17 Nisan 2012 Salı

Cemal Abdunnasır ve Enver Sedat Dönemi

      
   
Krallıktan demokratik yönetime geçişte iki isim: Cemal Abdunnasır ve Enver Sedat...
iki savaş arasında Mısır siyasetinin hakim fıgürleıinden olan Kraliyet ve Vefd Fanisi İngiltere yanlısı tutumları ve başarısız yönetimleri yüzünden halk desteğini kaybederler İsrail'e karsı kaybedilen 1948 savaşı siyasilere duyulan güvensizliği daha da artırır. Daha sonra Hür Subaylar diye anılandınlacak  Cemal   Abdunnasır önderliğindeki  bir grup genç subay bu genel hoşnutsuzluğu öne sürerek yönetime el koyar. (1952) Kısa bir tereddütten sonra Krallığı lağvedip (1953) Cumhuriyeti ilan ederler.
Nasır siyasi ve sosyal projelerini uygulama alanına sokmadan önce tüm diktatörler gibi kendi iktidarını sağlamlaştırma yoluna gider.  İlk etapta halk tarafından sevilen ve yüksek rütbeli olan General Muhammed Necib'i Hür Subaylar üyesi olmamasına rağmen İhtilal Konseyi Başkanlığına getirir. Buna paralel olarak geniş halk desteğine sahip ve bir dönem kendinin de içinde bulunduğu İhvanla (Müslüman Kardeşler Teşkilatı) yalan ilişkiler kurar. O kadar ki General Muhammed Necib ve bazı ihtilal konseyi üyelerinin teşkilatın faaliyetlerine aktif şekilde katılmalarına ses çıkarmaz. Üstelik darbe sonrasında tüm siyasi partileri yasaklamasına rağmen İhvana dokunmaz. Tüm bunların tek bir nedeni vardı; kendisinde olmayan (ilk başlarda) ama şiddetle ihtiyaç duyduğu halk desteğini kazanmaktır.
Karşılıklı çıkara dayalı bu balayı fazla uzun sürmez. Nasır iktidarını sağlanılastırdığına inandığı ara dönemin ardından ülke genelindeki tek örgütlü güç ve en büyük potansiyel tehlike olarak gördüğü İhvan'ı 1954'te yılından itibaren kanlı bir şekilde tasfiye eder. O binlerce İhvan mensubu hapishaneye gönderilirken hareketin önde gelen altı ismi idam edilir. Ayrıca iki yıl boyunca konu mankeni gibi vitrinde tutulan General Muhammed Necip de emekliye sevk edilir. Nasır böylece öleceği 1970 yılına kadar Mısır'ın tek adamı haline gelir.
NASIR VE İHVAN
Önündeki engelleri birer birer kaldırmaya başlayan Nasır nihayet sıranın İhvan-ı Müslimin'e geldiğine karar verdi Nasr'ın İhvan-ı Müslimin'le olan münasebeti 1945 yılında başlamıştı. Kısa zamanda teşkilatın en faal üyesi batine gelen Nasır gizli toplantılara da katılıyordu. Bir süre sonra başkanla arası açıldığından 1948'den teşkilattan yavaş yavaş uzaklaştıysa da 1951 yılında ilişkilerini yeniden geliştirdi. Nasır ihtilal için İhvan-ı Müslimin'den destek isteyince ordu hareketiyle İslami esaslara dayalı bir rejimin kurulmasını isteyen İhvan-ı Müslim başkanı Hasan el-Hudeybi teşkilatın tüm birimlerine bir genelge yayınlayarak hareketin desteklenmesine sağladı. Ayrıca ihtilalden sonra teşkilata mensup Abdül-hakim Amir, Abdullatif el-Bağdadi ile Kemalettin Hüseyin gibi kişiler İhti al konseyi üyeliğine getirildiler.
İslam Ansiklopedisi,
Cilt 7. ist. Diyanet Vakti. 1988
Nasır'ın bu dönemde iktidarını sağlamlaştırmak kadar önemle üzerinde durduğu diğer meselede kangren haline gelen ülke üzerindeki İngiliz hakimiyetidir. Sudan ve Suveyş Kanalının mevcut durumu bu hakimiyeti yansıtıyordu. İhtilal konseyi o zamana kadar bir bütün olarak algılanan bu iki sorunu ayrı ayrı ele almaya karar verir. İlk olarak daha kolay çözüme kavuşturacaklarına inandıkları Sudan sorunu gündeme alınır. Konsey Sudan halkının Mısır'la birleşmekten yana tavır koyacağını dolayısıyla kendi kaderini tayin etme seçeneğinin benimsenmesinin herhangi bir sorun doğurmayacağı kanısındadır. İngiltere'nin de kabul etmesiyle seçimlere gidilir. Seçimleri Mısır yanlısı partiler kazanır. Ama İsmail el-Azeri'nin Başbakanlığında kurulan yeni hükümet sürpriz bir kararla Sudan'ın bağımsızlıklığını ilan eder. (1 Ocak 1956)
Sudan konusunda hayal kırıklığına uğrayan Nasır daha hayati gördüğü Süveyş Kanalı meselesinde temkinli davranır. 1953'de başlayan görüşmeler ingiltere'nin asker konusunda diretmesi Nasır'ın da bunu şiddetle reddetmesi üzerine zaman zaman kesintiye uğrar. Sonunda bir uzlaşmaya varılır. (1954 Temmuz) Buna göre, İngiltere 7 yıl süreyle Kanal'ı kiralayacak ama İngiliz şirketine bağlı bir sivil ekip dışında hiç asker bulunduramayacaktı. İngiliz birlikleri 70 küsur yıldan sonra Mısır'ı terkeder. (31 Mart 1956)
Nasır kısa ve orta vadede tatmin edici bulduğu bu antlaşmadan sonra ulusal kalkınmanın sembolü haline gelen Assuvan barajı üzerine yoğunlaşır. Nil üzerinde yapılması düşünülen baraj elektrik üretiminin yanısıra ülkenin ekilebilir topraklarının oranı da büyük ölçüde artıracaktır. Barajın finansmanı için ABD ve İngiltere nezdinde girişimlerde bulunulur. Her iki devlette kredi vermeyi kabul eder ağır şartlar öne sürerler. Nasır kısa bir tereddütten sonra teklifi kabul eder. Ama bu sefer de ABD ve İngiltere Mısır ekonomisinin krediyi karşılayacak derecede istikrarlı olmadığını öne sürerek teklifi geri çeker. (1956)
Batının kısıtlamaları bununla sınırlı kalmaz. Silah alımı konusunda  İsrail'e  her türlü  kolaylık  sağlanırken   Mısır'a ambargo uygulanır. Nasır kredi ve silah ihtiyacını karşılamak için Sovyetlere yakınlaşmak zorunda kalır.  İki ülke arasında  bu tarihte başlayan  ilişkiler İsrail'in güdümünde hareket eden ABD'nin yanlış politikaları yüzünden gelişerek devam eder.
Gelişmeler Nasıra sertleşmekten başka seçenek bırakmaz. 26 Temmuzda (1956) Süveyş Kanalını millileştirdiğini ve buradan elde edilecek gelirin de barajın yapımında kullanılacağını ilan eder. İngiltere ve Fransa stratejik öneme sahip kanalı kaybetmemek için yanlarına İsrail'i de alarak askeri müdahalede bulunurlar. ( 1956) Kısa sürede kanalın denetimini   tekrar ele  geçirirler.  Ama  Sovyetler  Birliği ve ABD'nin nükleer tehditi karşısında bölgeden çekilmek zorunda kalırlar. İki süpergücün beklenmedik yardımıyla askeri hezimeti siyasi zafere dönüştürmeyi başaran Nasır ise Arapların ulusal kahramanı haline gelir.
Araplar aradıkları lideri bulmuştu. Geriye tüm sorunların çözümü olarak görülen Arab Birliğini kurmak kalıyordu. İlk teklif Suriyeli'lerden gelir. Birleşme girişimlerinin akıbetleri içine doğmuş olacak ki Nasır ilk başlarda teklifi ciddiye almaz. Hatta 5 yıllık bir geçiş dönemi önerir. Reddedemiyeceğini anladığında ise merkezi bir yönetim altında tam bir birleşme olmasını, bunun içinde tüm siyasi partilerin yasaklanmasını şart koşar. Hayaller gerçekleşir, nihayet iki Arab ülkesi Birleşik Arap Cumhuriyeti adi altında birleşir. Ama tüm güç Kahirede'dir. Nasır Şam'a vali olarak yakın arkadaşı Abdülkerim Amiri atar. Kilit noktalara Mısırlılar getirilir. Mısır kanunları yürürlüğe girer. Bu durum Suriyelilerin tepkisini çeker. Gidişattan memnun olmayan bir grub subay yönetime el koyarak Suriye'yi Birleşik Arap Cumhuriyetinden çeker. Nasır ilk başlarda müdahale etmeyi düşünsede doğuracağı sonuçları gözönünde bulundurarak vazgeçer. Artık Mısır'a ayıracak daha fazla vakti vardır.
1963'te Irak ve Yemen'in de katılımıyla ikili bir Birleşik Arap Cumhuriyeti deneyimi yaşanır. Bunun akibetide birincisi gibi hüsranla sonuçlanır. Nasır buna rağmen etkisini artıracağına inandığı Arab birliğine yönelik girişimleri desteklemeye devam eder. Mesela Yemen de iktidarı ele geçiren Cumhuriyetçilere askeri yardımda bulunmaya devam eder. O kadar ki zamanla Yemendeki Mısırlı asker sayısı 50 bini bulur. Nasır 1965'de Suudi Arabistan'a giderek kendisine pahalıya mal olmaya başlayan bu meseleyi çözüme bağlamak ister. Görüşmede Yemenin iç işlerine karışmama kararı çıksada kesin bir sonuç alınamaz. Mısır birlikleri a cak 6 gün hezimetinden sonra geri çekilirler.
Dış politikaya gelince; Nasır I954'de yayınladığı ihtila1in felsefesi adlı kitabında Mısır'ın kendini saran  Arap, Afrika ve İslam çevresi paralelinde hareket etmesi gerektiğinin altını çizer.  Mısır dış politikası resmi olarak bu üç nokta üzerinde yoğunlaşsa da pratikte Arap çevresi ve Afrika ülkelerinin de içinde bulunduğu bağlantısızlar hareketi öne çıkar. Bu konseptin şekillenmesinde İsrail faktörünü unutmamak gerekir. Tüm ittifak ve girişimler bu faktör gözönünde bulundurularak hazırlanır. Zira Nasır konumu ve dönemin siyasi atmosferi gereği Filistin davasının hamiliğini üstlenmek zorunda kalır. İsrail'le ilk olarak daha genç bir subayken 1948'de Gazze'de yüzleşir. O ilk karşılaşmadaki talihsiz sonuç bundan sonraki tüm karşılaşmalarda kaderi haline gelir. Uzun süredir ertelediği yüzleşme 1967 yazında gerçekleşir.  Tabii ki her zamanki bildik sonuçla...
6 GÜN SAVAŞINDAN ÖNCE MISIR'IN EKONOMİK DURUMU
  Savaştan iki ay öncesine kadar Nasır ve komutanlarının derdi ülke ekono misiydi. Mısır'ın dış ödemeler dengesindeki 400 milyon dolarlık açık tüm kaynaklan tüketiyordu. Hükümet borç aldığı kredileri ödeyemiyordu Profesör Laqueur'a göre Mısır'ın hazine kaynakları 40 milyon dolar altın ve 46 milyon dolar dövize kadar inmişti. (.......) Birkaç bin dolarlık yedek parça eksikliğinden koca fabrikalar kapanıyordu. Hükümet tüm altın rezervleri-ni paraya çevirse ancak bir aylık ithalatı karşılayabiliyordu (.......) Birleşik cumhuriyet sonuna yaklaşmıştı. Batıdan yardım gelmiyordu. Sovyetlerde rekabet ortadan kalktığı için çok küçük miktarlarda yardımda bulunuyordu
Milles Copeland,
DEVLETLER OYUNU, istanbul. Nehir Yayınları. 1995
6 Gün Savaşı
Savaşı meydana getirecek gelişmeler aslında 1966'nın Şubatında Suriye'de meydana gelen iktidar değişikliğiyle başlar. Yeni iktidar (BAAS) İsrail'e sabotaj saldırılarında bulunan Filistinli milislere sınırlarını açar. Misillemeyi devlet politikasına dönüştüren İsrail'in buna tepkisi sert olur. Bir çok Suriye hedefi yerlebir edilir. Nasır 1966'nın Haziran'ında Şam'la ticaret ve ödemeler anlaşması yine aynı yılın Kasım  ayında Savunma paktını imzalayarak Suriye'nin yanında durduğunu gösterir. Pasif tutumundan dolayı eleştirilen Ürdün Kralı Hüseyin'de karşı atağa geçerek Nasır'ı 1956'dan itibaren İsrail Mısır sınırında konuşlanmış, Birleşmiş Milletler askerlerinin arkasında saklanmakla suçlar.
Suriye-İsrail ilişkileri 1967'nin baharında iyice gerginleşir Nasır Sovyet istihbaratının İsrail'in Suriye'ye saldıracağını haber vermesi üzerine harekete geçer. İlk olarak egemenlik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle Sina'daki Birleşmiş Milletler askerinin çekilmesini ister. Bir adım daha atarak Akabe körfezini deniz ulaşımına kapatır. Ürdün kralı Hüseyin hain damgası yememek için 30 Mayıs'ta Kahire'ye giderek Birleşik Arap Cumhuriyeti ile savunma paktı imzalar. İsrail ise 2 Haziran'da General Moşe Dayan'ı savunma bakanlığına  getirerek tüm bu restlere cevap verir. Artık savaş kaçınılmazdır. Dayan baskın basanındır anlayışından yola çıkararak uzun süredir hazırladığı yıldırım harekatına start verir. (5 Haziran) Plan umduğundan daha hızlı ilerler. Birkaç saat içinde Mısır, Suriye ve Ürdün silahlı kuvvetlerini etkisiz hale getirmeyi ve altı gün gibi çok kısa suretle de bu devletleri Mütareke masasına oturtmayı başarır. İsrail Kudüs'ün de dahil olduğu Batı Şeria. Gazze, Golan tepeleri ve Sina yarımadasının tamamını ele geçirerek bir anda topraklarını üçe katlar.
Tarihlerinin en ağır ve onursuz yenilgisini alan Araplar Altı Gün Savaşının neden olduğu ezikliği hiçbir zaman üzerlerinden atamazlar. Dönemin efsanevi lideri Nasır'ın ve onun sahsında tüm ilerici Arap rejimlerinin halk nezdinde ki itibarları Altı Gün Savaşıyla yerle bir olur. 5 Haziran 1967'ye kadar kısmen de olsa halk desteğine sahip olan bu rejimler bu tarihten itibaren sadece ellerinin altındaki silahlı güçlere güvenmek zorunda kalırlar.
Nasır 9 Haziran'da istifa etse de halkın isteği üzerine görevine   geri   döner.   Hezimetin   şokunu   atlatır   atlatmaz diplomatik girişimlere hız verir. İlk olarak Hartum'da Arap zirvesini toplar. (Ağustos 1967) Arap liderler İsrail ile barış yapılmaması  ve  görüşmelere  başlanılmaması   noktasında mutabakata varırlar. Ama aynı sert tutumu uluslararası platformda gösteremez. Birçok Arap ülkesinin reddettiği Güvenlik Konseyinin 242 sayılı kararını görüşmeler için temel almayı kabul eder
BİR EFSANENİN SONU
28 Eylül  1970'te öldüğünde  1950'li yılların efsane kahramanları unutulmuş gibiydi. Ülkesinde geniş halk kitlelerinin Müslüman liderlerine karşı tavrı özellikle de onların idam edilmesine kadar varan tutumları nedeniyle, son yıllarında antipatik hatta, nefret edilen bir lider konumuna gelmişti
Ölürken arkasında 'Arap Sosyalizmi" denilen hâlâ herkesin kendisine gö re bir uygulama alanı bulduğu bir kavram ve kargaşa ortamı bırakarak gitti.Ama daha da kötüsünü Enver Sedat'ı kendisine halef olarak seçerek yapıyordu
Yılmaz Kalkan
IRAK ve SADDAM HÜSEYİN, istanbul. Beyan Yayınlar
Nasır bir taraftan diplomatik girişimlerini sürdürürken diğer taraftan Sina yarımadasında konuşlanan İsrail birlikle rine karşı yıpratma savaşına girişir.  1970'e kadar süren bu savaştan, İsrail'in sivilleri hedef alması ve şehirlere saldırarak ağır zayiatlar verdirmesi üzerine vazgeçilir. Nasır İsrail'e karşı dengenin ancak askeri zaferle kurulabileceğini görerek silahlanma çalışmalarına hız verir. Önceki yılların aksine ABD nezdinde girişimlerde bulunur. Ama ömrü ne hayalini kurduğu zafere ne de yeni diplomatik adımının sonucunu görmeye yetmez. Bir devre damgasını vuran Mısır'ın modern Firavunu kimilerine göre Arapların ulusal kahramanı kimilerine göre de 20.yüzyılın en kanlı Tiranlarından biri olarak tarihe geçer.
Enver Sedat Devri
Enver Sedat iktidara gelir gelmez (1970) özellikle dış politikada köklü değişikliklere gider. ABD ile yakınlaşmanın ilk işareti olarak 15 bin Sovyet danışmanını ülkelerine gönderir. (1972) Tashih ve düzeltme devrimi olarak adlandırılan girişimleriyle (1971) iç siyasette kısmi açılımlar sağlar. Değişimler ekonomik alanda da devam eder. 1974'te ilan edilen açık kapılar politikasıyla özel sermayenin önü açılır. Ama diğer taraftan Altı Gün Savaşının altüst ettiği dengeleri tekrar kurabilmek için İsrail'e karşı askeri zafer kazanmanın şart olduğu inancındadır. Nasır'ın ölmeden önce bu yönde başladığı girişimleri devam ettirir. Ve kimsenin beklemediği bir anda Suriye ile birlikte Müslümanların Ramazan ayını; Yahudilerin Kipur Bayramını kutladığı 6 Ekim 1973'te İsrail'e şok bir şaldırı düzenler. Baskın saldırının tesiriyle ilk başlarda iki cephede de ağır zayiatlar veren İsrail ABD'nin yoğun askeri desteğiyle dengeyi kurarak inisiyatifî ele geçirir. Sovyetlerin de müdahalesiyle Mısır lehine olan birkaç kilometrelik sınır değişikliğiyle ateşkes sağlanır. (11 Kasım 1973)
SEDAT'LA YENİ DÖNEM
1967 hezimeti, Nasır'ın ölümünden (1970) sonra ittifaklarda köklü değişikliklere neden oldu. Nasır'ın yerine geçen Enver Sedat, Arap Birliği hayalini terk edip bütün  Sovyet danışmanlarını ülkelerine göndererek ABD'ye yakınlaşmayı denedi. 6 Ekim 1973'te Yahudilerin dini bayramları Kipur'da gerçekleşen ortak saldırı sonrasında Araplar ilk defa bazı başarılar elde ettiler. Fakat bu savaş sonuçsuz kaldığı gibi sorunun çözümü ne de hiçbir katkısı olmadı.
Georges Langois
20.YÜZYIL TARİHİ. İstanbul. Nehir Yayınlar

Sedat  bu  kısmi  askeri  başarıyı yeterli  görerek  uzun süredir planladığı diplomatik açılımları yani ABD nezdinde ki girişimlerini başlatır. Kissenger'ın etkin rol oynadığı görüşmelerin sonucunda ani bir kararla İsrail'e gidip Knessett'te tarihi bir konuşma yapar (Kasım 1977). Tüm Arap dünyası şok eden bu gelişmeyi 1978'de Camp David'de Mısır İsrail arasında imzalanan barış antlaşması takip eder

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder