
LÜTFEN SONUNA KADAR OKUYUNUZ VE PAYLAŞINIZ...
"Önemli olan mağdur olmak ve zulme uğramak değil, sonuç olarak bütün olanlara karşın doğru yerde durmaktır. Doğru yerde durmak, tıpkı İzmir’in işgalinde İstanbul hükümetinin emrine uymayıp direnen ve işgalci Yunanlılar tarafından şehit edilen Albay Fethi Bey olayıdır…
Bir de doğru yerde durmamak var. Ona da örnek, İzmir işgalinde tek mermi atmadan birliği ile teslim olan Kolordu Komutanı Nadir Paşa’dır.
Elinde beyaz bayrakla karşılar işgalci Yunanlıları Nadir Paşa… Ama bir Yunan teğmenin tokadı şakağında patlayınca yere yıkılır. Tek mermi atmalarına izin vermediği askerlerinin önünde tekme tokat dövülür. Ondan sonra da bir Yunan gemisine tıkılır.
Albay Fethi Bey canını, Nadir Paşa ise onurunu kaybetmiştir.
Hangisi doğru olanı yapmıştır? Hangisi doğru yerdedir?
Ben ve cezaevi arkadaşlarım Albay Fethi Bey’in durduğu yerdeyiz. Allah Nadir Paşa durumunda kalanlardan etmesin!..
**************************
BİR HASDAL MEKTUBU/Emin ÇÖLAŞAN
SEVGİLİ okuyucularım. Balyoz davasından tutuklanan ve Hasdal Cezaevinde yatmakta olan Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel den aldığım mektubu size iletiyorum. Mektupta bazı çok ilginç; rakamlara, benzerliklere değiniyor. Herhalde ilginizi çekecektir.
Uğradıkları haksızlıklar konusunda tutuklu komutanlardan aldığım başka mektuplar da var. Onları da önümüzdeki günlerde burada kullanacağım. İşte Önsel in mektubu:
“Sayın Emin Çölaşan, ben Balyoz davasının Hasdal’daki rehinlerden Mustafa Önsel. Öncelikle size Hasdal’dan, bütün rehinlerin coşku ve muhabbet dolu selamlarını sunuyorum. Bu davadaki rehinliğim yaklaşık 18 aydır devam ediyor. Sahteliğini defalarca ortaya koyduğumuz dijital veriler gerekçe gösterilerek bizi tutuyorlar.
Biliyor musunuz, bu dava kapsamındaki delillerle ilgili 1.570 civarında sahtecilik ve tutarsızlık ortaya çıkartılmıştır. Muhtemelen bu sayı daha da artacaktır. Malum, bir tane sahteciliğin tespitinde bile şüphe söz konusudur. Şüpheden de sanık yararlanır. Bizim davada ise maalesef savcılar yararlanıyor
Bu davada hiçbir şey görüldüğü gibi değildir. Kin ve intikam duygularının hukuka galebe çaldığını kamuoyu artık biliyor. Bu anlamda sayılarla, sayıların gücüyle İlgili bazı örnekler vererek Balyoz davasının nasıl yürütüldüğünü anlatmaya çalışacağım.
Biliyorsunuz, bizler CMK’nın 250. maddesi kapsamında yargılanıyoruz.
Tutuklu sanık sayısı nedir biliyor musunuz? 250 kişi!
Temmuz 2010′da Mahkeme, İçerisinde benim de bulunduğum 102 sanık hakkında hukuksuz bir biçimde, yakalama emri çıkarttı. Peki, 102 rakamı size neyi hatırlatıyor? Fethullah Gülen ile ilgili başlatılan soruşturmada ki şüpheli sayısı olan 102′yi!
11 Şubat 2011 günü Balyoz (1) davasında Mahkeme, 163 kişi hakkında tutuklama karan verdi. Bu sayı bize neyi hatırlatıyor? 765 sayılı mülga (kaldırılmış olan) TCK’daki İrtica ile ilgili 163. maddeyi!
Balyoz (2) ile ilgili, hakkında dava açılan sanık sayısı ne kadardır? 28 kişi. Peki, bu bize neyi hatırlatıyor? Meşhur 28 Şubat’ı!
Sonrasında Balyoz (3)’ten de tamamı 143 kişiye dava acildi. Biz bu sayıda da bir keramet aradık çünkü sanık sayısı daha da fazla olabilirdi.
Kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilen bir kısım personelle. Sanık durumunda olanların arasında fark yoktu. Yaptığımız incelemede bir başka sayıya ulaştık ve 143′ün sebebini orada bulduk. Şöyle ki. Balyoz (l) de 196 kişi. Balyoz (2)de 28 kişi, Balyoz (3) te 143 kişinin toplamı 367 ‘dir. (Sonradan iki sanık kimlik tespitindeki yanlışlık sebebiyle davadan düşürüldü). Peki, 367 rakamı bize neyi hatırlatıyor? “Sözde değil özde Atatürkçü Cumhurbaşkanı” söylemleri arasında. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı seçiminde kriz çıkartan Meclis yeter sayısı olan 367’yi
Bunlara sayıların gücü mü hukukun gücü mü, bir başka güç mü, yoksa tamamen rastlantı mı diyelim!
***
Albay Mustafa Önsel, mektubunun ikinci bölümünde başka bir konuya değiniyor.
“(MİT Müsteşarı) Hakan Fidan’dan farkım ne?.. Mektubumun bu bölümünde Balyoz davasını bir başka olayla kıyaslamak istiyorum. Bakınız, ülkenin son günlerdeki en önemli gündem maddesi Hakan Fidan ve bir kısım MİT mensubunun Beşiktaş adliyesine çağırılması. Çağırılınca o nereye gitti önce? Başbakan ve Cumhurbaşkanına! Sonra da kanunun açık hükmüne rağmen “Savcılığın çağrısına gelmiyorum” cevabını verdi. O gitmedi ama onu çağıran savcı gitti! (Burada tartışmak istediğim, onun suç işleyip işlemediği değil tabii ki.)
Peki, şimdi bu ülkede kaç tane hukuk var diye sormaya hakkım yok mu?
Birkaç tanesini sayarsak “Silopi Hukuku”, “Deniz Feneri Hukuku”, bize uygulanan “Silivri Hukuku”, son olarak “MİT Hukuku…
Bunların hangisi doğru olanı?
Hukukçularımız, hukuk fakültelerinin değerli bilim insanları, barolar vs. buna bir cevap bulsalar, biz de anlasak!
Tekrar başa dönecek olursak, benim durumumla Hakan Fidan’ın arasında hukuki olarak ne fark var? Beşiktaş savcıları beni üç kez çağırdılar, ben herhangi bir amirime dahi gitmeden, tutuklanacağımı bile bile kaçmadım ve tıpış tıpış gittim. (Buna rağmen tutukluluğumun devamı ile ilgili gerçeklerden bir tanesi “kaçma şüphesi”.)
Peki, Hakan Fidan çağırılmasına karşın neden gitmedi?
Hani hukuk karşısında herkes eşitti, hani üstünlerin değil hukukun üstünlüğü esastı, hani suçları yoksa neden korkuyorlardı, hâkim ve savcılarımıza güvenelimdi, hukuktan korkmayalımdı!..
Biz olunca bu sözleri haykıranlar, Hakan Fidan’a gelince sus pus olmadılar, aksine adeta kükrediler! Ama bu sefer şüpheliden yana idiler. Onun çağrılmasını “Akılla izah edilemez” buldular.
Tabii ki evrensel hukuk kurallarının uygulandığı bir ülkede, benim hukuk önünde Hakan Fidan’dan farkım olamaz. Ama ne kadar farklı olduğum ortada. Ben sahteliği ortaya konulmuş dijital veriler nedeniyle yaklaşık 18 aydır tutukluyum.
O ise KCK ile İlgili operasyonda, ciddi sayılacak iddialarla, çeşitli ses kayıtları vb. sebeplerle çağırıldığı savcının karşısında çıkmıyor. Şunu da belirteyim, hukuk önünde eşit olmam gereken Hakan Fidan’dan farklarım da söz konusu tabii.
Mesela benim PKK ile çatışmışlığım vardır ama oturup kalkmışlığım yoktur. Ayrıca bu devlete ve millete hizmetim ve istihbarat tecrübem ondan daha fazladır.
Bu olanlar karşısında bile “Yargı gerçekten bağımsız mı?” demeyeceğim. Çünkü birileri fena halde alınıyor.
Halimize yanıyorum…
Bakın, önceki satırlarda “Silopi hukukundan” bahsetmiştim. Hatırlar mısınız, Silopi’de o teröristleri binlerce kişi karşılamıştı.
Şike soruşturmasında, Fenerbahçe Başkanı için tüm camia ayağa kalktı.
Deniz Feneri’nin arkasında kimler var. Söylemeye gerek var mı?
MİT görevlilerinin arkasında kimin durduğunu da gördük. Hem de ne duruş! Maç oynanırken durdurup kuralı değiştirdiler. (Örnek vermek gerekirse, ofsayttan birkaç gol atmış takım kurallara uygun gol atamayınca maç durduruldu ve kalan dakikalarda ofsaytın kalktığı, ayrıca önceki dakikalarda ofsayttan atılan gollerin de geçerli olduğu kararının alınması gibi…)
Ben yanıyorum, yanıyorum da halimize yanıyorum. Elde somut hukuki hiçbir delil olmadan, suçsuz yere aylardır yatıyorum. Yanımızda ailelerimiz, az sayıda arkadaşlarımız ve bir elin parmağı kadar yürekli gazetecilerden başka hiç kimse yok!
Her şeye rağmen doğru yerde durmayı bilmeli.
Önemli olan mağdur olmak ve zulme uğramak değil, sonuç olarak bütün olanlara karşın doğru yerde durmaktır. Doğru yerde durmak, tıpkı İzmir’in işgalinde İstanbul hükümetinin emrine uymayıp direnen ve işgalci Yunanlılar tarafından şehit edilen Albay Fethi Bey olayıdır…
Bir de doğru yerde durmamak var. Ona da örnek, İzmir işgalinde tek mermi atmadan birliği ile teslim olan Kolordu Komutanı Nadir Paşa’dır.
Elinde beyaz bayrakla karşılar işgalci Yunanlıları Nadir Paşa… Ama bir Yunan teğmenin tokadı şakağında patlayınca yere yıkılır. Tek mermi atmalarına izin vermediği askerlerinin önünde tekme tokat dövülür. Ondan sonra da bir Yunan gemisine tıkılır.
Albay Fethi Bey canını, Nadir Paşa ise onurunu kaybetmiştir.
Hangisi doğru olanı yapmıştır? Hangisi doğru yerdedir?
Ben ve cezaevi arkadaşlarım Albay Fethi Bey’in durduğu yerdeyiz. Allah Nadir Paşa durumunda kalanlardan etmesin!..
Burada mektubuma son veriyor ve size en içten saygılarımı sunuyorum.
Mustafa Önsel.”
Emin Çölaşan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder