tehditi yapanlar Erdem Şenocak ve Fatih Kirişçioğlu idi. Ayrıca Av. Mikail Erk de oradaydı. Şahidin bu tehditten sonra nasıl ifade verdiğini bilmiyorum. Fakat herhalde istediğimiz şekilde ifade vermiştir.

İki Ülkücünün Öldürülmesi İlgisiz İki Kişinin Üzerine Yıkıldı

9 Ekim 1978'de Hamamönün'de, Doğumevi karşısında iki ülkücü öldürüldü. Bunlardan birinin adı Yusuf'tu. Bu davanın da şahitlerini tehdit ederek, olayla ilgisi olmayan iki kişinin sırtına suçu yükledik. Tehdit edilen şahitler dört, beş kişiydi. Bunlardan isimlerini hatırladıklarım, Halil İbrahim ve Esat'dı. Bir tanesi de kızdı. Tehdit edenler ise, o dönemde Cebeci-Dörtyol'un illegal başkanı Necati İlgün, Abidinpaşa'nın illegal başkanı Mustafa Mercan ve Cebeci-Dörtyol'un illegal ikinci başkanı Muzaffer'di. Cebeci-Dörtyol'un başkanı Ümit Ölmez o sırada içerde olduğu için başkanlığa Necati İlgün bakıyordu.

Bu şahitler üç defa ifade değiştirdiler. Poliste verdikleri ifadede gözaltına alınan şahıslar için, "katil bunlardır" dediler. Savcılıkta "bunlar değil" diye ifade verdiler. Kendilerini tehdit ettikten sonra mahkemede tekrar ifade değiştirdiler ve yine "katil bunlar" dediler. Mahkeme bunlardan birini bu ifade değişikliği üzerine tutukladı.

Tutuklanan zannederim Halil İbrahim adlı şahıstı. Bir müddet yattı çıktı. Fakat korkusundan tehdit ile ifade değiştirdiğini söyleyemedi.
Sonuçta, şahitlerin "katil bunlardır" dedikleri şahıslar büyük cezalar aldılar. Zannedersem iki tanesi müebbet aldı. Diğerlerinin ne ceza aldıklarını hatırlamıyorum. Bu ceza alanlardan birinin adının Ali olduğunu hatırlıyorum.

Suçu Üstlenmeyen Şalısın Karısına Tecavüz Ettiler

Kayaş'tan Arif Çok isimli bir şahıs yedi kişiyle beraber cinayet suçundan yargılanıyordu. Arif Çok, bu davada yargılanan Mehmet Aktepe isimli zavallı bir şahsa cinayet suçunu kabul etmesi için baskı yaptı. Mehmet cezaevinde dövüldü. Fakat baskılara rağmen suçu önceleri kabul etmedi. '
Daha sonra Erdem Şenocak'ın emriyle bu şahsın kansı dağa kaldırıldı ve tecavüz edildi. Bu tecavüz olayı sırasında bir ara Mehmet suçu kabul etti. Kadın cezaevine gelerek suçu kabul etmesi için kocasına baskı yapıyordu.
Fakat daha sonra Mehmet savcılığa ifade vererek olanları anlattı ve devrimcilerin koğuşuna geçti. Böylece Arif Çok'lar ceza yemekten kurtulamadı. Bu olay dava dosyasında mevcuttur. Fakat tecavüz olayı yoktur.
Kadın sonra kocasından ayrıldı.

Bunların dışında Balgat katliamı sanıklarından Mustafa Pehlivanlı' nın araba gaspı ile ilgili olarak Haymana'da bir kişi tehdit edilmiştir. Kendisine dayak atümıştır ve yaralanmıştır. Bu olay da şikayet konusu olmadı. Zannedersem bu şahıs da mahkemede istenen ifadeyi vermiştir.
Şahitlerin yanı sıra şikayetçileri de tehdit ettiğimiz oluyordu. İbrahim Yazıcı adlı bir ülkücü vardı. Sonradan 14 yıl ceza aldı. Bu bir şahsı yaralamıştı. Bu şahıs, "Beni yaralayan İbrahim Yazıcı'dır" demişti. Sonradan bu şahsın Samsun'da olduğunu öğrendik ve Samsun teşkilatı aracılığıyla kendisini ve ailesini ölümle tehdit ettik. Bu olaydan sonra mahkemede ifadesini değiştirdi.

Arif Görünmez'in davasında şahitleri tehdit etmenin yanı sıra, mahkemeyi yanıltmak için sahte bildiri de yayınladık. Bu bildiriyi Aydın Efetürk un daha önce kaldığı Trabzon'da dağıttık. Bildiride Efetürk un öldürülmesini Maocu-Leninci çatışması olarak gösteriyorduk. Trabzon' da dağıtılan bu bildiriyi mahkemeye delil olarak verdik. Mahkeme ciddiye almadı.

GAZİ EĞİTİM ENSTİTÜSÜNDEKI FAALİYET VE OLAYLAR

Ülkü Ocaklarında Gaziye gireceklerin listesine ismimi yazdılar. Gazinin Sosyal Bilgiler Bölümüne ön kayıt yaptırdım. Burada imtihana girmek için gireceklerin altı katı öğrenci müracaat etmişti. Benim puanım yetmediği için listeye giremedim.

O zaman Türe-Devlet Yayınevinin sahibi olan Sadi Somuncuoğlu'nun yanma gittim. Durumumu anlattım. Puanımın Türkçe Bölümünü tuttuğunu söyledim. Sadi Somuncuoğlu, Gazi Eğitim İngilizce Bölümü Müdür Muavini olan İsmet Tuncel'e bir mektup yazdı ve benim okula girmeme yardımcı olunmasını istedi, ön kayıt bittiği halde benim kaydımın yapılmasına yardımcı olunmasını istedi. İsmet benim puan kartımı aldı. "Ben senin kaydını yaparım, imtihandan iki gün önce beni gör" dedi. Beni o dönemde Gazi'deki ülkücülerin önde gelenlerinden olan Mustafa özgümüş, Talip Gün ve Şevkat Çetin ile tanıştırdı.
Kompozisyon imtihanına girdim. İki gün sonra okuldaki ülkücülerin başkanı olan Talip'le beraber mülakata girdik. Talip beni hocalarla tanıştırdı. "Ülküdaşımızdır, okula girmesinde fayda vardır" dedi. Hocalarla sohbet ettik, aralarında Mehmet Akif İnan da vardı. Kendisi komisyonun başkanıydı. Bu şahıs o dönem bize çok yardımcı oldu. Necip Fazıl Kısakürek'in talebelerindendir. Okulun Türkçe bölümüne girdim.

Kayıtları Fiilen Ülkücüler Yapıyordu

Aslında o yıllarda Gazi'ye kayıtları fiilen ülkücüler yürütüyorlardı. Okula girdiğimin ikinci yılı ben de bu işte görev aldım. Ön kayıtları fiilen ben, Erdem Şenocak ve Fatih Kirişçioğlu yapıyorduk. Müdür muavinlerinin bu görevini biz üstlenmiştik. Puanlar yüksek açılmıştı. Bunu düşürebilmek için gelenlerin ön kayıtlarını yapmıyorduk. Bunu engelliyorduk. Daha sonra kayıt yaptıran olmuyor diye bakanlığa bildirdik. Bazen gelenlerin evrakları tam olduğu halde, eksik gösteriyorduk. İlk gün üç, ikinci gün dokuz kişinin kayıtlarını yaptım. Oysa neredeyse beş bin kişi müracaat etmişti. Ayrıca Erdem ve Fatih'i kızlarla ilgili olarak görevlendirdim. Bunlar kız öğrencilere giderek, sanki yardım ediyormuş gibi, "Sıcakta beklemeyin" diyerek bunların puan kartlarını alıyorlardı. Fatih'le Erdem kızlara belli bir saat veriyorlar ve bu saate kadar sahte mühür ve sahte numara vuruyorduk. Kızlar gelince kaydınız yapıldı diyerek puan kartlarını iade ediyorduk. Ülkücüleri en başa yazmaya çalıştık. Puanları düşürmekteki esas amacımız, ülkücülerin kayıtlarını yapabilmekti. Çünkü bunların puanlan genellikle düşüktü. Ülkücüleri Site Yurdunda toplayarak imtihan konusunda kendilerine bilgi verdik. İsimlerini alarak öğretmenlere baskı yaptık ve bunların kazanmasını sağladık.

Okuldaki Vurucu Timde Kimler Vardı?

Türkçe bölümünde gece ve gündüz öğrencisi olarak Niğde Yurdunda kalan 30 kadar öğrenciydik. Sabah saat 6.00'da hep beraber okula giderdik. Biz gündüz bölümü ülkücülerini korurduk, onlar da bizim gece okuldan çıkmamızı beklerlerdi. Böylece 30 kişi sabah 6.00'dan 12.00'ye kadar okulda kalırdık. Devrimciler okula grup halinde geliyordu. Biz de onlara saldırıyorduk. Gece bölümü başkanı olan ve bundan önceki ÜGD Genel Başkanı olan Şevkat Çetin beni okulun Türkçe bölümü başkanı yaptı. Biz beraberce okuldaki solcu öğrencilerin ileri gelenlerinin isimlerini yayıp, bunların okula gelmemesini, aksi halde öldürüleceklerinin propagandasını yapıyorduk. Saldırılarımız sonucunda devrimcilerin grubu dağılmaya başladı. En sonunda 5-10 kişi kaldılar. Bunları da tek tek dövmeye, sindirmeye başladık. Bunlar da teker teker okuldan çekildiler. Artık devrimciler okula gelemez olmuştu.

Kara listeye aldığımız ve haklarında propaganda yaptığımız bazı şahıslar şunlardı:

O zamanki Gazi-Der'in başkanı İdris Köylü. Daha sonraki tevkiflerde Ankara'daki Dev-Yol'un bir hücresinin lideri olarak ortaya çıkarıldı. Ayrıca derneğin ikinci başkanı olan Adnan Çelik. Bunlar devrimcilerin lideriydi. Baskı uygulamak için okulda bir vurucu tim veya dayak atma ekibi kurmuştuk.

Türkçe bölümü dayak atma ekibinde şu şahıslar vardı:

Ferhat Günaydın, Erdem Şenocak, Fatih Kirişçioğlu, Halil Akgün, Ali Baz İbrahim Ülger. Bu grup okulda çok sayıda adam dövdü. O dönem Genel Başkan olan Ali Batman bize olayları öğleden sonra 12.00-13.00'ten sonra çıkarmamızı söyledi. Bu saatlerden sonra olan olaylar basına yansımıyordu.
Akıncıları Sindirme Faaliyeti

Bu sırada akıncıları da sindirme girişimlerinde bulunduk. Liderlerini dövdük. Zorla aidat aldık. İşte çalışanlardan 50 lira, çalışmayanlardan 20 lira alıyorduk. Paraları ülkü Ocakları Ankara Şubesine aktarıyorduk.

Ayrıca kitap dergi satıyorduk. Bunların da paralarını oraya aktarıyorduk. Okulda aylık 100 bin liradan aşağı para toplanmıyordu.
Akıncıların lideri Metin Türkmen idi. Ülkücüler tarafından dövüldü. Yeniden Milli Mücadele grubunun Başkanı ise Eyüp Yılmaz idi. Onu da dövdük. Eyüp'ün dövülmesinden dolayı, ben, Şafak Yılmaz, Suat Küçük, Halil Akgün, Ahmet Bilgin ve birkaç kişi Yenimahalle Karakoluna götürülerek Adliyeye sevkedildik. Oradan serbest bırakıldık. Mahkeme halen Yenimahalle 1. Sulh Ceza da devam ediyor.
Akıncılara yönelik saldırılarımızın sebebi hakimiyet mücadelesiydi. Bunlar bizden ayrı hareket ediyordu. Cenaze törenlerimize gelmiyor ve aidat vermiyorlardı. Genellikle İslami konularda tartışmalarımız oluyordu. Akıncıların lideri Metin kendisini dövmemizden sonra geldi, özür diledi. Biz de okula gelmesine müsaade ettik. Biz Metin'in üzerinde bir liste bulmuştuk. Listede kendi örgütlerine üye diğer akıncıların adları vardı. Bu yüzden dövüldü, yani bizden ayrı teşkilatlandıkları için. Önce bize aidat vermiyorlar, biz de kendi teşkilatımıza veriyoruz diyorlardı. Dayaktan sonra Metin bütün akıncıların aidatlarım toplayıp getirdi.

Bombalı Saldırı ve Bir Ölü

Benim okuldaki ikinci senemde, yani 1977-78 öğrenim yılının başlarında yine devrimcilerden okula gelmeye cesaret eden olmadı. Biz hemen eğitim çalışmalarına başladık. Yüksek Öğretmen Okulu spor salonunda ve Site Yurdunda seminer veriyorduk. Ayrıca boş derslerde de veya bazen dersi keserek çeşitli şahıslara seminer verdiriyorduk. Ayrıca Ankara'da ülkücülerden vurulan olduğu zaman bütün okulu toplayıp götürüyorduk. Okul Müdürü Mustafa Şen ve Müdür Muavinleri her işlerinde Ankara şubesinin tayin ettiği Yunus Dümene danışıyorlardı. Yunus Dümen Gazi Eğitim Enstitüsü Öğrenci Birliği Başkanıydı.
Daha sonra CHP iktidara geldi. Okullar süresiz tatil edildi. Okul bir yıl kapalı kaldı. Devam edemeyen öğrencilere af çıkartıldı. Devrimciler okula gelmeye başladılar. Biz yine okulda azınlığa düştük ve devanı »elemez olduk.
Okul açıldıktan 10 gün sonra Şevkat Çetin beni buldu. Ankara şubesindeki ve Genel Merkezdeki Gazili öğrencilerin okula gitmesini istedi. Ben o zaman Ankara şubesinde resmi yöneliciydim.

Gazi Eğitim öğrencisi ve Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi Hüseyin özcan'ın vurulması üzerine ertesi gün için bir eylem planladık. Hüseyin özcan'ı EGO önünde toplanıp Gazi Eğitime gelen ve Dev-Yol un hakim olduğu grup vurmuştu. Ankara'daki bütün ülkücülerin Beşevlere gelmesi istendi. Devrimcilerin grubunu okula sokmayacaktık, çok kalabalık toplandık. Güvenlik kuvvetleri bizim çekilmemizi istedi. Okul Müdürü ve görevli albay devrimcileri gruplar halinde okula almaya basildi Biz bombalı ve silahlı saldırıya geçtik. 1 kisi öldü. 10-15 kişi yaralandı.

Bombalı Eylemi Yönetenler ve Bombayı Atan Kişi

Bu eylemi Genel Merkezden Mehmet Güçlü, Ahmet Bilgin ve Ankara Şubesi Başkanı Salih Dayan ortaklaşa yönettiler. Grubun üzerine bombayı atan şahıs Pol-Zar'da (Maltepe'deki Polis Bakım ve Yardım Sandığı) çalışan ve Gazi 1. sınıfta okuyan Mehmet Toftar'dı. MİSK'te patlayan bomba sırasında ölen İskender Karyağdı Pol-Zar'ın müdürüydü. Burada müdürken devrimcileri işten attı ve yerlerine ülkücüleri doldurdu. MİSK'in buraya girmesini sağladı. Mehmet de onun zamanında buraya girmişti.

Öğrencilerin üzerine silah sıkan şahıslardan biri İktisadi Ticari İlimler Akademisi 2. sınıf öğrencisi Ender'di. Nenehatun Yurdunda kalan Ender aslen İzmirliydi, ancak ailesi Adapazarı'nda oturuyordu. Sarışın, kızıla çalan bir rengi vardı. Ülkücü örgütlerin şoförlüğünü yapıyordu.
Saldırıyı yönetenlerden Mehmet Güçlü ve Ahmet Bilgin bizim okuldaydılar. Mehmet Güçlü genç milli güreşçidir. Uzun boylu, esmer, halen Gazi Eğitim Beden Bölümü 2. sınıfta öğrencidir. Kayseri'nin Develi veya Pınarbaşı ilçesindendir. Ahmet Bilgin Türkçe 2. sınıfta okur, Ilgazlıdır. Aynı dönemde ÜGD Yönetim Kurulunda beraber görev yaptık.

Bu saldırı okulda sevilen ve gözünü budaktan esirgemeyen Hüseyin özcan'ın vurulmasının moral bozukluğu yaratacağı düşünüldüğü için tezgahlandı. Saldırı emri Şevkat Çetin'den geldi. Şevkat Çetin Yozgatlıdır. Gazi'de öğrenci olduğu halde, okula hiç gelmedi. Sadece 4 ay okulda başkanlık yaptı. Sonra Genel Merkezde teşkilatlanmada görev aldı.

Aynı gün siyasi polis Zeki Kaman'ın arabasına da bomba atıldı. Ayrıca otobüsler durduruldu, vatandaşlara dayak atıldı.
Silah kullananlardan bir diğeri Teknik Öğretmen Okulu Öğrenci Derneği Başkanı Hüseyin Yerli idi. Bu şahıs 5-6 ay sonra babasıyla beraber silah yakalattı. Mamak'ta yattı. Hüseyin, Ankara Doğumevinde teknisyen olarak çalışır. Halen bu görevdedir.
Saldırıda toplam 8-10 kişi silah kullandı. Diğerlerinin isimlerini bilmiyorum. Bu olay daha sonra kapandı. Bu isimler ortaya çıkmadı. Soruşturma. kesildi. Ben bu olaydan sonra okulla ilişkimi tamamen kestim.

Polis Kordonunu Yarma Grubu

ÜGD eski Genel Başkanı Şevkat Çetin Gazi'de bulunduğu sırada çeşitli gruplar örgütlemişti. Benim bu şahısla tanıştığım yıl olan 1976'da Şevkat Çetin'in kurduğu gruplardan biri de "Polis kordonunu yarma grubu" idi. Bu grup 20-30 kişiden meydana geliyordu. Polisler devrimcilerle bizim aramıza set çekiyordu. Bu seti yarmak için bu grup bir köşeden polislere saldırıyordu. Polisler o tarafa gidince biz de devrimcilere saldırıyorduk. Ayrıca vurucu timler, bombacılar da örgütlendi. Şevkat bu dönemde İbrahim Ülger, Ali Baz ve Yaşar Özüdoğru'ya (sonradan gece bölümü başkanı oldu) dinamit vermişti. Dinamitleri öğrenci derneğinin kantininin arkasındaki odada verdi, ben de yanlarındaydım. Dinamit ve silahlar okulun kubbesinin olduğu yerde saklanıyordu. Şevkat' in okulda güvendiği şahısların başında ben, Fatih Kirişçioğlu ve Erdem Şenocak geliyordu. Bu arada Talip'le aralarında liderlik mücadelesi oldu. Biz Şevkat'i destekledik. Talip okul başkanlığından ayrılmak zorunda kaldı. Sonra Şevkat ÜGD Genel Yönetim Kuruluna seçildi. 1978 yılı başlarına kadar pek irtibatımız olmadı.

Polis Desteği

Okulda hakim olduğumuz dönemde polisten büyük destek görüyorduk. Toplumdan bir birlik bizim okula gelirdi. Bizi kışkırtırlardı. Bir de siviller gelirdi ki, hepsi bize yardımcıydı. İskender Karyağdı ve Hamit Gündoğdu bunlarla irtibat kurarlardı. Hamit iki defa silah yakalatmıştı.

Sınıfı Geçeceklerin ve Kalacakların Listesini İdareye Biz Veriyorduk

Okulda öğretmen ve idarecilerden çok destek görüyorduk. Okul idaresi neredeyse Ülkü Ocaklarının emrindeydi. Ülkü Ocakları ne derse o olurdu. Cezaevine gönderilmek üzere okuldan spor malzemeleri, futbol topları vs. alındı. Fakir ülkücülere verilmek üzere okuldan 100 takım eşofman aldık. Okuldaki teksir ve fotokopi makinalarını dilediğimiz gibi kullandık. Okul Müdürü ve idareciler bir karar alacakları zaman bize sorarlardı. İstediğimiz derse girer, istemediğimize girmezdik. Mesela bir keresinde ben sınıf geçeceklerin ve geçmeyeceklerin listesini hazırlayarak idareye verdim. Aynı bu şekilde okulda bütün sınıflar için böyle listeler hazırlanırdı. İmtihan sorularını iki gün önce alarak ülkücü öğrencilere dağıttık.

Kaynakça

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder